10.03.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:
SOFRADA BAŞBAŞA / Yayına hazırlayan: AYDİL DURGUN
“SOFRADA BAŞ BAŞA”NIN BU HAFTAKİ KONUKLARI KAAN KURAL VE NESLİHAN DARNEL
Kaan Kural: “Sen içindeki duyguları belli eden oyunculardan olmadın hiç”
Neslihan Darnel: “Herkes takım liderine bakıyor, o yüzden poker face* olmalıyım”
Neslihan Darnel’i ilk kez 2005 yılında tanıdım. O zaman daha 21 yaşında, kariyerinin henüz başındaydı. İzmir’deki Üniversite Oyunları’nda, daha sonra defalarca olacağı gibi Milli Takım’ın yıldızıydı. Ancak daha o zamanlar onda diğer yıldız sporculardan çok farklı bir hava olduğunu anlamamak imkansızdı.
Yıldız oyuncunun doğasında biraz bencillik, bir hayli hırs, bir miktar da ego vardır. Bu üç karakter özelliği de pek hoş etiketler olmasa da sağlıklı miktarda kaldığı sürece yıldızları iten en önemli özelliklerden başlıcalarıdır. Ama Neslihan bir istisna. Ne sahada çok değer verdiği işini yaparken vücut diline yansıyan bir hırsı, ne saha dışında bencilliği ne de kelimelerine yansıyan bir egosu var.
Unutmuyorum, o turnuvada sahada her şeyini ortaya koyan genç yıldız, maçtan sonra da en az bir maç mesaisi kadar insanların kendisine olan ilgisine yanıt vermeye çalışıyor, kendisiyle bulduğum kısa konuşma fırsatında tek derdinin
“3 yıldır 1 hafta tatil yüzü görememek” olduğunu son derece nahif ve neredeyse rica eder bir ifadeyle dile getiriyordu.
Branşlarımız farklı olduğu için sıradan bir izleyiciden farklı veya daha yakından takip edemedim kariyer gelişimini. Ama o günden sonra sahadaki duruşundan bile çok değişmediğini anlamak zor olmuyor. Beraber yediğimiz yemekte o günden sonra daha büyümüş ama spor onu ne noktalara taşımış olursa olsun, içine dönük, nazik ve nahif karakterini hiç törpüleyemediğini görmek zor olmadı. 21 yaşındaki Neslihan bir yıldız adayıydı. 29 yaşında ise büyük bir yıldız. Ama içindeki kişi hiç değişmemiş.
O yüzden hayatında onu ilk kez izleyen biri bile, mesela kendi alanında bir başka büyük yıldız Flea bile bir kez ekrandan gördüğü Neslihan’a hayran olabiliyor. Çünkü Neslihan spor dünyasında bir istisna. Onun aurası da bu. Sohbetimiz sırasında yeteneklerinin onu bu noktaya çıkardığını, kendisini sürüklediğini söyledi. Her zamanki gibi alçakgönüllülük ediyor. Ona ben değil en iyi yanıtı efsane koç John Wooden versin: “Yetenek zirveye çıkarır, karakter orada tutar.”
Kaan Kural.: Her zaman merak etmişimdir, sen sakin ve daha “low-profile” bir karaktersin. Genelde, senin gibi üst düzey sporcular daha yırtıcı olurlar doğaları gereği...
Neslihan Darnel.: Çocukluğumdan beri çok sessiz sakindim...
Kaan K.: O tip bir karakterin üstün sporcu olması çok nadirdir.
Neslihan D.: Bilmiyorum valla. Küçükken ben hiç konuşmazdım, utangaçtım, bu benim açılmış halim.
Kaan K.: Ama sahadaki halin de böyle. O içindeki hırsı dışarı çıkaran oyunculardan olmadın hiçbir zaman.
Neslihan D.: Evet, çocukluğumdan gelen bir şey herhalde. Bazen de benim çok işime yaradı aslında o ifadesizliğim. Çünkü çok duygularını yüzüne yansıtamayan bir insanım ben. Çok ufak yaştan beri takımın lideri konumunda, hep böyle takımı sırtlayan bir etiket yapıştırılınca... Herkes size bakıyor takımda, hani herhangi bir mimikte hemen bir şey konduracaklar... O yüzden “poker face”... O an kendini güçsüz hissetsen de güçlü gözükmek zorundasın arkadaşlarına. O anlamda işime yaradı.
