10.10.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Seray Şahinler - "La Casa de Papel”in sevilen oyuncusu Pedro Alonso bu kez bambaşka bir serüvenle karşımızda. Alonso, ilk romanı “Filipo’nun Kitabı” ile edebiyata temas ediyor ve okuru hipnoz yoluyla yapılan regresyon seansıyla başka bir yaşama ve bedene yapılan yolculuğa davet ediyor. Geçmişine yaptığı bu spiritüel yolculukta, imparatorluk günlerinde doğuda göreve giden Romalı asker Filipo olarak reenkarne olan Alonso, tükenmiş ruhuna bir can suyu ararken, keşfettiklerinin ona sunduğu öğretilerin peşine düşüyor.
Alonso, yazarlıkta oyunculukta olduğu kadar mahir. “Filipo’nun Kitabı”, psikoloji, sosyoloji, mitolojiden beslenen katmanlı bir roman. Yazarın kendi hikâyesiyle Filipo’nun serüveni arasındaki bağ, okuru da öykünün içine dahil ediyor. Kitap hem Alonso’nun hem Filipo’nun öyküsü. Kitabın bir diğer kahramanı ise oyuncunun sevgilisi Tatiana. Roman, Tatiana Djordjevic’in ortak çalışmasıyla ortaya çıkan illüstrasyonlarla da dikkat çekiyor. Pedro Alonso ile hem romanı hem “La Casa de Papel”i konuştuk...
Oyuncu Pedro Alonso’dan sonra yazar Pedro Alonso’yla tanıştık. Yazmayla ilişkinizi ne zaman ve nasıl başladı?
Hayatım boyunca, yazmak beni zaman zaman cezbeden bir şeydi. Ancak yıllar boyu belirli aralıklarla ne zaman yazmayı denesem beceremediğimi hissediyordum çünkü muhtemelen her şey çok havada kalıyordu. Öte yandan, (daha yakın bir geçmişte) bazen arkadaşlarıma sıradan bir şey söylemek için Whatsapp’tan upuzun mesajlar yazardım. Bu mesajlar filtresiz, samimi, söylemek istediğimi direkt aktardığım mesajlardı. Yaklaşık yedi yıl önce, kişisel anlamda kendimi derince incelediğim bir dönemde, telefonumda kendi hayatımla ilgili “kurgu dışı” metin başlıkları yazmaya başladığım bir dosya açtım. Üç yıl sonra elimde 600 sayfa vardı. Bir gün bir başlık daha attım ve o an bu dosyanın son başlığı olduğunu biliyordum. Sonrasında hepsini bastırdım ve okuması için kendisi de değerli bir yazar olan arkadaşıma verdim. Bana “Bu bir kitap, Pedro” dedi. Aynen öyleydi. Bu ilk kitapla (Porto Noruego) kendi anlatım tarzımı keşfettim. Ancak kendimden böylesine dolaysız bir şekilde bahsettiğimden bu kitabı yayımlayacak cesareti kendimde bulamamıştım.
“Filipo’nun Kitabı” nasıl yola çıktı peki? Sizi bu hikâyeye çeken neydi?
“Filipo’nun Kitabı”nın ilk bölümünü hayatımın ham gerçeklerinden yola çıkarak yazdım. “La Casa de Papel”in ilk iki sezonunun çekimleri bittikten ve bir buçuk yıl durmadan dizi (toplamda üç farklı dizi) çektikten sonra, Avrupa seyahatine çıktım. İlk durağım Paris’ti. İlk günümde şimdiki partnerim Tatiana Djordjevic ile tanıştım. Diğer şeylerin yanında Tatiana bir hipnoterapist, yani regresyon seanslarıyla önceki yaşamlara gidiyor. Tanıştıktan kısa bir süre sonra, bana bir regresyon seansında eşlik etmeyi teklif etti. Bu seansta ben Filipo’ydum. Başka bir hayatta. Kitapta okuduklarınız, benim bu seansta gördüklerim.
Romanda hipnoz yoluyla bir regresyon seansına ve akabinde paralel bir dünyaya geçiyoruz. Filipo’nun hikâyesi sizin yaşamınızdan nasıl izler taşıyor? Filipo ve Pedro’nun hikayesi nerede kesişiyor?
“Filipo’nun Kitabı” macera dolu tarihi bir öykü, bir drama, hatta batılı bir yönü de var. Fakat her şeyden öte bir arayış hikâyesi. Benim hayatımın her anında bu vardır: Yoluma ışık tutmama yardımcı olan samimi ve spiritüel bir düzenin nedenini aramak.
Filipo’nun kararları onun varlığıyla da alakalı. Bir yandan seçimler yapmak zorunda kalıyor fakat otoriteye de boyun eğmiyor. Siz roman boyunca Filipo’yla nasıl konuştunuz?
