01.03.2015 - 02:30 | Son Güncellenme:
Güliz Arslan - guliz.arslan@milliyet.com.tr
Kendi ifadesiyle; Büyükada’da denize iki dakika mesafede yeşillikler içinde bir evi, dünyalar güzeli bir kedisi, yediği önünde, yemediği arkasında, bol sohbetli, gezmeli, tozmalı bir hayatı vardı. Grafik tasarımcı ve sosyal medya uzmanı olarak “freelance” çalışıyordu. Bir gün bir yazı okudu ve hayatı değişti. Eylülde tası tarağı toplayıp Kamboçya’ya gitti, geçen ay orada bir köyde bir aşevi açtı. Ortak bir arkadaşımızdan öğrendim hikayesini. Fotoğrafının yayımlanmasını istemeyen, “Aynebilim” takma ismini kullanan bu süperkahraman sorularımı bu kez yazılı olarak yanıtladı. Ama sözleştik; bir gün yerkürenin bir yerinde buluşacağız, ilham veren hikayesini bir de yüz yüzeyken anlatacak...
Kamboçya’da aşevi açmaya bir yazı okuduktan sonra karar vermişsiniz. Neydi sizi etkileyen?
Rutin bir gündü, marketleri gezip birinden peynir, birinden et, birinden yoğurt almıştım. Düşünsenize hepsini aynı marketten bile almıyorum çünkü birinin peynirini, birinin etini, birinin yoğurdunu beğeniyorum. Eve geldim, bilgisayarı açtım. O yazı düştü önüme. Özgür Çağdaş’ın bu yazısında Kamboçya’da ayda beş dolara yaşamaya çalışan insanlardan bahsediliyordu. Sadece o gün kedime aldığım mamaların fiyatı bile neredeyse beş aylık geçim paralarıydı! O an karar verdim. Özgür’le yazıştım ve uçak bileti bakmaya başladım. Birazda Kamboçya’yı araştırdım. Orada ne yapılır, ne edilirden çok yılanlarını...
Neden başka bir türlü yardım değil de gidip orada bir aşevi açmak?
Başka türlü yardımları yıllardır yapıyordum Siz de yapın.
lsvdukkan.com’dan alışveriş yapın, geliri LÖSEV’e gidiyor. UNICEF’ten kart gönderin. Ayakkabısı olmayan çocuğa ayakkabı alın. Yemeğinizi paylaşın dilencilerle. Bunlar paha biçilmez mutluluklar ama yetersiz. Ben bu kez insanların hayatına anlık değil, kalıcı olarak dokunmak istedim.
“Annem ‘Çin’e okumaya gitti derim’ demiş”
Neden Kamboçya peki? Sitenizde bu soruya “Sana ne?” demişsiniz ama ben “Neden Türkiye’deki insanlar için bir şeyler yapmadınız, elin Kamboçya’sına gittiniz?” anlamında sormuyorum. Sizin için sınırların, ülkelerin, milletlerin bir önemi yok, anladım. Ama Kamboçya’dakilerle benzer sorunlar yaşayan başka coğrafyalardan insanlar da var, o yazıyı okuduktan sonra “Ben gidip bir yardım yapayım” dememişsiniz, “Ben gidip oradaki insanlar için bir yardım yapayım” demişsiniz. Aradaki farkın sizin için anlamını merak ediyorum.
Türkiye’de böyle bir şey yapmaya ne maddi ne de manevi gücüm yeterdi. Evet, başka coğrafyalar da var ama Afrika beni korkutuyor mesela. Orada kendimi güvende hissetmeyecekmişim gibi geliyor. Ben Özgür’ün yazısından cesaret aldım. Orada bir kadının tek başına rahatça yaşayabileceğinden de bahsediyordu.
Yakınlarınız ne tepki verdi gitme kararınızı duyunca?
Yakın bir arkadaşım “Giderken tabaklarını bana bırak” dedi. O kadar ciddiye aldılar yani. Aileme uzun süre söylemedim. Annem öğrenince “Kamboçya da neresiymiş, soranlara Çin’e okumaya gitti derim” demiş.
