07.07.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Evinde olduğu zamanlar peşine bir de koruma vermişti. Seza da yardımcı oluyordu. Engin’in cenazesi pazar günü uçakla Ankara’ya gönderilmişti. Ailesi Engin’i doğduğu şehir olan Ankara’da toprağa verecekti.
Ekip beklemedeydi. Henüz herhangi bir gelişme kaydedilememişti. Sedat Girit ortada yoktu. Ömer Akbaş da yurt dışından hala dönmemişti. Sezai Başkomiser David’in gözaltına alınması için yeteri kadar delil olmadığı kanısına varmış, “Eğer şimdi alırsak ne yapacaklarını hiç bir zaman öğrenemeyeceğiz,” diye belirterek, biraz beklemek ve izlemek gerektiğini, elektronik dinlemeye alınması için de savcılığa başvuruda bulunacağını söylemişti.
***
Kısaca elde yine bir şey yoktu. Vurulmadan önce o olay gecesi yolda giderken aklıma bir şey takılmıştı. O araç arkamda belirince sanki hafızam da silinmiş gitmişti. Günlerdir eksik bir şeylerin olduğunu düşünüyor ama ne olduğunu bir türlü bulamıyordum. Bugün hastaneden çıkarken yine aklıma gelmişi ama hala hafızam bulanıktı. Neydi neydi diye hala düşünüyordum.
Ali beni eve getirir getirmez ayrılmıştı. Ama amir apartmanın dış kapısına bir nöbetçi dikmeyi ihmal etmemişti ne olur ne olmaz diye. Gerek olmadığı şeklindeki ısrarlarıma rağmen bir adam göndermişti yine de. Neyse ki polis arkadaş araçta oturuyordu. Bir şey olursa diye telefon numarasını da mesaj olarak atmıştı. Koltuğuma kurulup ayaklarımı uzattım. Şimdi gecikmiş ev keyfimi yapabilirdim. Eve gelirken yoldaki marketten biraz abur cubur şeyler almayı da ihmal etmemiştim. Netflix’i açıp filmlere göz atmaya başladım. Enigma diye şifre konusunun işlendiği bir filme takılınca unuttuğum şey hemen aklıma gelmişti. Sanki bilinmeyen birtakım güçler hatırlamam için bu filmi karşıma çıkarmıştı. Böyle esrarengiz şeyler nasıl açıklanabilirdi, insanın aklı almıyordu. İntihar dosyasına bakacaktım. Dosyada Sadık Girit’in mektubunu tekrar okumak istiyordum. Eğer bu adam askerde bir şifreciyse, belki yazdığı mektuba birtakım şifreler bırakmış da olabilirdi. Ya da teşkilatta bu işin uzmanı olan ekibe de yönlendirebilirdim mektubu. Ama önce kendim bir göz atmak istiyordum. Hemen ayaklandım ve giyindim. Aşağıdaki nöbetçi polis arkadaşıma telefon edip, beni acilen büroya götürmesi gerektiğini söyledim. “Komiserim dinlenmeniz gerekmiyor mu?” sorusunu, “Boş ver yeterince dinlendim, bu acil bir durum,” diye yanıtladım.
Giderken Zühre’yi aradım ve otel odasındaki dosyayı bana bir ekip aracıyla yollamasını istedim. Zaman kaybetmemek için de dosyanın içindeki mektubun yakın plan okunaklı olacak şekilde bir fotoğrafını çekip, hem e-posta adresime, hem de whatsapp’ıma göndermesini rica ettim.
Amir beni büroda görünce şaşırdı. “Sana acele et, bir an önce iyileş dediysek bu kadar da çabuk demedik. Ne oldu önemli bir şey mi var?”
“Bilmiyorum amirim, bir şeye bakacağım. Merak edilecek bir şey yok, sadece büyük bilgisayarın başına geçip bir bilgiye bakacağım.”
Başıma gelip dikilmesin, beni sık boğaz etmesin yalnız bıraksın diye de, “Lütfen rahatsız olmayın, siz işinize bakın, işim bitince eve dönerim,” deme gereğini lüzum gördüm. Mesaj alınmıştı. “Tamam tamam, bir şey ister misin, çay, kahve falan?”
“Teşekkür ederim şimdilik gerek yok. Sonra ben alırım.”
“Peki.”
Amir uzaklaşınca hemen bilgisayarımı açtım ve elektronik postama girdim. Zühre yazıyı hem telefonuma hem de e-postama göndermişti. Hemen incelemeye başladım. Bakalım önsezilerim beni haklı çıkaracak mıydı?
“her şeyimİ kaybettim seNi seviyorum oğlum hayaTıma son verİyorum HatAlıyım göRüşeceğiz bir gün bu dünya ETME bulma Dünyası değİl Mi BENİ affedin ÖLümüme üzülmeyin Dayanıklı olun ölenle ölÜnmez heRkEs oğluma kızıma Canı gibi baksın hakkınızı hElal edin Kendinizi koruyun hepinizi kucakLıyorum sizi sEviyorum Rabba koşuyorum ÖlüM allahın EmRi nasıl olsa sadık”
***
Heyecanlıydım. Okudum okudum bir şey bulamadım. Bu şifreci asker, mektuba birtakım şifreler bırakmış olabilirdi. Ama ne bırakmış olabilirdi? Sonra bir şey dikkatimi çekti. Sadık bazı harfleri büyük harfle yazmıştı. Ne nokta, ne de virgülü olan imla hatalarıyla dolu bir mektuptu zaten. Ama bu hatalar sanırım kasıtlı yapılmışa benziyordu.
“şeyimİ” sözcüğündeki İ harfi büyüktü. “seNi” sözcüğündeki N harfi de öyle. “hayaTıma”daki T, “verİyorum”daki İ, “HatAlıyım”daki H ve A, “göRüşeceğiz”deki R harfini yan yana getirince ilk kelime ortaya çıkıyordu. İNTİHAR.
“ETME” sözcüğü tamamen büyük harfle yazılmıştı; ETME, “Dünyası”ndaki D, “değİl”deki İ, “Mi” ekindeki M harflerini yan yana getirince de ikinci kelime ETMEDİM oluyordu. Yani iki kelime “İNTİHAR ETMEDİM”di.
Sadık Girit gerçekten de mektubunu şifrelemişti. Devam ediyordum okumaya. “BENİ” sözcüğü de olduğu gibi büyük harflerle yazılmıştı; BENİ, “ÖLümüme”de sözcüğünde iki büyük harf yer alıyordu; ÖL, “Dayanıklı”daki D, “ÖlÜnmez”deki Ü, “heRkEs”teki R ve E, “Canı”daki C, “hElal”deki E, “Kendinizi”deki K, “kucakLıyorum”daki L, “sEviyorum”daki E, “Rabba”daki R harflerini yan yana getirdiğimizde ortaya çıkan kelime şöyleydi. ÖLDÜRECEKLER.
Yani iki kelime birleştiğinde ise cümle şöyleydi. BENİ ÖLDÜRECEKLER.
Hepsini bir araya getirdiğimizde ise şu cümle ortaya çıkıyordu.
“İNTİHAR ETMEDİM BENİ ÖLDÜRECEKLER”
Ancak en can alıcı kısmı ise bir ismin ortaya çıkışıydı. “ÖlüM”deki Ö ve M ile “EmRi”deki E ve R harflerini yan yana getirince çıkan isim şuydu. ÖMER.
Mektuptaki şifreli cümle tam olarak şöyleydi.
“İNTİHAR ETMEDİM BENİ ÖLDÜRECEKLER ÖMER”
ARKASI YARIN...