31.07.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
David Snyder evinde ölü bulunmuştu. Kendi adına ruhsatlı Amerikan yapımı Smith & Wesson marka toplu tabancasının namlusunu ağzının içine sokmuş ve tetiğe basmak suretiyle yaşamına son vermişti. Toplu tabanca kullandığı için parmağında barut izine rastlanmamıştı. Çünkü toplu tabancalarda genelde parmakta barut izine rastlanmıyordu. Tabancadaki parmak izleri David’e aitti. Yazdığı kısa intihar notundaki yazı da maktulün yazısıydı. Yere düşen sandalyenin kolçaklarında ve ön iki ayağında ve maktulün el ve ayak bileklerinde aynı yapışkan maddelere rastlanmıştı. Bu madde yapıştırıcı bantlarda kullanılan maddeyle aynıydı. Bu bulgu biraz kafa karıştırıyordu. Çünkü bu maktulün ölmeden önce sanki ellerinden ve ayaklarından sandalyeye bağlandığı gibi bir durum ortaya koyuyordu. Ayrıca ağzının içindeki ön iki dişte bir çarpma neticesinde bir hasar oluşmuşa benziyordu. Bu da silahın namlusunun ağzının içine zorla sokulduğunu gösteriyor gibiydi.
Ancak herkesi rahatlatan ve derin nefes aldıran bulgu ise, evin bodrum katında dedektörlerin hemen yanında bulunan avcı bıçağıydı. Bu bıçağın analizinde bulunan kan örnekleri ve DNA örneği, öldürülen Metin Caner’in kan örneği ve DNA’sıyla uyuşuyordu. Ancak Ömer Akbaş ile Kasım Topçu’yu öldüren tabanca ortada yoktu.
***
Tabii David, bu cinayetleri kendisi işlemese bile birilerine yaptırmış olabilirdi. Bu da soruşturmanın daha ileri safhasında ve yakalananların ifadelerinden anlaşılacaktı.
Bu son bıçak bulgusuyla hepimiz rahatlamıştık. Sezai Amir, adamın üzerinde ve sandalyede yapıştırıcı bulunmasının bir şey ifade etmeyeceğini, belki kendini başka bir yöntemle öldürmek isteyip sonra vazgeçtiğini, ağzına silahı soktuğunda heyecandan ve elinin titremiş olması nedeniyle, dişlerine zarar vermiş, ya da tetiği çektikten sonra namlunun geri teperek çarpması neticesinde dişlerin zedelenmiş olabileceğini ileri sürdü. Tabii bu mantıklı açıklamalar da biraz olsun yüreğimize su serpmişti. Sonuçta Amir, hepimizden daha deneyimli, daha çok olay yaşamış ve görmüş bir polisti.
Ama benim yine de içimde bir şüphe kalmıştı. David neden bu kadar gafil avlanmıştı? Ve henüz kaçma fırsatı varken neden intihar yolunu seçmişti? David gibi akıllı, zeki bir adam cinayet aletini neden bodrum katında saklamıştı?
Bütün bu sorular aklımı kurcalamıyor değildi. Herkes bu olaya bitti, dosya kapandı gözüyle bakarken, bundan nedense fazla emin olamıyordum. Sanki hayalet hala ortalıkta dolaşıyor ve bize oyun oynayıp nanik yapıyormuş gibi geliyordu. Çünkü Sedat Girit hala ortada yoktu. Onun bulunmamış olması beni rahatsız ediyordu. Eğer bulunursa o zaman içim rahat edecekti.
Amir, beni düşünceli gördüğü için yanıma geldi. “Senin aklını kurcalayan bir şeyler mi var? Çok sevinmiş bir halin yok Ayvaz. Sevin dostum bu senin başarın. Bu sevinci bu başarıyı en çok sen hak ettin.” dedi. “Amirim bence ortada başarı yok. Sonuçta sekiz kişi öldü. Bunun nesi başarı amirim? Hiç olmazsa Ömer Akbaş ile Kasım Topçu’nun cinayetini önleyebilirdik.”