“Ben de Flea durumuna düşmeyeyim şimdi”
Kaan K.: Bunu hiçbir üst düzey sporcu söylemez, senin Twitter profilinde “Eczacıbaşı ve milli takımda voleybolcu, başka da bir işe yaramaz” yazıyor. Çok başka bir sporcusun.
Neslihan D.: Kazara sporcu olmuşum (gülüyor).
Kaan K.: Ama hakikaten auran çok farklı. Sende bir sessiz fırtına havası var. Gereksiz yere çok gündeme geldi ya Flea’nin o tweet’i atması... Ben de Flea durumuna düşmeyeyim şimdi. “I have a celebrity crush on Neslihan Darnel”. (gülüyor). O iş yanlış yerlere gitti. Bunda eşinin rahatsız olacağı bir durum yok. Bir kere Türkiye’de “celebrity crush”ı kimse anlamıyor. Bu bir hayranlık, mesela Brad Pitt’in hayranlarından farklı bir şey değil. Flea de dünyada çok bilinen, çok sevilen benim de hayran olduğum sanatçılardan biri. Kendisini bunu yazarak çok aşağı bir konuma da koyuyor. Genelde o kadar ünlü ve o kadar popüler insanlar kendilerini çok aşağı konuma koymazlar. Ama işte aura öyle bir şey.
Neslihan D.: Normal bir şey bu. Günde yüz kişi hayranlığını dile getiriyor. O dönemde özellikle... Olimpiyatlardasınız, göz önündesiniz. Gayet normal. Çok büyüttüler. Magazin tarafına kaydı biraz. O taraf çok nankör. Özellikle bizim yaptığımız meslekte çok nankör. Bir gün varsın, bir gün yoksun.
Kaan K.: Çok acayip; iyi olduğun zamanlar bazen gereksiz abartılıyor ama bir şekilde belli bir standardın altına düş, o zaman da dünyanın en kötü insanı olursun. Sporcuların yargılandığı mahkeme çok acayip bir mahkeme. Lebron James’i yerden yere vuruluyorlardı ya iki sene önce. Sporcu yaptığı sporda biraz başarılı olduğu zaman sanki hayatın her alanında olağanüstü bir insanmış gibi kabul ediliyor. Lebron’ı yerden yere vuruyorlardı şampiyon olamadı diye... Şampiyon olduktan sonra, şimdi sanki dünyanın bir numaralı karakteriymiş gibi... Adamı Noam Chomsky ile falan aynı kefeye koyacaklar nerdeyse.
Neslihan D.: Ben zaten bazen düşünüyorum da; hani futbol programlarında her şeyi konuşuyorlar
ya, “Bizi konuşsalar ne yaparız acaba?” diyorum. İyi ki futbol kadar popüler değiliz Türkiye’de, yoksa yanmıştık.
Kaan K.: Futbol çok acayip ya, 90 dakikalık maçı 180 dakika konuşabiliyorlar. Ben de program yapıyorum, bizim program bir saat sürüyor fakat en az yedi-sekiz tane maçı konuşuyoruz. Bana iki saatlik program verseler, kendimi bu konuda yetkin görmeme rağmen ben konuşamam iki saat. Siz de genelde turnuva zamanları daha çok akıllara geliyorsunuz.
Neslihan D.: Voleybol biraz daha milli takım odaklı.
Kaan K.: Sırf voleybol değil ama hemen hemen bütün sporlar. Belki biraz basketbol ama o da kulüp takımlarının biraz sürüklemesi ile oldu. Onun dışında mesela atıyorum Aslı Çakır Alptekin Olimpiyat’ta altın madalyayı aldı. Nevin Yanıt mesela muazzam bir başarı... Avrupa Şampiyonası’na katılana kadar, ne yapıyor ne ediyor hiç haberimiz yoktu.
Neslihan D.: Öyle işte maalesef.
Kaan K.: Neyse, iyi taraflarını da görmeye çalışıyoruz.
