27.05.2020 - 07:00 | Son Güncellenme:
Müjde Işıl
Sinemayı sinema yapan yapıtaşlarından olmasa da içinde neredeyse bütün türleri barındırabilen, psikolojik bağışıklığı güçlendiren, umutları tazeleyen, şifa gibi filmler ‘feel-good movies’ yani ‘kendini iyi hisset filmleri’... Çoğunlukla, izleyen kişinin bireysel mutluluk eşiğine, mizah ve umut anlayışına göre değişim gösteriyor etkileri. Bu dosyamızda 2000’lerin izleyene kendini iyi hissettiren en iyi 10 filmini yani moral deposu modern klasikleri bulacaksınız.
İşini iyi yapanlara değer
The Secret Life of Walter Mitty / Walter Mitty’nin Gizli Yaşamı’ (2013)
Ben Stiller sadece orijinalinden çok daha iyi bir yeniden çevrime imza atamakla kalmıyor, oyunculuk kariyerinde de sınıf atlıyor. Bu filmin seyirciye kendini iyi hissettirmesinin başlıca nedeni, bir yerlerde işini iyi yapanların ve emeğin değerinin bilindiğini söylemesi... Yılların emektarlarının dinozor sayıldığı, hızın emekten daha önemli olduğu bir zamanda ‘sen çok değerlisin’ diyen film, tam bir moral deposu.
Dinamik ve rengârenk bir dünya
‘Le fabuleux destin d’Amélie Poulain / Amelie’ (2001)
Nahifliğe, iyiliğe, pozitif düşünmeye ve tabii ki aşka inancın en kalıcı eserlerinden... Müziğinden afişine kadar hâlâ bir ikon... İnsan bu filmi izleyince ya içindeki Amelie’yi keşfediyor ya Amelie olmak istiyor ya da kendi Amelie’sini aramaya koyuluyor. Audrey Tautou’nun muhteşem Amelie performansı kadar Jean-Pierre Jeunet’nin dinamik ve rengarenk dünyası kısa sürede bu filmi modern bir klasik haline getiriyor.
Hem ağlatıp hem mutlu ediyor
'Coco' (2017)
Pixar, tam da Donald Trump’ın Meksika sınırına duvar öreceğini söylediği süreçte imza attığı bu animasyonla öyle bir duygu yoğunluğu yaşattı ki... Kahramanları Meksikalı olan animasyon, hepimizin kadim korkusunu yani öldükten sonra unutulma endişesini tatlı tatlı dile getirirken ‘merak etme, daima hatırlayan birileri olacak’ diyerek sırtımızı sıvazlıyor. Dosyadaki en duygusal hikâyelerden biri, aynı zamanda en çok ağlatıp mutlu edeni de...
Kendinle barışık olmak
‘Hokkabaz’ (2006)
Dünya sineması için belki olmayabilir ama bizim sinemamızda hâlâ eksikliğini çektiğimiz orijinallik ve nitelik açısından fark yaratan bir yapım. Tipik birer ‘kaybeden’ kıvamındaki İskender ve Maradona’nın onlara bu özelliklerini sürekli vurgulayan baba ile yaptıkları yolculuk, olağanüstü dönüşümlere neden olmaz ama kendiyle barışık olmak ve umut etmekte direnmek üzerine sıcacık bir hikâye anlatır seyirciye.
Hayata bağlanma rehberi
‘Slumdog Millionaire / Milyoner’ (2008)
Danny Boyle imzalı bu yapım, geleneksel ‘feel-good movies’ listelerinde yer almaz ama tüm detaylarıyla mükemmel bir hayata bağlanma rehberidir. Hayatta karşılaştığımız zorlukların bir gün belki bir bilgi yarışmasında bile bize fayda sağlayacağını, Hollywood aksiyonu ile Bollywood estetiği ve dansıyla harmanlayarak anlatıyor. Sıkıntı yaşayan herkes bu filmdeki gibi şanslı olmuyor ama olma ihtimalini umut etmek de güzel.
Takımyıldızı bir kadro
‘Love Actually / Aşk Her Yerde’ (2003)
Romantik komedi türünün de kendini iyi hisset filmlerinin de baştacı olan bir yapım... Açıkçası İngilizler bu işi iyi biliyor, çünkü “Aşk Her Yerde”den beri böyle iz bırakan kaç film oldu, diye hafızanızı zorladığınızda pek alternatif çıkmıyor doğrusu. Bill Nighy’den Emma Thompson’a, Colin Firth’ten Liam Neeson’a kadar tam bir takımyıldızı oluşturan film, yeni yıl öncesinde birbiriyle kesişen gerçekçi, yer yer hüzünlü ama ümit dolu hikâyeler anlatıyor.
Gerçek güç birlikte denemek
‘Little Miss Sunshine / Küçük Gün Işığım’ (2006)
Adı gibi iç açıcı olan bu film, Amerikan bağımsız sinemasının 2000’lerdeki medarı iftiharlarından. Birbirinden ilginç fertlerden oluşan bir ailenin yol hikâyesi aslında... Ailenin amacı, küçük kızlarını güzellik yarışmasına yetiştirmek. Alan Arkin’li, Toni Collette’li, Abigail Breslin’li kadrosu kadar, hayatın sadece kazanmak ve kaybetmekten ibaret olmadığını, hep birlikte denemenin gerçek güç olduğunu vurgulaması alkışlık.