Pazar“Cin tonik var diye telefon ederdik”

“Cin tonik var diye telefon ederdik”

06.07.2008 - 01:00 | Son Güncellenme:

29 adıyla özdeşleşen Metin Fadıllıoğlu eğlence ve restoran sektöründe 40’ıncı yılını kutladı. Ünlü işletmeci müşterisi olduğu Club 33’te işe diskjokeylikle başlayarak bugünlere geldi. Fadıllıoğlu: “Benim jenerasyonum bir sosyal devrim yaşadı. İki kasa tonik bulduğumuzda müşterilere telefon ederek ‘Bu gece gelip cin tonik içebilirsiniz’ demiştik. Şimdi bakkalda bile viski satılıyor.”

“Cin tonik var diye telefon ederdik”

“Bir gece Kulüp 33’te arkadaşlarımla otururken, kalktım diskjokey oldum”

Gece kulübü işletmeciliğinde 40’ıncı yılını kutlayan Metin Fadıllıoğlu: “Birlikte gezdiğim arkadaşlarımın hepsi gitti, aile fabrikalarında bir yere oturdu. Aramız birden açıldı. Benim için iki seçenek vardı. Bu hayatı devam ettirebilmek için ya onların yağcısı olacaktım ya da kendi başıma bir şey yapacaktım. Bir gece Kulüp 33’te hep birlikte otururken, kalktım diskjokey oldum”

Meslekte 40 yıl... Herkese nasip olmaz. Ulus 29, Çubuklu
29 ve Beymen Brasserie’nin sahibi Metin Fadıllıoğlu, 40’ıncı yılını geçen hafta Çubuklu 29’da verdiği bir davetle kutladı. Biz de bu 40 yılı anlatmasını istedik, Ulus 29’da buluştuk Fadıllıoğlu ile.
Burası aynı zamanda Metin Fadıllıoğlu’nun ofisi. Gittiğimde kucağında bilgisayarı, bir masada harıl harıl çalışıyordu. Karşıda şıkır şıkır Boğaz... İnsanın hem gözünü hem de aklını alıyor! Ama o da ne, Metin Fadıllıoğlu manzara yerine bilgisayar ekranına bakıyor. İşini bitirene kadar bekliyorum.
Gerçekten de söylendiği gibi Jack Nicholson‘a benziyor. Sert bakışlar, Nicholson’vari kalkık çatık kaşlar... Ama bir anda kaşlar havada çapkın çapkın gülümseyebiliyor.
Hal hatır derken söyleşiye başlıyoruz. Ama öyle tereyağından kıl çeker gibi olmuyor. Önce çaktırmadan sınıyor gibi, “Ne soracaksın, nasıl soracaksın?” derken sınavı geçiyorum ki epey rahatlıyor.
Sanıldığı gibi babadan zengin değil Fadıllıoğlu, sıfırdan başlamış, aklıyla, çabasıyla, emeğiyle varmış bugünkü konumuna. Bir de eşi Zeynep Fadıllıoğlu’nun desteğiyle... İşte size 40 yıllık bir başarı hikayesi...


40 yıldır her gece misafir ağırlıyorsunuz. Bunun için nasıl biri olmak lazım?
Bir kere gece dışarıda olmak lazım. Bu benim için çok kolay çünkü mesleğe başladığımdan 10 yıl önce de hep dışarıdaydım. O zaman birçok grup vardı: Yeşilköy, Suadiye, Büyükada grupları... Biz Zincirlikuyu’da oturanlar grubuyduk. 15 yaşlarımda geceleri çıkmaya başladığımda gittiğimiz yerler kısıtlıydı. Sonra palazlanınca daha büyük deplasmanlara çıktık, mesela Yeşilköy Çınar Oteli’ne, Suadiye Kulüp Reşat’a ya da Elmadağ Kulüp 33’e giderdik. 

Arkadaş grubunuzda kimler vardı?
Faruk Süren, Ömer Tığrak, Talha Ebuzziya... Kızlardan pek hatırladığım yok. 

40 yıllık başarı için diğerlerinden farkınız ne?
Karizma lazım. Bunun Türkçesi Allah vergisi. Ben bir yer yapıp da muvaffak olduğumda başka bir insan oluyorum. Benim bununla beslenmem lazım, yoksa ölürüm. O zaman da ısrarcı oluyorsunuz, hayat memat meselesine dönüşüyor. Zaten ben bütün meselelerde ısrarcı olmanın çok önemli olduğuna inanıyorum. Ve her seferinde sanki arkandaki bütün köprüler yıkılmış gibi hareket etmelisin. Ben hiçbir zaman yarım düşeceğime inanmam, başaramazsam tam düşerim.