Neslihan D.: Evet evet, hiç gerek yok, mutluyuz biz yerimizden. Düşünemiyorum bizim bir maçı kare kare oynattıklarını...
Kaan K.: “Neslihan burada işareti bile anlamamış.”
Neslihan D.: Ben hepsine canlı bağlanırdım herhalde, adamlar pişman olur eleştireceklerine (gülüyor).
“Hepimiz inek sütü içerek büyüdük, ne var bunda?”
Kaan K.: Sizinki anaokuluna gidiyor değil mi?
Neslihan D.: 2,5 senedir gidiyor. Bir de onların 9-5, mesai gibi.
Kaan K.: O konularda çok ilerleme kaydettiler. Şimdi eskisi gibi gelsinler, oynasınlar, sütünü içsinler falan değil, ciddi pedagojik şeyler var. Ben biraz araştırmaya çalışıyorum; hep derler ya “Çocuklara çok fazla televizyon izletmeyin” diye, tabii ki çok fazla izlememeleri gerekiyor ama şimdiki çocuk kanalları çok ciddi, çocuk gelişim profesörleri yönetiminde hazırlanıyor.
Neslihan D.: Bir de şöyle bir şey var; evet, doğru söylüyorlar belki çok fazla izletmeyin diyerek ama bizim zamanımızda biz ne izliyorduk? Tom ve Jerry... Tom onun kafasına vuruyor, Jerry ona patlatır, hep şiddet içeren şeyler. Şimdi öyle çizgi filmler yok ki. Hepsinin içinde mesaj gizli mesela.
Kaan K.: Şimdi biz evde mamayı değiştireceğiz, “şu bilmem ne, şu şöyle” bir sürü bir şeyler söyleniyor. Bizim hanım Allah’tan benimle aynı kafada olduğu için hiç takılmıyor öyle şeylere. Geçenlerde bir arkadaşımız geldi işte
“O mama çok daha iyiymiş, bilmem ne varmış içinde...” Hepimiz un çorbası ve inek sütü içerek büyüdük. Şimdi çocuk doktoru “inek sütü içirmiyoruz çocuklarımıza” diyor. Ya kardeşim insan yüz bin yıllık evrim sürecinde inek ve başka sütler içerek büyüdü, ben de öyle büyüdüm. Hani birtakım eksiklerim olabilir ama öyle çok ciddi bir sağlık problemi falan da yaşamadım.
Neslihan D.: Ama insanın çocuğu olunca da tedirgin oluyor. Ben o doktorun dediğini yapmadığım zaman içime bir yumru oturuyor.
Kaan K.: Kendin olsa hiç umursamazsın ama ona milyonda bir fark yaratacaksa bile “aman yapayım” diye saçma bir içgüdün oluyor. Kıyamıyorsun. Mesela kendin için “buna 100 lira vermem” diyorsun ama ona vermek istiyorsun. Fakat ben deliriyorum bazen. Kardeşim bir tane pijama nasıl 80 lira olur. Tamam, çok güzel eyvallah da... Allah’tan ben iş için çok Amerika’ya gidiyorum da oradan alıyorum.
“Çocuğumu bırakıp gitmek çok zor oluyor”
Neslihan D.: Ben de Kanada’dan Zeynep’e bir şeyler almıştım. Çocuklara çok güzel kıyafetler var.
Kaan K.: Bir de istiyorsun, “ay ne güzel olur bunun içinde” diye. Halbuki bir-iki ay giyiyor. Seninki biraz daha oturmuştur tabii ama benimki zaten bir ay sonra falan giyemiyor.
Neslihan D.: Aynen öyle. Biz de ilk zamanlar öyleydik. Şimdi iki üç beden büyük alıyorum. Şu an Zeynep 4.5 yaşında 6-7 yaş giyiyor.
Kaan K.: Kayınbiraderin bir kızı oldu bizden 7 ay sonra, biz her şeyi oraya devrettiğimiz için onlar çok ballı.
Neslihan D.: Biz öyle büyüdük. Küçükken ben de hep kuzenimkileri giyerdim. Bir çocuğun giydiğinden ne olacak, eskimiyor ki... İki ay sonra dediğin gibi giyemiyor zaten.