Tanımadıklarınızdan ne gibi tepkiler geliyor? “Arkasında kim bilir kim var?” en çok karşılaştığınız tepkilerden biri sanırım. “Popomdan başka bir şey yok” diyorsunuz sitede...
Evet. Güzel dilekler içeren birçok e-posta da alıyorum. Hepsi şöyle bitiyor; “Ben de gelip orada çalışmak istiyorum”. Ama insanlar daha çok macera peşinde, alacakları uçak biletiyle buradakilerin aylarca karnının doyacağından habersizler. İki fotoğraf çekip Facebook’ta paylaşma derdindeler...
“İnanın, şimdiki mutluluğumun tarifi yok”
“Hiç ev, araba, evlilik, çocuk gibi hayallerim olmadı” demişsiniz. Neydi hayaliniz? Bir gün böyle bir şey yapacağınızı biliyor muydunuz?
İki sene önce çıkan kitabımın arkasında şöyle yazıyordu: “Belki dünyadaki bütün patatesler kadar çok para kazanıp gerçekten ihtiyacı olanlara yemek yaparım.”
Yine sitenizde gitmeden önce nasıl bir hayatınız olduğunu anlatıyorsunuz, “Mutsuz değildim” diyorsunuz. Şimdi mutlu musunuz?
İnanın, şimdiki mutluluğumun hiçbir şekilde tarifi yok.
“İlk günler buharlı ütünün içinde yaşıyor gibiydim”
Gitmeden önce Kamboçya’ya dair ne biliyordunuz?
Yılanları araştırırken şunu öğrendim; bereket için burada her yıl iki pitonu evlendiriyorlarmış. Ülke dünyanın en büyük soykırımlarından birini yaşamış. Günlerce soykırımla ilgili yazılar okudum. Sokakta hâlâ izlerini görebiliyorsunuz. Kolu, bacağı olmayan insanlar çıkıyor karşınıza.
İlk izleniminiz neydi gittiğinizde?
İlk, kadınların ne kadar zayıf olduğunu fark ettim ve bu sinirimi bozdu. Sefalet şehrin en gelişmiş bölgesinde bile hissediliyor. Açlıktan sonra ülkenin en büyük sorunu trafik.
İlk günlerde karşıdan karşıya geçmem
10 dakikamı alıyordu!
“Aşağısı Cihangir, yan taraf İstanbul Boğazı...”
Dünyanın öbür ucunda bir ülkeye gidip orada aşevi açmak kolay mı? Yolunu, yordamını nasıl öğrendiniz?
Türkiye’de olsa yolu yordamı vardı beni aylarca uğraştıracak. Ama burada evi kiraladım, malzemeleri aldım, eleman buldum ve yemek yapmaya başladım. Hepsi bu.
Bize biraz aşevini açtığınız Phnom Penh’i anlatır mısınız? Tam olarak nerede? Nüfusu, iklimi?
Şehir Mekong Nehri’nin kenarına kurulmuş. Daha önce Fransız sömürgesiymiş. Nüfusunu bilmiyorum ama turist başına beş çocuk düştüğünü söyleyebilirim. İlk geldiğimde buharlı bir ütünün içinde yaşıyor gibiydim ama şu aralar mevsim harika. Türkiye’dekilerden daha güzel mekanlar var ama yerel halk değil, turistler faydalanıyor bunlardan. Gelir dağılımı ise her yerde olduğu gibi çok adaletsiz.
Sizin bir gününüz nasıl geçiyor?
7.30 gibi uyanıp internetten dünyada neler olup bittiğine bakıyorum.
8.30 gibi Nalin geliyor beni almaya. Nalin buradaki sağ kolum. Evin altındaki marketten kruvasanımı ve kolamı alıp motorun arka koltuğunda kulağımda Athena’nın “Arsız Gönül” şarkısıyla dans edip kahvaltımı yapıyorum. Ne pişirileceğini, nelere ihtiyacımız olduğunu Nalin söylüyor. Ben daha çok parayı ödeyen kişiyim. Yemekleri köyden iki kadın yapıyor. Ben sefertaslarına koyulurken yardım ediyorum. Çocuklar geliyor, onlarla oynuyorum. İşimiz bittiğinde Türkiye yeni uyanmış oluyor. Yolda yeterince güneşe maruz kaldığımdan havanın kararmasını bekliyorum dışarı çıkmak için. Her zaman gittiğim bir bar var sarayın kenarında, oraya gidiyorum. Burada küçük bir koloni gibiyiz. Neredeyse her akşam yedi Türk aynı yerde oturup muhabbet ediyoruz. Evimin olduğu yer çok güzel. Soranlara aşağısı Cihangir, karşısı Central Park, yan taraf İstanbul Boğazı diyorum.