Çok ağır bir baskı değil mi bu?
Çok ağır. Son 10 senede biraz kurtuldum, zaten yaşanacak gibi değildi. Mesela yazlık yer açacaksın, “Gelecek sene açayım, tatile gideyim” diyorsun. Benim için öyle bir şey yok, o yaz ne yapacağım o zaman?  

“Eskiden müşterilere cin tonik var diye telefon ederdik”
 

40 sene boyunca hiç mi uzun tatil yapmadınız?
Hayır. Benim ofisim burası. Şu manzaraya bak. Çubuklu’ya bak, hangi yazlıkta oturacağım? Dünyanın en güzel yerlerindeyim, neyin tatiline gideyim?

“Param da var, iki ay tekneyle deniz açılayım” demez misiniz?
Hayır. Etrafında güzel insanlar görüp kafayı bulup eğlenmekse tatil, eskiden bunlar Paris’te ya da Yunan adalarında olurdu. Şimdi İstanbul’da her şey var. Benim jenerasyonum bir sosyal devrim yaşadı. Mesela şöyle bir olay hatırlıyorum. İki kasa Schweppes tonik bulmuşuz, müşterilere telefon edip “Bu gece bize gelin, cin tonik içebilirsiniz” diyoruz. Şimdi bakkalda viski satılıyor, mümkün müydü? İlk işe başladığımızda bize gelecek 100 kişi vardı. Bir yer açardık, o 100 kişi sıkılınca kapar, yeni yer açardık. 

Kimler sizin kapınızdan giremez?
Bazı arkadaşların böyle sözlerini okuyorum gazetede. Bence iki ay sonra kendin bile okuyup mantıksız bulabilirsin bu lafları. Birtakım şeyleri, hele sosyal meselelerde kurallar halinde koyarsanız çok çabuk mahcup olabilirsiniz. Şerif Mardin bir laf etti, ona bile itirazlar geliyor.

Buradan içeri giremeyecek kimse yok mu?
Kendimizi farklı bir yerde görüyorum, bu bir PR şekli. Mesela Ferrari reklam yapmaz. Bugün mecmualardan birinde Lamborghini’nin ilanını gördüm. İkisi de büyük fiyat. Ama Ferrari ilan vermiyor. 

Buradan şu sonucu mu çıkarmalıyım: Gelmesini istemeyeceğiniz kişiler zaten bu kapıya gelmez.
Evet, çünkü bizim yaptığımız PR zaten ona ulaşmıyor. Ya da ters bir şekilde ulaşıyor. O zannediyor ki burada Ferrari fiyatları var. Biz eskiden yurtdışına çıktığımızda kulüplerin kapısında bir adam görürdük, profesör gibi kellifelli... Senin senelerce okula gidip öğrenmeye çalıştığın lisanı herif aslanlar gibi konuşuyor. Ne oluyordu? Bir türlü bara yaklaşıp bir içki isteyemiyordun. Belki onlarda da böyle bir duygu olabilir, belki o yüzden gelmiyorlar. 

“Burada lahmacun var çünkü çok sevdiğim bir yemek

Aslında sandıkları kadar “seçkinci” değilsiniz, öyle mi?
Mesela benim yemek meselesinde nouvelle cuisine falan umrumda değil. Takdir ediyorum ama benim mönümde böyle bir şey olamaz. Hangi mutfaktan gelirse gelsin, burada herkesin yiyebileceği yemekler olur. Ben bir aşçıyla çalışmaya başlayacağım zaman ister Fransız olsun ister İtalyan ister Türk, derim ki “Arkadaş sen git çarşı pazar gez, ne seçiyorsan seç, bana en iyi yaptığın üç yemeği pişir”.
Biz öyle kibrit kebabını bulmuşuzdur, adamın biri kendi memleketinden getirdi o tarifi. Demek istediğim şu, yemekte öyle bir iddiam yok. Şarabın bir etiketi olduğuna inanıyorum ama yemeğin yok. 

O yüzden mi burada lahmacun bile var?
Evet, tam da böyle. Ben lahmacun yapmakta bir saniye bile tereddüt etmedim. Birincisi, benim çok sevdiğim bir yemek. İkincisi, niye yapmayayım? Bir yemeği satmak için dört etken var. Bir, malzemesini bulabiliyor musun? İki, o yemeği pişirebiliyor musun? Çünkü biz olaylara evdeki bir kadın gibi bakmayız. Kadın oturur, dört saat uğraşır, 10 kişiye yemek pişirir. Ama gecede 200 kişiye servis verdiğinizde yüzde 100 çok zordur. Üçüncü etken, bunu yiyen var mı? Bir de o yemeğin parasını ödeyebilen var mı? Bu da dördüncü... Başka etken yok benim için. 

