05.03.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:
vmilorster@gmail.com Portekiz'de, Lizbon'da ilk gecemiz. Gitmek istediğim lokantanın adı ve adresini eline vermiş, rezervasyon yapmasını rica etmişim."Acaba bir kusur mu işledim?" diye düşünüyorum. Yakışıksız bir istekte mi bulundum?Benim ısrarlı bakışlarım sonuç veriyor ve hazret ağzını açıyor: "Hiçbir turist gitmez oraya, rezervasyon da kabul etmezler, vazgeçin oraya gitmekten.""Angelina Jolie gelip sizi sordu. Odanızda bekliyor" deseler, bu kadar sevinirim ancak. Deneyimlerimden biliyorum ki, "Turistik değil ve rezervasyon yok" denince, o lokantanın iyi ve ucuz olduğu anlaşılır. Yeri kötüymüş! Yabancılar gitmezmiş! Pah! Ölmek var dönmek yok yurtdışında otantik lokanta arama macerasında. Tekrar ağzımı açıyorum: "Belalı bir Türke çattık, ille de bir masa istiyor de." "Günah bizden gitti" diyor resepsiyon memuru ve dediğimi yapıyor. Atlıyoruz bir taksiye ve 10 dakika sonra Ramiro lokantasındayız.O kötü dedikleri mahalle bizim güzergahımız olan Beyoğlu arka sokakları ya da Cihangir gibi. Lokantanın önü ana baba günü. Ama bekleyenlerin çoğu kalabalık aileler. Cuma akşamı. Herkes gülüp eğleniyor. Otelin resepsiyonunda çalışan adam, bir yandan benim eline tutuşturduğum kağıttaki adrese, bir yandan bana bakıyor. Dut yemiş bülbül sanki. Kuyrukta daha bir-iki dakika dolmamışken birdenbire adamın biri kolumdan çekmeye başlıyor. Daha ne olduğunu anlamadan kendimizi köşe masada buluyoruz. Etrafıma bakmaya fırsat bulmadan yanımda başka biri beliriyor. Tek tük İngilizce konuşan biri. Adı Pedro. Ramiro'nun oğluymuş. İspanyolları saymazsak, buraya gelen ilk yabancıymışız anlaşılan. "Yemediğiniz bir şey var mı?" diye soruyor. "Denizden babam çıksa yerim"i İngilizce söyleyince gariban Pedro tam şoke oluyor. Meğer "Bizim peder denizde boğulup öldü" dediğimi sanmış! Ancak Portekiz insanı bizim insan gibi cevval. Durumu ve niyetimi çabucak çakozluyor. "Tamam, tamam" diyor Pedro. "Sen o zaman bana bırak. Ne içersin arkadaşım? Bira mı, beyaz şarap mı?""Önce bira ile biraz cila yapalım, sonra en iyi beyazını aç" diyorum. Pedro'nun gözlerinin içi gülüyor. Aynı dili konuşmasak bile karşılıklı bir sempati gelişiyor aramızda. "Dört ayak üstünde düştük, iyi bir yemek yiyeceğiz galiba" diyorum eşime. Sonuç mu? İyi değildi yemek. Şahaneydi! Her şey tazenin tazesi ve pişirme kusursuz."Camarones" denen küçük, derin deniz karidesi. Sonra Algarve kıyısının beyaz renkli, tatlı karidesi. Sonra "persebes" denen harika ve hurmaya benzeyen kabuklu deniz hayvanı. Kum midyeleri. Sonra kerevit. Daha sonra oltayla tutulmuş kaya levreği. Son olarak da "santolo" denen ve ıstakozdan lezzetli özel pavurya. Bir şişe de Almeida'dan gelen Vinho Pera-Manca beyaz şarabı. İlkbahar aromalı. Lezzeti şeftali içi ve çekirdeğini kemirir gibi. Derinliği var. Mineral lezzeti kalıyor damakta. Vallahi neredeyse fiyatı perakende olarak 60 avro civarı olan Fransız Condrieu içiyorum sanacağım. 100 üzerinden 92 veriyorum şaraba.Dört saat sonra hesabı istiyoruz: 19 avro!"Bu ne yahu kardeşim Pedro?""Şarabın fiyatı, kalanı bizden."İnanılmaz bir şey... Portekizliler böyle işte. Kanlarının kaynaması zaman alıyor. Konuşkan değiller. Ama sizi benimsedikleri zaman insanı utandıracak kadar misafirperverler. Her şey taze ve kusursuz Kalan üç günümüzde Pedro'nun tavsiye ettiği yerlere gidiyoruz. İlki O'Paniel De Alcantara. Önce morina balığından yapılan bir nevi mücver (patanisca de bacalhau) yiyoruz. Sonra iki kişilik, taş fırında ve çelik tencerede pişmiş oğlak (cabrito asado). Şarap ve bol baharatlı, defne yapraklı bir sosla pişmiş. Yanındaki patates unutmaya başladığım tarla patatesi lezzetinde. Ispanak da iyi. Sonra getirdikleri, koyun sütünden peynirlerden "quejo de azeitao" gerçek Trakya kaşarıyla yarışır. İki tatlı. Limon tartları oğlaktan sonra çok iyi gidiyor. Alentejano bölgesinden gelen ve Touriga National adlı, Fransızların Mourvedre dediği ve benim çok ilginç bulduğum üzümden yapılan bir şişe şarap. Yine sudan ucuz.Ertesi akşam da aynı lezzette bir yemek yiyoruz. Lokantanın adı Tasquinh D'Adelaide. Ana yemek bu sefer yine tandır yapılmış ve yanında çok lezzetli turp yapraklarıyla gelen kuzu kolu. İki kişilik kuzu Duoro Vadisi'nden. Lezzeti artık bizde katıksız olarak pek bulunmayan Trakya kıvırcığını andırıyor. Tempranillo üzümünden yapılmış kırmızı şarap Quinta do Cotto da çok güzel. Üstüne yediğimiz çikolata mereng çok taze. Hesap 60 avro. Yarısı şarap.Son gecemizde tabii Ramiro'ya geri dönüyoruz. Bu sefer Pedro bize yeni lezzetler sunuyor. Pesce spada adlı yerel balık çok lezzetli. Daha da lezzetlisi "imperador" denen ve dünyanın hiçbir yerinde görmediğim, koca ve patlak gözlü, bir nevi koca kaya mercanı. Pavurya yerine 1,5 kiloluk kaya ıstakozu yiyoruz yemeğin sonunda. Kavga dövüş hesabı istiyorum bu sefer. Bizde buna benzer bir yere ödeyeceğiniz meblağın yarısı kadar bir hesap geliyor. "Acaba Lizbon'da iş bulabilir miyiz?" diye soruyorum eşime. Hem lezzetli hem ucuz Ramiro: 1 Almirante Reis. Tel: 21 885 10 24O'Paniel De Alcantara: Rua do Arco 7-13. Tel: 21 365 59 20Tasquinh D'Adelaide: Rua do Patrorinio 70-74. Tel: 21 396 22 39 Tavsiye ediyorum