“Kavurmalı pilavımı köpeklerine verdiler"
Aşevinde neler pişiyor? Damak tatları bizimkinden farklıdır değil mi?
Bir gün kavurmalı pilav yaptım kendime. Kavurmayı Türkiye’den getirmiştim, sonuyla güzel bir final yapayım diye kavurmalı pilav yaptım. Bir tabak da ev sahibime götürdüm. Birkaç saat sonra kavurmalı pilavımı köpeklerin mama kabında gördüm! O gün anladım; herkes kendi yemeğini yemeli. Aşevindede onların damak tadına uygun yemekler yapıyoruz: Her gün bir çeşit yemek ve pilav çıkartıyoruz. Morning glory diye bir bitkiden yaptıkları bir yemek var, çok seviyorlar ama ben kokusuna alışamadım. O pişerken ben hemen bahçeye çıkıyorum.
Neleri özlüyorsunuz? Yeni çıkmış bir filmi kaçırdığınızda, sevdiğiniz bir yemeği orada bulamadığınızda, sevdiklerinizle buluşamadığınızda hayıflandığınız oluyor mu?
“Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku” vizyona girdiğinde içim içimi yedi. Eğer malzeme varsa yapamayacağım yemek yok; ali nazikten dondurmalı irmik tatlısına kadar yapıyorum burada. Ama kadayıf yok! Bazen künefe krizlerine girdiğim oluyor. İnternet sayesinde sürekli kontak halindeyim arkadaşlarımla. Birlikteymişiz gibi olmuyor tabii ama azla yetinmeyi öğreniyor insan.
“Bazen konuşmuyorlar da rastgele sesler çıkarıyorlar diye düşünüyorum”
Dil sorunu yaşıyor musunuz?
Bazen konuşmuyorlar da rastgele sesler çıkarıyorlar diye düşünüyorum. Geleli aylar oldu ama birkaç kelimeyi zor öğrendim. Bazen elimi avuçlarının arasına alıp bir şeyler söylüyorlar gözlerime bakarak. Sanırım iyi şeyler...
Hijyen sorunu yaşıyor musunuz?
En büyük sorunlardan biri. Köydeki barakalarda ne tuvalet var ne banyo...
Ne sıklıkla geliyorsunuz Türkiye’ye?
Geleli beş ay oldu, henüz hiç gitmedim. Yaza doğru gitme planım var.
Nasıl para kazanıyorsunuz?
Bir ketin yemek kitaplarını yapıyorum. Aşevinin açılış masrafları gibi yüksek bütçeli kısımları bu sayede hallettim. Onun haricinde sosyal medya hesap yönetimi gibi işler yapıyorum. Onlar da günlük masraflarımı çıkartıyor. Aslında grafik tasarımcıyım. Yine online olarak tasarım işlerine devam ediyorum.
“Aşevinin bahçesine kelebek parkı açacağım”
Adınızı, resminizi neden saklıyorsunuz?
Her ne kadar internetle haşır neşir olsam da internetin güvenilirliğine inanmıyorum. Fotoğraflarımı paylaşmayı sevmiyorum.
“Aynebilim” ne anlama geliyor sizin için? Neden onu isim seçtiniz kendinize?
Twitter’da hesap açarken birçok isim denedim, sistem hiçbirini kabul etmedi, sıkılıp “aynebilim” yazdım. Onu kabul etti. Bir anlamı yok yani...
O günden beri kısaltıp Ayn diyor yakınlarım.
“İsminizi röportaj içinde mi vermeyeceksiniz?” diye sorduğumda “Süperkahramanların kimliği gizli olur” demiştiniz. Kendinizi süperkahraman olarak hissediyor musunuz gerçekten?