Bugüne kadar hiç çuvallamadınız mı?
29 ya da 30 yer yaptım, yarısından çoğunda çuvalladım. Parasal çuvallamadan söz ediyorum; yoksa güzel yerler açtım, iyi yemek, iyi servis verdim. Zaten o yüzden devam edebildim.  

Size açık çek veriyorum. Dünyanın neresinde, nasıl bir yer açmak istersiniz?
Sen etrafına iyi bakmadın galiba. Şimdi bir daha bak... Bundan güzel bir yer olabilir mi? Geçen gün bir arkadaşla konuşuyorduk, Küba açılıyor yakında. Şimdi buradan Küba’ya git, orada Allah’ın adamlarıyla uğraş... Hem orada yaşayamam ki... 

Gündemden nasıl etkileniyor gece hayatı?
Yok öyle bir şey...

Önceki akşam Ergenekon gözaltıları olduğunda hiçbir şey fark etmedi mi?
Yok canım. Zaten biz etkilenmeye başlamışsak gündemden, o büyük bir alarmdır bence. 

“Jack Nicholson’a ‘Sizi bana benzetiyorlar’ diyecektim, utandım”

Haberin Devamı

Sizi Jack Nicholson’a benzetiyorlar.
Evet eskiden de Robert Wagner’a benzetiyorlardı. Jack Nicholson ile karşılaştık New York’ta. Gidip “Sizin bana benzediğinizi söylüyorlar” diyecektim, utandım, hayatımın hıyarlığını yaptım. Ki öyle bir adam değilim ama o gün domuzluğum üzerimdeydi. 

Siz de onun gibi hınzır mısınız?
Evet. Çok ince bir dalga geçme var hali ya, o benziyor. Olayları daha kendine göre, kara mizahla yorumlama. Aziz Nesin’le büyümüş bir adam olarak ben de öyleyim.

“Zeynep işyerime geldiğinde ortaklarım protesto etti. Çünkü onlar eski karılarıyla evliydi, benimki yeni karımdı!”

“Cin tonik var diye telefon ederdik”


Gece kulübü işletmeciliği aile hayatına nasıl yansıyor?
Beraber olduğunuz insanın bu sisteme uyması lazım. Karınız sabah işinde çalışıyorsa ne olacak? Sen eve geliyorsun, o kalkıyor. Sen evden çıkacakken o işten geliyor. O zaman da işte sizinle olmaya çalışıyor. Ama orada siz onunla ilgilenecek durumda değilsiniz. Bilhassa ilk başlarda yanınızda sevgilinizi, karınızı getirdiğinizde de ciddiyet olmuyor. Kocanız çalışırken bir köşede oturup ne yapacaksınız? Zor iş... Ancak birisini çok severseniz yapabilirsiniz.

Zaten Zeynep hanımla birlikte çalışıyorsunuz. İlk eşinizle nasıldı hayat?
İlk eşim gelmezdi işyerime. Sabahları çalışıyordu çünkü. Fransızdı ve daha değişik bir hayatımız vardı. Biz Türklerin alışık olmadığı, daha bireysel bir hayat. Zeynep’le ise daha sokulgandık, birbirimizden ayrılamıyorduk. Bir de Zeynep’le evlendiğimde işe başladığımdan beri 10 yıl bitmişti.

Taşlar yerine oturmuş muydu?
Oturmamıştı. Çünkü ben işe yalnız başlayıp, sonra birtakım ortaklıklara girip yeniden yalnız devam ettim. Şamdan’daki ortaklığımın son üç senesinde Zeynep’le evliydim. O bizim yerlerimize geldiğinde ortaklarımın büyük protestosuyla karşılaştı.

“Zeynep bir gece Şamdan’a geldi, 90’dan gol yedim” 

Neden?
“Şimdi sen karını getiriyorsan biz de karılarımızı getirmek zorundayız” dediler. Tabii onlara o kadar hak vermezlik de edemedim. Çünkü onların eski karılarıydı, benimki yeni karımdı! Fakat atladıkları bir nokta vardı; Zeynep zaten bu sosyal hayatın içindeydi. Bizim orada müşteri olarak kazanmak için bir tarafımızı yırttığımız insanlardan birinin kızıydı. Ortaklarımın karıları iyi çevrelerden gelen, iyi okumuş ama sosyal güçleri olmayan insanlardı. Nitekim ben ortaklarımdan Şamdan ismini de bırakarak ayrılıp bana kalan bir tek kapı numarasıyla ilk 29’u açtığımda biz Zeynep’in annesinin verdiği güçle iki sene ful çektik. 