Kaan K.: Sen bir ara bayağı şikayet ediyordun. Yurt dışı seyahatleri falan...
Neslihan D.: Çok fena ama ya o Grand Prix denilen şey çok kötü. Bir gidiyorsun, bir daha yoksun bir ay. Her hafta bir yerdesin.
Kaan K.: Bir de şey oluyor mu sende? Bende acayip olmuştu. Seyahate gidiyorum; mesela yurt içinde bir yere gidiyorsam üç günlüğüne, özlüyorum. Tabii anne olmak çok daha farklı, aynı şey olduğunu asla iddia etmiyorum. Ama mesela dört günlüğüne Almanya’ya gidiyorsun orada daha fazla özlüyorsun. Nasıl tuhaf bir psikolojiyse...
Neslihan D.: Ben de arayıp her gün konuşuyorum telefonda. Siparişlerini alıyorum; “Anne bana bunu al”. Zor oluyor ya bırakıp gitmek. Şimdi bir de anlıyor, gittiğimde arkamdan bakıyor, el sallıyor... Nasıl bırakıp gidiyorsun, gidiyorsun işte, iş bu.
Neslihan Darnel: “Babalar oğullarını alıp maça gider ya, şimdi de anneler kızlarını alıp voleybol maçına geliyor. Bu gerçekten çok güzel bir görüntü tribünlerde”
Kaan Kural: “İyi sporcu yetiştirmek konusunda çok ciddi sorunlarımız var. Ne okula gidiyorlar, ne bireysel gelişimlerini tamamlayabiliyorlar”
“Sen hakikaten plaza kadını olmuşsun”
Kaan K.: Deniz ürünleri sever misin?
Neslihan D.: Severim. Ben her şeyi yerim ya. Bir tek böbrek, ciğer, sakatat onları sevmem, yemem. İnsanın yedikçe yiyesi geliyor. İştahım açıldı, havadan herhalde, açık havadan. Çok da güzeldi her şey...
Kaan K.: Balıkçıları özellikle Boğaz’a nazır yapıyorlar, estikçe acıkıyorsun. Yavaş servis falan, tam anlamıyorsun. Bunların hepsi kapitalizmin oyunları (gülüyor)
Neslihan D.: Ben zaten bir tane geliyor yiyorum, diğeri gelene kadar tekrar acıkıyorum. Ben eskiden Beylerbeyi’nde oturuyordum. Geliyorduk buraya. Levrek Pirzola harika. Bir de geçen sene arkadaşlarım Çeşme’ye götürdüler beni. Urla’da Yengeç diye bir yere gittik. Eğer yolun düşerse git mutlaka. İnanılmaz bir yerdi.
Kaan K.: Yengeç demişken geçen sene NBA finallerinde Miami’ye gitmiştik, oranın çok ünlü, tarihi bir Joe’s Stone Crab diye bir yengeççisi var. Ben orada yengeç yedikten sonra dünyanın hiçbir yerinde yengeç yiyemem herhalde. Yolun düşer mi bilmiyorum ama...
“Biriken millerinle 7 dünya turu yaparsın”
Neslihan D.: O kadar uyuzum ki o yolculuk, seyahat konularında.
Kaan K.: O kadar seyahat ettikten sonra olursun tabii.
Neslihan D.: Çanta hazırlamak bana zul geliyor ya. Hazırlayamıyorum, diyorum ki kazandığım parayı harcayamadan ölüp gideceğim. Çanta hazırlamakla geçiyor ömrüm, hiçbir yeri gezemedim. Paris’e gitmedim hayatımda daha. Düşünün yani o derece zavallıyım (gülüyor).
Kaan K.: Aa! Bir Grand Prix yok muydu ya?
Neslihan D.: Yok. Bizim Grand Prix’ler Çin’de olur, Japonya’da olur. Tokyo’yu avucumun içi gibi biliyorum mesela. Sorun her şeyi anlatayım. Ama hani görülmesi gereken ikon yerler vardır ya, hiç gitmedim oralara daha. Paris’e, Viyana’ya, Prag’a...
