30.03.2022 - 06:30 | Son Güncellenme:
Seyhan Akıncı - Nadide Acar Karaca, İzmir Devlet Tiyatrosu atölye ressamı. Fırçasını bu defa toplum belleğine yenik düştüğünü ifade ettiği ve sadece bir rakamdan ibaret olarak kayıtlara geçen kadınlar için kullandı. İzmir’deki Turgut Pura Vakfı Sanat Galerisi'nde 7 Nisan’a kadar görülebilecek sergide erkek şiddeti nedeniyle hayatını kaybetmiş kadınların portreleri yer alıyor. Eksikliğimizi vurgulayan "Hepimiz Burada Değiliz" adlı sergiyi Karaca ile konuştuk.
“Hepimiz Burada Değiliz” eksildiğimizin altını çizen bir sergi… Bir kadın olarak eksilişimiz size ne ifade ediyor?
Bu yılın ilk iki ayında işlenen kadın cinayetleri ile kaybettiğimiz kadın sayısı 98'i bulmuş durumda. Toplumun nüfusundan eksilen 98 kişi. Ancak bu sayı, kaybedilen kadınlar hakkında hiçbir bilgi içermiyor. Kadınların kimlikleri, kendilerine has duyguları, sosyal hayatları bu sayının içerisinde tarif edilemiyor. Bu eksiklik nedeniyle, bizler aslında toplum hayatından yok edilen bu kadınların kendileri ile hiç karşılaşmadan onları unutuyoruz. Sayılarla ifade edilen bu kadınları duyguları, bakışları, gülüşleriyle görünür kılmak çalışmalarımın temel motivasyonlarından biri oldu. Bu anlamda eksilenin, toplumda bir sayıdan öte, bireyin duyguları, kimlikleri olduğunu ifade etmek istedim.
Sergi bir anlamda belki de bu eksilmeye karşı bir manifesto ve bununla başa çıkma çabası… “Hepimiz Burada Değiliz” nasıl ortaya çıktı?
Kadın cinayetlerine yakından baktığınızda, olayların kriminal hikâyelerinin birbirine çok benzer olduğunu görebilirsiniz. Namus cinayetleri, boşanmak istediği için öldürülen kadınlar, aile içi istismarlar, tekrar eden birer pattern görünümünde. Bu olayları tekrar eden bir döngü olmaktan ayrıştıran en belirgin unsur, kurban kadınların kimlikleri, yüzleri ve ifadeleri. Bu düşünce üzerinden yola çıkarak portrelerini yapmaya başladım.
Artık aramızda olmayan kadınların portrelerini yapmak bir noktada onlarla yüzleşmemizi sağlıyor. Özellikle portre çalışmayı seçmenizin sebebi bu yüzleşme miydi?
Kadın cinayetleri engellenemez biçimde arttıkça, geride bırakılan bu yüzleri, sayılara indirgenen bu bireyleri, portrelerini yaparak topluca bir araya getirmek istedim. Toplum ile mağdurlarına yeniden karşılaşma zeminini yaratmayı hedefledim. Hem toplumun unutma-sıradanlaştırma-kanıksama refleksine karşı bir direnç oluşturmak, hem de kurban kadınların yüzlerinden yansıyan ifadeleri topluma hatırlatmak serginin amaçlarından biriydi. Sanatın estetik dili ile kadınların ifadesini görünür kılmaya çalıştım. Genç yaşta yaşam hakları çalınan bu kadınlar hakkında yapılan haberlerde, sıkça karşılaştığımız "vurulmak, dövülmek, tecavüz" gibi şiddet ifadeleri yerine, layık oldukları çiçeklere bezenmiş ince basmalar üzerinde, güzel gülüşleriyle uğurlanmalarını istedim.
Nasıl bir hazırlık süreci geçirdiniz bu portreleri ortaya çıkarırken? Kaç kadının gözlerinin içine bakıyoruz bu sergiyle?
Bugüne kadar 80 portre çalıştım. Her bir portre için kadınların gazete küpürlerdeki fotoğrafları veya sosyal medyada çıkan görselleri üzerinden hareket ediyorum. Bu dramatik hikâyeleri tek tek incelemek oldukça yıpratıcı bir deneyim. Ancak ilk günden bu yana maalesef cinayetler aralıksız şekilde artarak devam ediyor. Bu nedenle çalışmalarımı sürdürmek zorunda hissediyorum.
‘Şiddetin direkt ya da endirekt olarak birer parçasıyız’
Benzer çalışmalar ışığında karar vericiler ve dahası toplumun kadına yönelik şiddeti algılaması açısından sanatın toplumsal rolünü nereye koyarsınız?
Yaşanan tüm bu trajediler zamana ve toplum belleğine yenik düşüyor. Sanat bize rutinlerin içerisinde kaybolan birçok duyguyla yeniden karşılaşma, farkına varma, empati kurma ve daha yakından hissetme olanağı sunuyor. Aslında bu sergi, bir tür zamanın yok edici unutkanlığına direnme çabası. Toplumu oluşturan bireyler olarak bu şiddetin direkt veya endirekt parçasıyız. Mağdur kadınların gülüşleri bu trajediden payımıza düşenle bizleri yüz yüze bırakıyor. Bu noktada sanat; cevaplarıyla değilse de sorularıyla içimizdeki karanlık tarafa ışık tutabilir.