Sizin gücünüz yok muydu?
Tabii ki vardı. Ama ben karılarımızın gücü hakkında misal vermek için bunu anlattım. Zeynep onları kırmamak için bir müddet gelmedi işyerlerimize. O dönemde bana 50-60 tane kazak ördü. Yalnız kolları biraz uzundu kazakların, idare ettik durumu. 

Zeynep hanımla nerede tanıştınız?
Zeynep’in dediğine göre, o 14 yaşındayken. Benim Uludağ’da otelim ve lokantam vardı. O böyle tanımış beni. Benim onu asıl hatırlayışım, bundan iki sene sonra, onların yalısının yanındaki Sait Halim Paşa Yalısı’nı çalıştırırken evden kaçıp gelmeleri. Ama kötü bir gözle bakmamıştım. 

Ne zaman baktınız?
Ben boşandıktan sonra. İnsan boşandığında sersem tavuk gibi dolaşıyor etrafta. 1979’da Zeynep bir gece Şamdan’a geldi, orada takıldık biraz.

Hatırladınız mı onun o kız olduğunu?
Tabii canım, hemen hatırladım. Orada gol oldu bana, tam 90’dan. O sırada Londra’ya lokanta açmaya gidiyordum, o da yanıma geldi. Orada evlendik, kızımız orada doğdu.

“Cin tonik var diye telefon ederdik”


“Freiburg’a işletme okumaya gittim, hemen gece kulübünün yerini sordum”

Alman Lisesi’nde okurken nasıl bir meslek vardı hayalinizde?
Doktor olmayı düşünüyordum, hatta Viyana’ya müracaatta bulunmuştum. Orada Profesör Fellinger diye biri vardı ve benim büyük amcam operatör Derviş Manizade’nin arkadaşıydı. Sonra bir gün amcamın evine gittim, karısı Abide hanım bana “Sen aklını mı kaçırdın?”deyip amcamın hayatını anlattı. Ben epey kötü oldum tabii. Freiburg’a gittim, işletme iktisadına girdim. Ama okulu burada bitirdim. 

Freiburg kadar sakin bir şehirde yapamadınız tabii.
Bana hiç uymuyordu. Herkese birini tayin ediyorlardı can yoldaşı diye. Hemen dedim ki “Gece kulübü nerede?” Orada Tangente diye bir kulüp varmış. Hemen Alman bir kız bulduk, bir Volkswagen’i var. Bizim ev uzak tabii, eve gitmek için bekle babam bekle kızı. Taksi çağırsan cehennemin dibinden gelecek, bütün haftalığı alıp gidecek. Yapamadım orada, döndüm.

Evdekiler ne dedi bu işe?
Babam epey bozuldu.  Merkez Bankası başmüfettişiydi. Emekliliğinden sonra Uludağ’da gelip işlerime yardım etti, iyi bir şeyler yaptığımı gördü.

Önceleri tepki mi gösterdi?
Evet ama benim başına buyruk bir tip olduğumu bildiği için fazla zorlamadı. Annem ben 10 yaşındayken vefat etti, kız kardeşim de benden 10 yaş büyük, Üsküdar Amerikan’a gidiyordu. Babam devamlı teftişte. Ben hep yalnızdım.

Hiç başka işler denediniz mi?
Biraz. Transtürk’te Fuat (Süren) beyin yanında çalıştım. Korkunç sıkıcıydı benim için. 

O birlikte gezdiğiniz arkadaşlarınız aile şirketlerine girince neler değişti?
Üniversiteye kadar iş iyi gitti. Onlar 20 lira alıyordu, ben 10 lira alıyorum filan... Sorun yoktu. Ama ondan sonra herkes gitti fabrikasında bir yere oturdu. Ben bankaya mı gideceğim? Ara birden çok açıldı. Benim için iki seçenek vardı. Bu hayatı devam ettirebilmek için ya onların yağcısı olacaktım ya da kendi başıma bir şey yapacaktım. Bir gece Kulüp 33’te hep birlikte otururken, kalktım diskjokey oldum. “N’apıyorsun?” falan dediler. “Para kazanıyorum” dedim ben de. 

Burun mu kıvırdılar?
Öyle bir havaları oldu, biz senden bunu beklemezdik gibi. Belki de bana öyle gelmiştir. 

