24.03.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
KÜLTÜR SANAT SERVİSİ
Kundura Sinema’nın film gösterimi programı “Sinemanın Edepsiz Kadınları” (Nasty Women) adını, ABD eski başkanı Donald Trump’ın 2016’daki Başkanlık Tartışması’nda rakibi Hillary Clinton’a yönelik hakaret olarak sarf ettiği ve bir anda küresel bir feminist hareketinin sloganına dönüşen “nasty woman” (edepsiz kadın) sözünden alıyor. 20. yüzyılın ilk çeyreğinden sessiz filmleri buluşturan programda, sinema tarihinin ilk kadın komedi oyuncularının sıra dışı performanslarını izliyoruz. Programın küratörlüğünü EYE Filmmuseum'un Sessiz Sinema Küratörü Elif Rongen-Kaynakçı, film akademisyeni ve yazar Laura Horak ile film yazarı Maggie Hennefeld üstlendi. Elif Rongen-Kaynakçı ile “Sinemanın Edepsiz Kadınları”nı konuştuk.
Nasty Women projesinin fikri nasıl ortaya çıktı?
Maggie ve Laura ile uzun zamandır tanışıyoruz. Konsepti Trump’a karşı, kadınların sesini duyuracak bir proje olarak aslında onlar ortaya attı. Bu gösterimler çok başarılı oldu, içinde benim önerilerimle bizim arşivimizden de filmler kullanıldı. Düşünün ki DVD-Box’taki 99 filmden 40 tanesi Eye arşivinden geliyor! Sanıyorum o nedenle DVD yapımı aşamasına girmeden beni de ekibe katmak istediler.
Farklı türlerde filmler olsa da odağına komedi oyuncusu kadınları alan bir seçki Nasty Women. Sinemada komedinin erkeklere özgü olduğu bir süreçte kadın komedyenlerin başrolünde olduğu örneklerle sıklıkla karşılaşır olduk.
Bizim göstermek istediğimiz aslında kadınların daha 1910’lardan beri başarıyla komedi filmlerinde başrol oynadığı zaten. Ancak birçok sebepten dolayı bugün sessiz sinema ve komedi deyince herkesin aklına gelen isimler hep erkek; Charlie Chaplin, Buster Keaton gibi… Oysa Sarah Duhamel veya ABD’de Mabel Normand gibi isimler daha Chaplin 1914’de ilk filmini çektiğinde, çoktan dünyaca tanınmış komedyenlerdi, dizi şeklinde komedi çekiyorlardı. Zaten Chaplin aslında Mabel Normand’in filmlerinde, ona ‘arıza’ olan veya aşık olan yan karakterleri oynayarak sinemaya başladı diyebiliriz.
Beykoz Kundura’da aynı zamanda, 20. YY başındaki İstanbul’u izlediğimiz buluntu filmlerden oluşan bir program da tasarladınız. Bu filmlerin hikâyesini anlatır mısınız?
2015’ten beri “Osmanlı İmparatorluğu’nda görüntüler” adı altında içeriği sürekli değişen, canlı anlatımla gösterilen ve çok farklı arşivlerden görüntüleri derleyen bir program yapıyoruz. Konsept olarak Nasty Women ile de benzerlikler gösteriyor. Arşivlerdeki 1910’larda İstanbul’da çekilmiş görüntüleri izliyorum. Bunların çoğu da Boğaz’da çekilmiş oluyor, ancak bir türlü çok net bir şekilde Beykoz’u gösteren bir görüntüyle de henüz karşılaşmadık. Eye arşivinden 1912, 1920’ler ve 1928’de çekilmiş üç belgesel filmden görüntüler seçtik. 1928’de çekilen film aslında bir Alman tütün şirketinin çektiği bir film; Boğaz'da kullandıkları tütün deposunu gösteriyor, ki bu bugun Ziya Kalkavan Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi olarak bilinen bina. Bu filmlerin bir özelliği de İstanbul’u neredeyse her zaman denizden, bir gemiden yapılan çekimlerle göstermesi; yani bir asır öncesinin İstanbul’unu biz neredeyse her zaman ‘kaydırma/travelling shot’lar aracılığıyla görüyoruz bugün.
Keşfettiğiniz filmler arasında sizi en çok heyecanlandıran hangisi oldu?
Şimdi Almanya’da bir proje var aktris Ellen Richter’in filmlerini bulmak için. Tabii ben de şu anda karşıma bir Richter filmi çıktığında heyecanlanıyorum, çünkü arayanlar var, bulunca restore etmek için bütçe bulmak mümkün olacak. Her hafta yeni şeyler keşfediyoruz. Açtığımız kutulardan birinden Robert Wiene’nin (“Das Cabinet des Dr. Caligari”nin yönetmeni) 1919’da çektiği kayıp bir filmi çıktı. Ama elimizde 1400 metrelik bu filmin sadece 150 metresi var. Film tamamen kayıp, ama kimse de böyle bir fragman çıksa da izlesek diye beklemiyor. Öte yandan birkaç sene önce Wiene’nin senaryosunu yazdığı, başrolünde de büyük yıldız Henny Porten’in hem kontesi, hem de hizmetçisini oynadığı “GRAFIN KUCHENFEE” filmini bulmuştuk. Bunu restore ettik ve festivallere de taşımayı başardık.