“Saçmalama lütfen. Bundan ala başarı mı olur? Bir taşla iki kuş vurduk. Hatta üç kuş. Hem kaçakçılık olayını çözdük, hem cinayetleri, hem de geçmişteki cinayeti ortaya çıkardık. Bu başarı değil de nedir? Hadi kendine gel, bu çok büyük bir başarı. Üstelik yukarıdakiler çok memnun. Hepsi tek tek tebrik ettiler. Olayı çözdük. Böylece açıklarız artık tüm basına…”
“Aman amirim dikkat edin. Geçmişteki cinayetle ilgili yakınları size dava açmasınlar sonra, bence bunu bir daha düşünün derim ben. Malum zamanaşımı…”
“Canım bilgiyi gizlice basına uçururuz olur biter. Basın onu değerlendirir, sen merak etme. Hem yalan değil, hepsi gerçek. Zamanaşımı olması katilin katil olmadığı anlamına gelmez. Basın bu şifreli mektubu ele geçirirse ne olur sence? Düşünebiliyor musun? Haberleri görür gibi oluyorum. ‘Muğla polisi, 25 yıllık cinayeti aydınlattı. Ama zamanaşımı nedeniyle dava açılamıyor. Ayrıca şifreli mektuptaki şüpheli Ömer Akbaş cinayete kurban gitti…’ İşte böyle… Su testisi su yolunda kırılır… Ha artık anlat da anlat… Yaz da yaz, ha Ayvaz?”
“Bilemiyorum Amirim. Siz gerçi manşeti atıp haberi yazmışsınız ama şu Sedat Girit’in kayıp olması beni rahatsız ediyor.”
“Bırak şimdi Sedat Girit’i, hadi tamam ona da bakarız ama çok büyük başarı bunu inkar edemeyiz. Sen de lütfen surat asma artık. Tamam bu iş, bu dosya kapandı. Olay aydınlandı Ayvaaaz! Hadi kendine gel, başarının tadını çıkar oğlum.”
Amir gerçekten çok mutlu olmuştu. Tabii gerçekten önemli bir olay ortaya çıkarılmıştı. Diğer ekip arkadaşlarımın da keyfi yerindeydi. Artık uzun beklemeler, takip etmeler, stresli ve uykusuz günler geride kalmıştı. Herkesin yüzünde bir mutluluk vardı. Diğer birimlerdeki meslektaşlar da gelip ekipteki herkesi tebrik ediyor, kutluyorlardı. Hatta verilen bilgiye göre, Emniyet Müdürü’nün bu akşam Cinayet Büro’nun şerefine Muğla’da büyük bir ziyafet vereceği bile konuşuluyordu. Hatta Emniyet Müdürü’nün basına açıklamayı öğleden sonra kendisinin yapmayı planladığı, bu nedenle amiri ve Şube Müdürü’nü bilgi almak ve bir basın bülteni yazmak amacıyla odasına çağıracağı söyleniyordu. Bu başarılı operasyon, teşkilatta büyük yankı ve sükse yapmıştı.
Seza yanıma gelerek, “Ne diyor bu şiş göbek, bakıyorum keyfi yerinde, neredeyse salonun ortasında zil takıp oynayacak adam,” dedi. “Evet, çok mutlu oldu. Bana bir saattir nasihat çekiyor ve büyük başarı olduğunu söyleyip duruyor.”
“Ayvaz aslında haklı sevinmekte. Gerçekten başarılı bir iş ve bu senin başarın. Bence sen de biraz mutlu olsan iyi olur.”
“Haklısın Seza, hepimizin ortak başarısı. Senin katkıların da çok büyük. Zaten senin varlığın yeter komiserim. Üstelik hayatımı borçluyum sana…”
“Bırak lan yavşaklığı, şimdi kızdıracaksın yine beni. Senin başarın diyorsam senin başarın. Evet ekip olarak başarılıyız belki ama başarı senin, bunu kimse inkar edemez. Zaten bütün arkadaşlar aynı görüşte. Bu konuda fazla alçakgönüllü olmaya gerek yok.”
Gülümsedim. “Peki öyle olsun.” dedim.
Bu arada David’in birlikte yaşadığı kadın arkadaşı Jane Young, polisteki ifadesinde eski tarihi eser kazısından haberi olmadığını, nottaki itiraf ve intihar olayının da David’in tarzı olmadığını, bu işte bir bit yeniği olduğunu belirtmişti. Kendisinin de karıştığı kaçakçılık konusunda sessiz kalmayı tercih ederken, cinayetler konusunda da tepkiliydi. Cinayetlerle David’in bir ilgisinin olmadığını söylemişti. Tabii alacakları ceza düşünüldüğünde, inkar ve itiraz etmesi normal sayılırdı. Çünkü kadının yüz ifadesinde ve vücut dilinde doğru söylediğine dair en ufak bir emare yoktu. Poker suratlı bir kadındı.
Belki de bu cinayetleri, Jane, yattaki adamlarla veya tuttukları uluslararası profesyonel bir katille birlikte işlemiş de olabilirlerdi. David belki sadece beyindi. Cinayetleri organize eden adamdı. Cinayetleri işlemekteki amacı, kendisine şantaj yapan, geleceğini tehdit eden ve deşifre olmasını sağlayacak olan bu adamlardan kurtulmaktı.