“Prada ile Armani’nin ölçüleri bana uyuyor. Bütün tenzilatlı satışları izlerim”

Neler okuyorsunuz?
Bence bu soruyu şöyle sormak lazım; kütüphanenizde hürmet ettiğiniz hangi kitaplar var? Niyazi Berkes’in “Türkiye’de Çağdaşlama”sı, Halil İnalcık’ın kitapları mutlaka olmalı. Çünkü bence Türkiye’nin belli adımları atması için tarihiyle ve diniyle barışması lazım. İlahiyatçı Hüseyin Atay’ın kitaplarını çok okuyorum. Fransız İhtilali mutlaka okunmalı. T.S. Eliot’un bazı makaleleri, Doğu Batı mecmuası önemli. Herman Hesse okurum. Bir rahibenin yazdığı Hz. Muhammed kitabını okudum, muhteşem. 

Şu sıralar ne okuyorsunuz?
Oscar Wilde’ın “Örnek Bir Milyoner”ini ve “Postmodernizm” diye bir kitabı. 

Neler dinliyorsunuz?
Haydn. Bütün piyanoları, bütün kadın vokalleri çok seviyorum. Her gün burada çalınanları da dinliyoruz zaten.

Sen son hangi filmi seyrettiniz?
“Uçurtma Avcısı”. Bir de “Battle for Haditha” diye Amerikalıların Irak’ı istilasına dair bir film gördüm. Her şeyin ne kadar birbirinin içine girdiğini gösteriyor. 

Giyim kuşam alışverişinizi nerelerden yapıyorsunuz?
Prada ile Armani’nin ölçüleri bana uyuyor. Bütün tenzilatlı satışları takip ederim.
Bir de Brasserie’yi Beymen’de yaptık ya, orada tuvalet mağazanın içinde. Devamlı malların içinde geçiyoruz, oradan bir blucin kapıyorum “Şunu sar bana” diye.

“Gittiğim kulüplerde tanıyorlar, Angelina Jolie’lerin sıkıntısını anlıyorum”

“Cin tonik var diye telefon ederdik”



Herkesin işini bitirip eğlenmeye başladığı saatte sizin mesainiz başlıyor. Ev düzeniniz nasıl?

Sabahları 7.30’da kalkıyorum, yüzüyorum ya da tenis oynuyorum. Ana ofisim burada, sonra Brasserie’ye ve Çubuklu’ya gidiyorum. Akşam yemeğinde mutlaka burada, Ulus 29’da oluyorum. Zeynep’in işi bitiyor geliyor, Selin de bazen geliyor. Burada yiyoruz. En geç saat 1’de yatağa girmiş oluyorum.

Evde sofra kurulmuyor mu?
Kuruluyor canım. Sabah güzel bir kahvaltı ediyoruz, gece de daima bir şeyler hazırlanıyor. Gidip böyle bakla, enginar, fasulye gibi burada çıkmayan yemekler var ya hani, onları yiyoruz hababam.  

Evde davet veriyor musunuz?
Daha çok buraya çağırıyoruz. Evin altı üstüne geliyor, bir de buradakilerin yarısı oraya gidiyor. Sıkıntı oluyor.

Kızınız Selin de meslektaşınız. Ya o eş konusunda sizin kadar şanslı olmazsa?
Burada yedi-sekiz asistanım var, hepsi bir numara kızlar. Çok önemli bir adım attım kurumsallaşma adına. Çünkü bana derlerdi ki, sen bir gün elini eteğini çekersen burası yıkılır. Buna inanmadım hiçbir zaman. Kızım böyle bir takımla çalışıyor, o açıdan daha farklı. Eskiden rollerin hepsini ben oynuyordum çünkü; mönüleri yap, siparişleri al, neredeyse bir tek yemeği pişirmiyordum. Gece de kasayı bekliyordum. Şimdi zaten kasada para yok, herkes kartla ödüyor. 

Siz kendi işyerlerinizde eğlenebiliyor musunuz?
Gece kulübünde bazen eğleniyorum.

Başka yerlere gitmez misiniz?
Zeynep gitmez zaten; hem yorgun oluyor hem de sıkışık yerlerden hoşlanmıyor. Dağıtmak için filan gidiyoruz işte. Ama eskisi gibi değil. Hemen oradan “Metin bey” diye birileri çıkıyor. Angelina Jolie’lerin sıkıntısını anlıyorum. Hiçbir zaman yalnız kalamıyor, devamlı bir maydanoz etrafta.