Süperkahramanlık Friendfeed adlı sitede bir geyikle başladı. Orada yardıma ihtiyacı olan üç kere “Ayn Ayn Ayn” yazıyordu, ben de yardımına koşuyordum. Günlük hayatta da öyledir, bir şey lazım olsa “Ayn bilir, Ayn halleder, yapsa yapsa Ayn yapar” derler. Mottom da yıllardır; “Kimse süperkahraman olduğumu anlamasın diye yemek yapıyorum”. Buraya gelince de süperkahraman olarak devam ettim yoluma. Nalin “Sen benim süperkahramanımsın” diyor bazen, eriyorum...
Başka aşevleri de açacak mısınız?
Siem Riep’te bir kelebek parkı var. Oradan şöyle bir şey aklıma geldi; aşevinin bahçesine bir kelebek parkı açacağım. Aşevi, Killing Fields’in (Kamboçya İç Savaşı’nda ölenlerin gömüldüğü yer) yan tarafında hemen. Yüzlerce turist geliyor. Gelmişken bizim kelebek parkını ziyaret ederler. Böylece aşevi için sabit gelirimiz olur. İşler yolunda giderse, bize daha fazla aşevi olarak geri dönecek bu.
Ne kadar daha orada kalacaksınız?
Ben buraya macera olsun diye gelmedim. Hayatımı bir kenara bırakarak geldim. Dönmek gibi bir planım yok. Olsa olsa yine bana ihtiyacı olan başka bir ülkeye giderim.
“Gün boyu mutlaka kucağımda bir çocuk oluyor. Bob köyün en tatlı serserisi, hastayım ona.”
“Övgü yorumları yazanlar 1’er lira gönderseydi iki aşevi daha açardım”
Klavye kahramanlığı mevzusuna da değinmişsiniz sitenizde. Evet, genelde bizi üzen şeylerle karşılaştığımızda yaptıklarımız sosyal medyada söylenmekten öteye gitmiyor. İnsanı bunun bir adım ötesine götüren ne? Ne oldu da siz “daha fazlasını” yapabilecek enerjiyi, cesareti, parayı buldunuz?
İnsan istedikten sonra her şeyi yapabilir. Ben de kazandığım parayla yapıyorum her şeyi. Ufak tefek bağışlar geliyor ama insanımız yine de klavyeyi daha iyi kullanıyor. Övgü yorumları yazanlar 1’er lira yardım yapsaydı iki aşevi daha açardım.
Diyelim biz de daha fazlasını yapmak istiyoruz artık. Sizin için ne yapabiliriz?
Geçen gün bir üniversiteden iletişime geçtiler benimle. Aşevine gelip bir hafta
yardım etmek istiyorlarmış. Bir haftada ne yapabilirsinki? Birileri gelsin onları oynatsın, gitsin istemiyorum. Ben sürekliliğim olduğu için yapıyorum bunu. “Gelmenizi istemiyorum, illa yardım etmek istiyorsanız, köye tuvalet ve banyo yaptırın” dedim. Onun dışında aynsoupkitchen.com’dan bağış yapabilirler.
Bir de yemek kitabınız var: “Karın Tokluğuna Aşk”...
Aslında o tam olarak yemek kitabı değil. Ben ona “konulu yemek kitabı” diyorum. Sevgililerime yaptığım yemekleri anlattım hikayeleriyle. Hepsinin bir hikayesi var ve her hikayenin sonunda da bir yemek tarifi.... E-kitap olarak satışta, kitabın geliri de aşevine gidiyor tabii ki.
Berkin Elvan Uçurtma Günleri düzenleyecekmişsiniz orada...
Çocuklar zayıf noktam. Berkin’in yeriyse apayrı. O fotoğrafı var ya hani uçurtmayla koştuğu... En mutlu anımda bile karşıma çıksa gözyaşlarım akmaya başlıyor. Martın ilk haftasını Berkin Elvan Uçurtma Günleri diye planladım. Çocuklarla uçurtma yapıp uçuracağız, aşevinin bahçesinde piknik yapacağız.