Delilleri tekrar gözden geçirmek üzere ofisime geri döndüm. Her şeyi yeniden taramaya başladım. Katile ait tek bir kamera görüntüsü vardı. O da Metin Caner’i öldürdüğü gece suya atlarken yakalanan bir görüntüsüydü. Bu suya atlama görüntüsü bana bir şeyi anımsatmıştı. Bir görüntüye daha bakmam gerekiyordu. Ama görüntülerden bir şeyi kesinleştirmek de pek mümkün görünmüyordu. Ama o görüntüyü bulup izlemeliydim yine de…
Bunları düşünürken Seza elinde telefonunu tutarak hızlı adımlarla yanıma geliyordu. “Bizim çocukları unutmuşuz, Sedat ve Ahmet’in evinin önünde hala nöbete devam ediyorlarmış.”
“Eeee, yani?”
“Sedat’ın bahçesine birisi gizlice para bırakmış. Tam çıkarken bizim çocuklardan Selahattin’e yakalanmış. Şu anda Selahattin’in yanındaymış, ‘Ama bırakın beni!’ diyerek feryad ü figan ediyormuş. Ne yapıyoruz?”
“Adam kaçmasın, tek başına mı tutuyor Selahattin onu?”
“Kadınmış, adı Yeşim.”
“Hemen gidelim. Bu kadın bizi Sedat’a götürür Seza.”
Giderken yanımıza Zühre’yi de aldık. Amir, “Nereye gidiyorsunuz?” diye odasından çıkıp şaşkın şaşkın bakınca, “Telefonla sizi ararım,” dedim. Hemen benim araca binerek Bodrum’a doğru yola çıktık.
***
Bu arada Seza, kadını yakalayan ekip elemanı Selahattin’i arayıp kadını bırakmamasını, destek için bir ekip göndereceğini söyledi. Kadının bağırışları telefondan bile oldukça net duyuluyordu. Seza, Bodrum polisini arayıp adresi verdi ve görevli memura acilen destek olmalarını istedi. Ben de Amir’i arayarak Sedat Girit’in bahçesine para bırakan kişinin yakalandığını, o nedenle Seza ve Zühre ile Bodrum’a gittiğimizi, bugünkü basın toplantısını da ertelemeleri gerektiğini söyledim.
Amirin canı sıkılmıştı. “Ya ne ertelemesi, ne Sedat’ı? Olay bitmiş sen hala Sedat diye tutturuyorsun yahu!”
“Tamam Amirim, size haber veririm.” deyip, kapattım telefonu.
“Ne diyor?”
“Adamın sabrı yok. İlla açıklayacak basına. Belki başka bir gelişme olacak ama umurunda değil. Takmış kafasında yazdığı senaryoya…”
“Embesil!”
Seza’nın amiri bu şekilde tanımlaması güldürmüştü beni. Seza’nın beynindeki düşüncenin ağzına gelmesi saliselik bir durumdu. Tepkisini hemen ortaya koyuyordu. Bu özelliği onu benim gözümde çok sevimli, cana yakın ve samimi kılıyordu. Bazı durumlarda kontrolü hiç yoktu. Özellikle de kızdığında…
Yolculuğumuz iki saat sürdü. Çabuk gelebilmek için aracı biraz hızlı sürmüştüm. Bitez’de Sedat Girit’in evinin önüne geldiğimizde bir ekip arabası da kapıda bekliyordu. Kadın huysuz ve sinirli bir şekilde evin salonunda oturuyordu. Selahattin’i kutlayarak teşekkür ettim.
“Adı neymiş?”
“Yeşim Ayan komiserim. Bir şey bilmediğini söylüyor. Birisi parayı bırak demiş, o da bırakmış. ‘Kim verdi?’ diyoruz, bilmediğini söylüyor.”
“Yalan söylüyor.”
“Bence de efendim.”
“Tamam. Şununla bir de ben konuşayım.”
Üniformalı bir kadın polisin yanında salonda koltukta oturan Yeşim Ayan, bize nefretle bakıyordu. Gözlerinde hem korku, hem de endişe vardı. Otuzlu yaşlarda yeşil gözlü, sarışın, güzelce bir kadındı.
“Yeşim sana parayı kim verdi?”
“Söyledim ya bilmiyorum.”
“Eğer şimdi bize doğruyu söylemezsen, seni karakola götürür sorguya alırız. Sonra da suçlulara yardım ve yataklıktan hapse girersin haberin olsun. Senin kimin kimsem var mı?”
“Var. Beş yaşında bir oğlum var.”
“Bak, oğlun sensiz kalabilir. Biz nasıl olsa öğreneceğiz, ama sen söylersen kurtulursun. Yorma bizi söyle. Polise, kanuna yardım et.”
ARKASI YARIN...