14.01.2024 - 07:00 | Son Güncellenme:
Müjde Işıl - Onat Kutlar felsefe okumak için Paris’e gitmeseydi, sinemamızın geleceği nasıl şekillenirdi acaba? Fransa’da sinematek oluşumunu görüp bunu Türkiye’ye uyarlamak isteyen Kutlar’ın hayali 25 Ağustos 1965’te gerçekleşti. İstanbul’da açılan Sinematek’in yeni nesil sinemacıların, eleştirmenlerin, sinefillerin yetiştiği bir okul oluşu, Önder Esmer imzalı “Aşk, Ateş Ve Anarşi Günleri: Türk Sinemateki ve Onat Kutlar” belgeselinde anlatıldı. 1980 darbesiyle kapatılan Sinematek’in tarihi sürecini, o döneme tanıklık eden Hülya Uçansu ile konuştuk.
■ Onat Kutlar’ın meslek hayatınız ve sinemamızdaki yerini nasıl tarif edersiniz?
Onat Kutlar hiç kuşkusuz benim çalışma hayatımın hem mimarı hem hocası hem mentoru oldu. En büyük destekçimdi. Onunla karşılaştığım zaman İ.Ü. Edebiyat Fakültesi İngiliz Filolojisi’nde öğrenciydim. 1975’teki o kısa karşılaşma olmasaydı muhtemelen hayatıma edebiyat ya da genel anlamda kitaplarla ilgili ortamda bir rota çizerdim. Onun sayesinde festival gibi rengârenk bir hayatım oldu. Sinematek Derneği’nin 1975’e kadar yöneticiliğini yaptı. Hem artistik hem idari anlamda. Ülkemize dünya sinemasını tanıtan, sevdiren, öğreten kişilerin başında gelir. Sinemanın bir eğlence değil bir sanat alanı, yedinci sanat olduğunu gösterdi. Sinematek Derneği’nde sayısız öğrenci yetiştirdi, onların yol göstereni, danışmanı oldu. Hepimizin yaşamını çok zenginleştirdi. Benzersiz bir cömertlik ve duyarlılığa, çok özel bir zekâ ve ihata yeteneğine sahipti. Edebiyattan sinemaya, klasik müzikten fotoğrafa, sanatın çeşitli alanlarında derin bir bilgi birikimi ve yetenek. Bu özelliklere sahip bir kişiyle uzun yıllar birlikte çalışmak herkese nasip olmayan bir ayrıcalık, olağanüstü bir deneyimdi.
■ Sinematek ve Yeşilçam arasındaki ayrışmanın sinemamıza katkısı veya zararı nasıl oldu?
Ben o dönemde lise öğrencisiydim. Konudan sonraki yıllarda haberim oldu. Tartışmalar verimli sonuçlarla tamamlandığında yararlı olabilir. Nitekim o kavgalardan sonra sinemamızda farklı yollar açıldı. Artık Yılmaz Güney “Umut”u, sinemamızın koca çınarı Lütfi Ö. Akad “Kızılırmak Karakoyun” gibi toplumsal içerikli, sanat değeri yüksek filmler çekmeye başladı. Ve diğerleri elbette.
■ Uzun yıllar İstanbul Film Festivali’nin direktörlüğünü yaptınız. Yurt içinde ve dışında film festivali kavramı, sansür de konuşulurken değişip dönüştü mü?
İstanbul Film Festivali; Sinematek’te farklı zamanlarda, farklı konum ve sürelerde görev almış kişilerin önayak olmasıyla oluştu. Benim çalıştığım yıllarda (1983-2006) ve öncesinde sinemamız üzerinde polisiye kısıtlamalara maruz, çok sert ve çok ilkel bir sansür uygulanırdı. Ancak bu sansür ne sinemacıları ne de festival düzenleyicilerini engelleyebildi. Amerikalı yönetmen Elia Kazan’ın Altın Lale yarışması jüri başkanı olduğu 1988 yılında sansür heyeti beş filmi birden kesmeye kalkınca ortalık ayağa kalktı. Dönemin Kültür Bakanı Sayın Tınaz Titiz, 1989 itibarıyla uluslararası filmlerden sansür uygulamasını kaldırdı.
Kadıköy’de Emin Alper’in sanat yönetmenliğindeki sinematekten yola çıkarsak, filmlere ulaşmanın kolaylaştığı günümüzde sinematekler nasıl bir görev üstleniyor?
Sinematek Derneği’nin Emin Alper gibi son dönem sinemamızın yüz akı yönetmenlerinden birinin başkanlığında çalışması çok sevindirici. Artık teknoloji çağında her film bilgisayardaki bir tuşa bağlı. Ama sinematekler sadece film izlenilen yerler değil. Sinemateklerde ve tabii ki festivallerde filmler tartışmaya açılır, izleyiciler birbirleriyle karşılaşır, fikir alışverişinde bulunur. Bunların kültürel ve sosyal açıdan çok önemli görevleri var. Bu yüzden yeni sinematek kuruluşunu çok önemsiyorum. Emeği geçen herkesi kutluyorum.