Kaan K.: Profesyonel olarak sen 500 yurt dışı seyahati yapmışsındır herhalde, geçmiş midir?
Neslihan D.: Herhalde yapmışımdır. Elit Plus oldum.
Kaan K.: Biriken millerle 7 dünya turu yaparsın herhalde. Ömür boyu geçerli kart verecekler sana; abonman.
Neslihan D.: Ortak olmayı düşünüyorum Türk Hava Yolları’na. Halka açılırsa hisse alacağım.
“Sporda mental güç ve yeterlilik de çok önemli”
Kaan K.: Sizin Ayazağa’da mıydı antrenmanlar?
Neslihan D.: Evet, Ayazağa’da. Antrenman saatlerini değiştirmeleri iyi oldu. Yoksa ben gerçekten hayata küsmüştüm. Arabada yaşıyordum ya. İki günde bir temizlik yapıyorum, kahve bardakları, yemek paketleri... Bizim Ayazağa’da bir Perihan ablamız var, 25-30 senedir orada ve ev yemekleri, kekler, börekler falan yapıyor. Giderken bildiğin yolluk alıyordum ondan çünkü bayağı
1,5 saat yol gidiyordum. Ama şimdi daha rahatım.
Kaan K.: 9-5 çalışan plaza kadınına döndüm diyorsun. En azından yol olarak. Antrenman saatlerini senin için değiştirdikleri doğru mu?
Neslihan D.: Hayır. Ben alışmıştım artık...
Kaan K.: Avrupa’da üst düzey sporda bence çok ciddi bir hata yapılıyor. Amerika’da profesyonel sporcular çok ciddi miktarda tatil yapıyor biliyor musun?
Neslihan D.: Çalışmak kadar dinlenmek de çok önemli.
Kaan K.: Aynen. Bir de işin herkes fiziksel tarafına çok takılıyor. Fakat işin zihinsel tarafını atlıyorlar. Özellikle üst düzey bir sporcunun uzun süreler bu işi yaptıktan sonra mutlaka tatil lazım. Amerikan sporlarında bence en iyi yapılan işlerden biri o. Sporcuları üç ya da dört ay boş bırakıyorlar. NBA beş buçuk ay sürüyor.
Neslihan D.: Ama şöyle bir şey var, bence belli bir yaşa ve belli bir tecrübeye geldikten sonra, teknik olarak kendine katabileceğin çok bir şey yok zaten. Sadece fiziğini düzgün tutmak zorundasın. Bunu da işte halter, fitness, pilatesle... Zaten profesyonel olduğun için seni dört ay bırakıyorlarsa sen dört ay yatmıyorsun ki.
Kaan K.: Ve sen onu çok daha iyi bilirsin en üst düzeyde oynadığın zaman zihinsel odaklanma çok daha önemli.
Neslihan D.: Tabii, hani fiziksel bir aktivite olarak görünüyor ama o mental yeterlilik ve mental güç çok önemli sporda. En ufak bir güvensizlik hissedersen en iyi yaptığın şeyi yapamıyor hale gelebilirsin. İstediğin kadar antrenman yap desinler sana. Çok zor oluyor. Bakalım bu sene tatil vereceğiz diyorlar. Göreceğiz.
Kaan K.: Sen hakikaten bir plaza kadını olmuşsun yalnız. Trafikte çile çeken, tatil bekleyen... “Bu yıl 15 gün izin varmış” falan diye.
Neslihan D.: Aynen öyle. Sinir oluyorum arkadaşlarıma bazen, “Ne yapıyorsunuz?” diye soruyorum. “Long weekend, bilmem nereye kayağa gidiyoruz...” Long weekend (uzun hafta sonu) ne ya? diyorum. Benim çarşamba maçım var cumartesi bir daha var, “long weekend” bu işte diyorum. En büyük hayalim “long weekend” tatile gideceğim.
Kaan K.: Emekli olunca artık. Sen “weekend” kavramından bihaber yaşayacaksın uzun süre.
“Evde hiç voleybol konuşmayı sevmem”
Kaan K.: Eşin de voleybol dünyasının içinden.
