21.05.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
“Bir dakika… Yalnız bir ara biri gelmişti ofise. Kapı aralığından şöyle bir bakınca daha önce hiç görmediğim oldukça şık giyimli bir adam görmüştüm içeride. Hatta şöyle bir şey duymuştum. ‘Bu kaçakçılık işi sonunda bizim başımıza bela olacak.’ gibi bir cümle söylediğini hatırlıyorum Şevki Bey’in. Ama ne kaçakçılığı, içerdeki adam kimdi bilmiyorum. Sonra beni görünce hemen kapıyı kapadı. Bir süre daha konuştular. Sonra adam gitmişti. Ama ben gittiğini görmemiştim. Bu yüzden dikkatli bakamadım adamın kim olduğuna. Ben de burnumu sokmak istemedim. Ama o konuşma hiç aklımdan çıkmamıştı. Hep sormak istemişimdir, sonra vazgeçmişimdir.”
***
“Neden?”
“Çünkü yasa dışı bir şeyse karışmak da, bilmek de istemem. Ne kadar çok bilirseniz bu gibi şeyleri, o kadar başınız derde girer. Belki kendi anlatır diye düşündüm. Ama anlatmadı. Sonra da böyle bir konuşmaya hiç tanık olmadım.”
“Ne zaman oldu bu konuşma?”
“Geçen yıl gibi, belki bir yılı aşmıştır.”
Zühre’ye, Şevki Bey’in bilgisayarının alınıp alınmadığını sordum.
“Alındı. İki maktulün tüm cihazları şu anda inceleme altında.”
Şevki Kartal’ın ofisinden ayrılırken aklım hala Jale’ye takılıydı. Kadın uzaktan ne kadar da benziyordu. Kılık kıyafeti, saçı başı, boyu posu, ama gözlerini görünce yanıldığımı hemen anlamıştım. Gözlerinin rengi tutmuyordu, Jale ela gözlüydü. Bu kadın ise mavi gözlü. Ama bakışlarındaki ifade farklıydı. Jale’nin bakışlarında bir derinlik vardı. Bir hüzün, bir buğu…
Ama bu yaşananlar sanki bir işaretti. Nedense Jale’yi Bodrum’da bulacağım gibi bir hisse kapılmıştım birdenbire. Ancak benim bu hislere önceleri de kapıldığım çok olmuştu. Her seferinde sükutu hayale uğramıştım. Ama bu kez içimde çok daha kuvvetli bir his vardı. Neden böyle hissediyordum bilemiyordum. Jale olsaydı ne diyecekti acaba? Ben ne diyecektim? Nasıl bir karşılaşma olacaktı?
Bunları düşünürken az kalsın yine bir kazaya sebebiyet verecektim. Önümde duran araca çarpmama ramak kalmıştı. Işıklara dikkat etmemiştim. Zühre bunun üzerine haklı olarak paniğe kapıldı. “Komiserim isterseniz aracı ben kullanayım. Bu olay sizi etkiledi sanırım, dikkatiniz dağılıyor,” dedi. Önce geri çevirmeyi düşündüm ama kızı daha fazla tedirgin etmenin yanlış olacağını düşünerek “Peki tamam,” dedim. “Sen sür!”
Emniyetin otoparkına girerken daldığım düşüncelerden de kurtulmuştum. Büroya girer girmez Zühre ortadan kaybolmuştu. Ben de masamda duran Adli Tıp’tan gelen otopsi raporunu incelemeye başladım. Kalbe bıçak darbesiyle ani ölüm. Zaten çok net bir ölümdü. Adam sağlıklıymış, herhangi başka bir şey bulunamamıştı otopside. Arkadan kolla boğazı sıkılmış ve göğüse tek bıçak darbesi… Katil profesyonel bir saldırı gerçekleştirmişti. Olay Yeri İnceleme, cinayet aletinin toplam uzunluğunun otuz santim ve bir avcı bıçağı olduğunu yazıyordu. Bıçağın piyasada da rahatlıkla bulunabilen türden olduğunu vurgulayarak, markasını Bushcraft olarak da belirtmişti.
