17.11.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:
Ceyda Ulukaya
Nehir Gencay Divitçioğlu, bir paleograf ve kitap restoratörü. Yaşamının ilk 16 yılı, bir köyünde dünyaya geldiği Zonguldak’ta geçmiş. Gözünü karartıp soluğu İstanbul’da aldığında ise çalıştığı sahafa gelen İngiliz bir psikiyatr ona otizm teşhisi koymuş. Daha doğrusu, Savant Sendromu ve Otizm Spektrum Bozukluğu; kendi ifadesiyle “dâhilik ve delilik arasında bir durum”. “Rain Man” filmiyle tanıdığımız, bugünlerde “Mucize Doktor” dizisiyle tekrar gündeme gelen Otizm-Savant Sendromu, otizmden belli oranda ayrışan bir profil. Savant sendromu, otizme özgü olmamakla birlikte otizmli insanlarda görülme sıklığı onda bir olarak ifade ediliyor. Ve bu oran içinde beceri ve yeteneklerin dağılımı da büyük çeşitlilik gösteriyor. 14 yıldır Fransa’da yaşayan Divitçioğlu, Antik Roma, Antik Yunan ve Antik Mısır dillerini okuyup yazabilen, Ortaçağ dilleri üzerine çözümleme yapabilen biri.
Türkiye’nin pek aşina olmadığı bir mesleğiniz var. Bu alana nasıl yöneldiniz?
16 yaşımda İstanbul’a geldim. Kitaplara merakım daha çocukluğumda üzerime sirayet ettiğinden şehrin en eski sahaflarında iş tutup bu zanaatın büyük ustalarına çıraklık ettim. Eski yazınların bakım ve onarımına bu süreçte başladım. Fakat iş salt onarmakla bitmiyor; çalıştığınız eserlerin kaynağını, dilbilimsel özelliklerini de bilmeniz gerekiyordu. Bunun için de Macar, İspanyol ve Fransız restorasyon uzmanlarından, paleografi ve kodikoloji alanında, 6 yıl sahada eğitimler aldım. Antik Roma, Antik Yunan ve Antik Mısır dilleriyle başlayan bu çok dilli süreç bugün bana, koleksiyonerlerin, müzelerin, müzayedelerin ve devlet arşivlerinin, ihtiyaç hâsıl olduğunda “ilk akla gelen kişi” olarak iyi bir kariyer ve saygın bir çevre getirdi.
Otizmli olduğunuzu 17 yaşınızda öğrenmişsiniz. Sonrasında ne değişti?
Doğduğum köy uzay çağını yaşayan bir yer olmadığı için haliyle ilk gençliğime kadar otizmli olduğumu öğrenmemin imkânı yoktu. Ahaliye göre bana “bir şeyler” girmişti ve derhal çıkartılması gerekiyordu! Gözü karartıp köyden ayrılmasam benden ya “köyün delisi” olurdu ya da köylünün alternatif tedavi yöntemlerine maruz kalır ölür giderdim. İstanbul hikâyesiyle beraber, sahaflık zamanı dükkâna gelen bir İngiliz kadın turist, bana teşhis koyan ilk kişi oldu. Kendisi bir psikiyatristti. Hayatımdaki en büyük şansım yine bu kişiydi. Ben maalesef “Savant+Otizm Spektrum Bozukluğu” grubundayım. Maalesef diyorum, çünkü dâhilik ile delilik arasında seyreden bu durumu dillendirdiğim zaman, evladına otizm teşhisi koyulan ebeveynlerin incindiğini fark ettim. “Benim çocuğum da keşke sizin gibi olsa!” dediklerinde çok canım yanıyordu. Oysa savantlık ve otizm benim için sadece tetikleyici bir unsur oldu. Harici, hayatımla ilgili aldığım kati kararlar, yaptığım işlerdeki kişisel gayret olmasaydı bugüne gelmek mümkün olmazdı.
“15-20 yıl sonra köpeğinizle konuşabilirsiniz”
Otizmin mesleki başarınıza katkısı olduğunu düşünüyor musunuz?
Kitaplar olmasaydı ya da hayatıma giren insanlar bana istikametimi göstermeseydi, otizm tek başına sadece otizmdi! Bugün kendi beynini fetheden bir otizmli isem, bunu borçlu olduğum şeyler seçimlerim, deneyimlerim ve kitaplarımdır.
U.S.A.S tarafından “Geleceğin Mimarları” ödülüne layık görülen projeniz ne üzerine?