Neslihan D.: Evet öyle ama mesela ben evde ne voleybol konuşurum ne de antrenmana gidince evdeki bir şeyi konuşurum. Valla o hep anlatıyor, dinlemiyorum artık. O kadar bıkmışım yani.
Kaan K.: Bunu yazarlarsa ne yapacaksın?
Neslihan D.: Biliyor zaten, söylüyorum. Hiç konuşmak istemiyorum ama o bayılıyor konuşmaya. O anlatıyor ben de “tamam tamam” diyorum.
Kaan K.: Sen gerçekten de hiç standart, hele üst düzey sporcu profiline hiç uymuyorsun ya.
Neslihan D.: Hiç uymuyorum valla, hiç. Biraz daha ev hanımı profili var. Altın günü falan yapayım, öyle bir profil var bende.
Kaan K.: Hani Walt Disney filmleri olur ya, sıradan bir insana inanılmaz yetenekler bahşedilir ve mecburen çok acayip şeyler yapması gerekir. Peki artık kendine zaman ayırabiliyor musun biraz?
Neslihan D.: Ayırıyorum ya. Mesela antrenman araları uzadı ya bizim, eve gitmiyorum, geziyorum, kızlarla yemekler yiyoruz; o bile o akşamki antrenmana motivasyon oluyor. Gidip bir yemek yemek, başka birkaç kişinin yüzünü görmek güzel oluyor. Eskiden antrenman araları da kısaydı, şimdi kendime de vakit ayırabiliyorum, kuaförüme gidebiliyorum falan... Hem de kızıma ayırmam gereken vakitten çalmadan yapıyorum bunu, o yüzden şu an çok mutluyum.
“Domestik bir insanım”
Kaan K.: Sen yemek yapıyor musun?
Neslihan D.: Yaparım tabii, çok severim yemek yapmayı. Ben öyle domestik bir insanım. Vaktim olsaydı benim evde yapardık bu yemeği...
Kaan K.: Domestiksin de ne bileyim ya eve gittiğinde zaten sınırlı zaman filan...
Neslihan D.: Yok hani vaktim olduğunda yapıyorum. Onun dışında annem babam sağ olsun hiç bırakmıyorlar.
“Kızım basketbolcu olsun istemem ama voleybolcu olabilir”
Kaan K.: İyi sporcu yetiştirmek konusunda çok ciddi sorunlarımız var. 13-14 yaşındaki çok yetenekli sporcuları direkt spora bağlıyoruz. Ne okula gidiyorlar, ne bireysel gelişimlerini tamamlayabiliyorlar.
Neslihan D.: O kadar boş insana bir de ego yüklüyorsun. Çok yanlış.
Kaan K.: Ben çocuğum sporcu olmak isterse karışmam o konuda ama çok özel bir yetenek değilse sporun sadece hayatının bir parçası olmasını isterim, sporcu olmasını istemem. Çünkü spor çok zor bir alan ve çok özel bir yetenek gerektiriyor. Basketbolcu olmasını istemem, voleybolcu olabilir ama.
Neslihan D.: Kızım isterse destek oluruz sonuna kadar ama illa olsun gibi bir şeyimiz yok. Şimdi çok özeniyor bana. Antrenmanlara geliyor, antrenörlerle de arası çok iyi. Birkaç bir şey öğrettiler ona, evde balonla çalışıyor.
“Sabahları eşimle sizin ‘Acemi Cadı’ dizinizi izlerdik”
Neslihan D.: Bir ara “Acemi Cadı”da oynuyordunuz. Yine düşünüyor musunuz dizi falan?
Kaan K.: Oyunculuk, biraz tesadüf oldu ve daha çok konuk oyunculuktu benimkisi. Senin kız seyretmiş bile olabilir tekrarlarını.
Neslihan D.: Biz de seyrettik onu, eşimle. Sabahları yayınlanıyordu tekrarları, sabah kalkınca kahvaltıda izliyorduk.
Kaan K.: Benimki tamamen konuk oyunculuk, renk olsun diye. Bölüm başı toplam iki dakika görünüyordum. Zaten toplam iki dakikadan fazla görünürsem dizinin akıbeti için pek hayırlı olmayacaktı.
Yemek Çengelköy Villa Bosphorus’ta yendi