05.02.2023 - 07:00 | Son Güncellenme:
Müjde Işıl - Türkiye’de bir zamanlar sinema yok diyenler aynı zamanda düşünce de yok kanaatindeydi.” Kurtuluş Kayalı, Yayınevi: VakıfBank Kültür Yayınları’ndan çıkan “Türk Sineması-İliklerimize İşlemiş Ruhumuza Sinmiş Bir Sanat Pratiği”nin ön sözünde bu cümleleri kuruyor. Yazar geçmişten bugüne sinemamızın yeterince tartışılmadığının ve üzerinde çokça düşünülmediğinin altını çiziyor kitapta sıklıkla. Metin Erksan’ın, Lütfi Ömer Akad’ın, Ertem Eğilmez’in tarzları farklı olsa da sinemamızı biçimlendirdiklerini örneklerle anlatıyor. Özellikle ‘50’lerden başlayarak dinamik şekilde kendini yenileyen sinemamızın yazınsal açıdan aynı dinamizmi yakalayamamasını eleştiriyor yazar. Özellikle kitabın son bölümünde sinema eleştirmenliğine dair tenkitleri dikkat çekici: “Eleştirmenler eskiden elde fener örnek Türk filmi ararken şimdilerde artık her yeni filmi, yepyeni yönetmenlerin, genç Türk sinemasının harikalar yaratan yönetmenlerinin başyapıtları olarak görüyorlar. Eleştirmenler her üç-beş senede bir yarattıkları yepyeni yönetmenler kuşağının ürünlerine toz kondurmayıp başyapıt yaftasını yapıştırıyorlar. Türk sinema eleştirisinde bu iki sürecin farklı şekilde değerlendirilme çelişkisi Türk sinemasının alametifarikasını oluşturuyor.” Kayalı, Türk sinema yazınının popüler (ana akım) yerli filmlere hiçbir dönemde olumlu bakmadığını belirtirken özellikle son dönemlerde bağımsız yapımların fazla fazla sahiplenildiğini vurguluyor. Popüler yapımların nitelik ve nicelik açısından vasatı bile çoğu kez tutturamaması, bağımsız yapımların ise bu vasatlık içinde farklı bir bakış açısı sunabildiği için sahiplenilmesi, bu eleştiriye verilecek en makul cevap. Kayalı’nın, eleştirmenlerin genellikle bir gazetede köşe yazarına dönüştüğü tespiti ise bugünden bakınca pek de güncel gelmiyor. Zira her köşe yazarı, uzmanlık alanı olmadığı hâlde izlediği filmler hakkında yazabiliyorken günlük gazetelerde kültür sanata (ve dolayısıyla sinema eleştirisine) ayrılan alan giderek küçülüyor.