“Evrensel Doğa ve Dilleri Koruma Stratejileri” adlı -iki alanlı- koruma ve sınıflandırmayı amaçlayan bir proje bu. Geliştirmeye başladığımız bir sınıflandırma yazılımı sayesinde 10 yıl içinde tüm dünya dillerini, en küçük detayına kadar tek bir yerde toplamayı amaçlıyoruz. Üstelik yazılım sadece ‘insan’ dillerini kapsamıyor. Hayvanların, davranışlarıyla sesleri arasındaki ilişkiyi anlamlandırıp; bunu insan dilinde karşılığı olacak şekilde kelimelendirmeyi ve bir
‘Hayvan Dilbilgisi’ oluşturmayı hedefliyoruz. Size fantastik gelebilir ama 15-20 yıl sonra köpeğinizle konuşabilmeniz işten bile değil!
U.S.A.S’ın ödülüne layık görülmek sizin için ne ifade ediyor?
Tabii ki yaptığınız işin, dünya nazarında karşılık bulması gurur verici! Ama bazen, çalışmalarım sırasında yaşadığım bürokratik hantallık ve otizmli olduğumu söylediğimde, idarecilerin yüksek perde tavırları hayatımı zorlaştırmıyor değil! Fakat ağır aksak gitse de teselliyi yine yaptığım işlerde buluyor, aklı başında kalmaya gayret ediyorum. Biliyorum ki gelecek ben ve benim gibileri anacak, onların esamesi bile okunmayacak! Üstelik bizzat sistem tarafından, bir gün bağırsanız dahi sesinizi duyuramayacağınız bir dünya yaratılıyor. İnsanların bile isteye buna razı gelmesi, beni çok üzüyor.
Otizm son yıllarda birçok çaba sayesinde görünür oldu ama hâlâ olumsuz bir algı mevcut. Sizin elde ettiğiniz türden başarılar, otizmin daha iyi anlaşılmasını sağlıyor mu?
Otizmin kendi içinde birçok alt sorunu ve her birinin psikolojik farklılıkları var. Bunları bilmeden, otizmin sadece bir boyutunu gündem yapıp ahkâm kesmek büyük hata! Ben otizmden muzdarip olan insanlara asla tavsiye vermiyor, önceliğin tıbbi teşhis olduğunu ve ihtisas sahibi insanların kontrolünde bir hayatın kurgulanması gerektiğini söylüyorum.
Bugünlerde gündemde olan “Mucize Doktor” dizisi otizmin konuşulmasına vesile oldu. Bununla birlikte geçen hafta Aksaray’da otizmli öğrenciler, yuhalanmak gibi çok ciddi bir ayrımcılığa uğradılar. Bu tür olaylar, size neler düşündürüyor?
Bu olayı izlediğimde gördüğüm şuydu: Eğitimin bir kalesi olan okulda cehalet kapıya dayanmış, bilgiyi ele geçirmeye çalışıyor. Olayın birleşmiş bir ‘kötülük ve cahillik’ olduğunu söyleyebilirim. Bilgisiz ebeveynler bir tarafa; bunun kamu görevlileri eliyle desteklenmesi daha vahim bir durum. Şaşırmıyorum, çünkü bu ‘normal insanların’ dünyası. Bizler azınlığız. Doğal olarak, doğru ya da yanlış, çoğunluğun talepleri neyse o konuşulur. Kamunun otizmden ve otizmli bireyden ne denli bihaber olduğunu kendimden bir örnek vererek anlatayım: Geçmişte asayiş kontrollerine denk geldiğimde bazen üst aramaları da oluyordu. Bir otizmliye öyle canınızın istediği gibi dokunamazsınız. Oysa ben otizmli olduğumu söylediğim halde her seferinde soluğu patates çuvalı misali nezarette aldım. Kısacası devlet otizmi bilmiyor ya da lüzumsuz bir uğraş olarak görüyor. “Mucize Doktor” dizisinin sevildiği şüphesiz ama bundan tüm ülkenin haberdar olduğunu varsaymak hata olur!
“80’den fazla dilde çözümleme yapıyorum”
Kitap tamirciliği ve paleografi Türkiye’de pek bilinmeyen alanlar. Bu meslekler ne tür uzmanlıklar gerektiriyor?
Evet, Türkiye’de bu işin ehli insan neredeyse yok gibi. Yazma Eserler Kurumu ve bu kurumda çalışan restoratörler var ama gördüğüm kadarıyla çalıştıkları eserler de, çoğunlukla kendi sınırları içinden çıkan eserler olduğundan, evrensellik kavramı yok. İşin ‘tamircilik’ boyutu söz konusu olduğunda, ben bile her yeni eserde yeni yöntemler keşfediyor, deneyimlerimi dünyadaki diğer meslektaşlarımla paylaşıyorum. 7 yıldır Lille’de laboratuar seviyesinde bir atölyem var. Bugün geliştirdiğimiz tekniklerle, örneğin ikiye ayrılmış bir kâğıdın her bir dokusunu yeniden örüp hiç hasar görmemiş hale getirecek bir beceriye sahibiz. Paleografide ise 80’den fazla dil üzerinde çözümleme yapabiliyorum.