İlk regresyon seansında gördüğüm şey, öteki yaşamımda hayat bulan karakterden, yani benden başkası değildi. Daha sonra zaman içinde üç regresyon seansı daha yaptık. Bu öteki yaşamla tanışmanın bende yarattığı etki oldukça güçlüydü. Ancak tüm bunları yazıya dökme vakti geldiğinde, hikâyenin özüne sadık kalmam gerektiğini hissettim. Daha iyi bir performans gösterebilmek için hiçbir şeyi abartmamam veya yanlış aktarmamam gerektiğini düşündüm. Uzun bir süre, yaşadıklarımı anlatmanın Filipo’nun zamanında yapamadığı bir şeyi tamamlamama fırsat verdiğine inandım. En sonsunda, görünüşe bakılırsa aslında ben olan bu Romalı askerin yolculuğu, kalbe giden yoldu. Öyle ki bu yolda kalbimi tüm benliğimle ortaya koydum.
Roman bir öğretiler kitabı tadında. Tarihe, psikolojiye, spiritüalizme, benlik arayışına kadar pek çok şeye tanık oluyoruz. Bu kavramların sizdeki yeri ve önemi neydi?
Ben mantığa çok önem veren biriyim, insanlığın ona çok şey borçlu olduğunu düşünüyorum. Ancak son zamanlarda varoluş algısına dair yapılan açıklama daha farklı bir tür kavrayış gerektiriyor. Bana göre, tüm açıklamalar gizeme çıkıyor. Evrenin büyüsü farklı bir bakış açısı arzuluyor. İstiyor ki modern insan “Dünyanın sahibi benim” tavrından sıyrılsın. Asıl yolculuk materyal olanla kurulan ilişkiden değil; görünmez olandan doğuyor.
Kitaptaki çizimler de oldukça etkileyici. İllistürasyonların perde arkasını merak ediyorum...
Partnerim Tatiana ve ben, aynı şeylere ilgi ve yakınlık duyuyoruz (bu kitabın oluşum sürecinden de anlaşılabileceği gibi). Diğer şeylerin yanında, ikimiz de özellikle resim çizmeyi seviyoruz. Kitaptaki çizimleri Magü’den aldık, Magü; bu kitaba özel ikimizin yaptığı resimli meditasyonlar. Çizimlerin, Filipo’nun yolculuğuyla daha derin bir bağ kurmaya yardımcı olacağını düşündük.
Kitapta sevgiliniz Tatiana Djordjevic’in ağırlığı da hissediliyor. O bu kitaba nasıl yön verdi?
Zamanda bu yolculuğa çıkmam için kapıyı aralayan oydu. O çok özel yeteneklere sahip bir kadın. Zeki. Duyarlı. Biraz da sihirli. O olmadan bu yolculuğa çıkmam kesinlikle imkânsız olurdu.
“La Casa de Papel”e değinmeden geçmek istemem. Dizide bitmeyen bir aksiyon var. Bu maceranın “Filipo’nun Kitabı”na etkisi oldu mu?
Dürüst olmam gerekirse; hiç etkisi yok. Yalnızca dizinin çekimleri bittikten sonra öyle yorgundum ki, bu beni Avrupa seyahatine çıkmaya ve orada Tatiana’yla tanışmaya itti diyebilirim.
Türklerle kuzen gibiyim
Türkiye’de çok seviliyorsunuz. Çok hayranınız var. Sizin Türkiye’yle ilişkiniz nasıl?
Türkiye’yi çok seviyorum. İki yıldan daha kısa bir süre önce bir ödül almak için Türkiye’ye geldim ve bir şekilde Türklerle kuzen olduğumuz hissine kapıldım. İnsanlarını oldukça sıcakkanlı ve samimi buldum. Öte yandan, Türkiye’nin doğu ve batı arasındaki köprü olması beni özellikle cezbediyor. Işığının, yemek kültürünün, sokaklarındaki hayatın, çarşılarının, müziğinin ve sanatının tezatlığı beni kendine çekiyor. Karma olan her şeye bayılırım.
Berlin roman olabilir
Dizinin beşinci kısmı henüz yayımlandı. La Casa de Papel macerası sizin içine ne ifade ediyor? Dizinin bu denli sevilmesini neye bağlıyorsunuz? Ve Berlin’in?
Dünyanın dört bir yanındaki insanlarla kalpten bağ kurmak gerçekten mucizevi bir şey. Bunun için son derece minnettarım, böyle bir şeyi yakalamanın kolay olmadığını biliyorum. Bana verdikleri desteği, her gün işime daha sıkı sarılarak onurlandırmaya çalışıyorum. Berlin gibi güvenilmez bir karakterle bunca insanın böylesine özel bir bağ kurması insanı roman yazmaya itecek güçte. Belki bir gün bunu yaparım.
İstanbul’a geliyor
Önemli not... Pedro Alonso, yeni kitabıyla 14-15 Ekim’de İstanbul’da olacak. Alonso 14 Ekim Perşembe akşamı 20.00’de Köprü Atölye Kitap Kulübü’nde sıradışı kitabına dair tüm satırbaşlarının konuşulacağı çevrimiçi bir etkinliğe konuk olacak. 16 Ekim’de ise D&R Kitap Fuarı kapsamında İstinyePark D&R’da, 17 Ekim Pazar günü ise Akasya Acıbadem D&R’da 12.00-14.00 saatleri arasında düzenlenecek imza günlerinde okurlarıyla bir araya gelecek.