Bıçak konusunu Cengiz’e verip araştırmasını istedim. Belki bir şeyler çıkardı. Bu bıçağın Bodrum ve Muğla’da satışının yapıldığı yerleri araştıracaktı.
***
Orhan Aksoy adlı maktulün üzerinde bulunan kıl, bir saç kılıydı. Yirmi santim uzunluğunda siyah renge sahipti. En azından katilimizin esmer ve uzun saçlı biri olduğunu öğrenmiş oluyorduk. Marka bir avcı bıçağı kullanan esmer, 1.75 boylarında biri olduğunu ve profesyonel bir eğitim aldığını senaryomuza şimdilik yazabilirdik. Onun dışında hiçbir iz, hiçbir ipucu yoktu. Eh bunlar da bir şeydi. Tabii saç kılı katile ait olmayabilirdi. Orhan Aksoy’a ait olmadığı kesindi. Birlikte olduğu, vakit geçirdiği bir başkasının da olabilirdi. Evinde çalışanlara ait olup olmadığı anlaşılabilirdi. Sanıyorum evinde bir hizmetçisi vardı. Cinayet günü evde yoktu. Ceylan Keser adında bir kadındı. Arkadaşlar onu bulup konuşmuşlardı. Maktulün üzerinde bulunan saç kılının bu hizmetçi kadına ait olup olmadığına da bakılmalıydı. Sonuçta evde çamaşırları yıkayan, ütü yapan, giysileri katlayıp dolaba kaldıran oydu. Bunun için bir teste ihtiyaç vardı. Cengiz’den bununla da ilgilenmesini istemiştim. Bulunan iplik parçası ise Orhan Bey’in o gün üzerine giydiği eşofmana ait çıkmıştı. Zaten olmasaydı da çok önemli bir ipucu sayılmazdı.
Şevki Kartal’ın ölüm raporunda da pek şaşırtıcı bir durum yoktu. Ölümü, naylon sicimle boğma şeklinde gerçekleşmişti. Arkadan yaklaşan katil, maktul havuzdayken arkadan boynuna ipi geçirip kuvvet uygulayarak boğmuştu. Raporda ayrıntılar açıkça yazıyordu ama bunları okumaya gerek yoktu. Yalnız o kadar kuvvetli sıkmıştı ki, Şevki Kartal fazla direnç gösteremeden hemen yaşamını yitirmişti. Arkadan yaklaşıp boğduğu için boynun ön tarafında derin izler bulunmuştu. Hatta naylon sicimin kalıntılarına rastlanmıştı. Çevrede araştırma yapılmıştı ama hiçbir ize rastlanmamıştı. Onun dışında katile ait herhangi bir iz de bulunamamıştı. Şevki Bey’in otopsisi temizdi ve sağlıklıydı.
Tabii bunları katilin tek kişi olma ihtimaline göre değerlendiriyorduk. Katil birkaç kişi de olabilirdi. Ama bazı küçük ayrıntılar katilin bu cinayetleri tek başına işlediğini gösteriyordu.
Cengiz yanıma gelerek, “Komiserim, amirim sizi çağırıyor,” dedi. Kulağımın dibinde fısıldar gibi konuşması bana pek hayra alamet gibi gelmedi. Hemen odasına gittim. Beni koltuğa oturttu. Bir şey olmuştu. Sezai Amir’in yüzündeki ekşi ifade ve nazikçe oturtma tavrı bir şey olduğuna delaletti. Gerçi kızdığı zamanlarda oturtmazdı. Oturttuğu zaman ise babacan bir tavırla nasihatlerde bulunurdu genelde. O nedenle korkulacak bir şey yoktu. Yine de insan tedirgin oluyordu. Önce jeton düşmedi ama dışarı doğru camdan bakınca, Zühre’nin zeytuni yeşil gözleri gözlerime temas ettiğinde köfteyi hemen çakmıştım. İhbar edilmiştim kısacası… Hem de en yakınımdaki kişi tarafından…
ARKASI YARIN...