06.07.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Bu arada Engin kalkmış yürümeye başlamış. Zühre ileride seni görmüş ama arada Engin olduğu için bir şey yapamamış. Sen araca binip hızla uzaklaşınca Engin de aracıyla seni takibe başlamış. Bunun üzerine Zühre de hemen aracına koşup o da sizlerin peşine takılmış. Bu arada Zühre de sürekli telefonla seni aramış ama yanıt alamamış. Telefonunun şarjda olduğunu düşünmüş. Ekiplere durumu bildirmek istemiş ama işi daha fazla karıştırmak istemeyip takibi sürdürmüş. Engin’in aracını Bodrum çıkışında yakalamış. Engin’in izini aracın altına yerleştirdiği verici sayesinde bulmuş. Sonrası malum…”
***
“Vay canına film gibi bir sahne yaşanmış desene amirim…”
“Aynen öyle olmuş Ayvaz, Zühre birkaç saniye daha geç kalsaymış, şu anda hastane odası yerine seni morgda bulacaktık.”
Başımı sallamaya çalıştım ama ağrıdan yapamadım. Suratımın asıldığını gören amir, yanıma gelip elimi okşadı. “Ben büroya geçiyorum. Burada odanın başında devamlı birisi olacak. Bir ihtiyacın olursa hemen ara, ne olursa olsun. Hızla iyileş ve işinin başına dön. Tekrar çok geçmiş olsun Ayvaz,” dedi babacan bir tavırla. İnsan böyle durumlarda ne kadar aciz ve yardıma muhtaç bir varlık oluyordu. Amirin varlığı babamı anımsattı. O da hastalandığımda yanıma gelir, başımı okşar. “Ne istiyorsun oğlum, sana ne alayım?” diye sorardı. Hastalığımın geçmeye, iştahımın yavaş yavaş gelmeye başladığı dönemde, ben babamdan hep muz isterdim.
“Sağolun amirim, geldiğiniz için teşekkür ederim.”
“Ne demek, hadi şimdilik hoşçakal!”
Amir kapı kolunu çevirirken sordu.
“Seza’ya haber vereyim, gelsin mi?”
“İşi yoksa gelsin amirim, iyi olur.”
Seza gelince onunla da sohbet etmiş bir kere de onun ağzından dinlemiştim amirin anlattıklarını. Seza, Zühre’nin Engin’le ilişkisini bilmediğini, şok olduğunu söyledi. O da benimle aynı görüşteydi. Olayın sıcaklığı içinde durumu tam kavrayamadığını, bir süre sonra yalnız kaldığında büyük acılar çekeceğini, yakınlarının ve ortak tanıdıklarının üstüne üstüne geleceğini, özetle zor günlerin beklediğini söyledi. Haklıydı. Gerçekten de Zühre için kolay bir süreç olmayacaktı. O nedenle Zühre’yi sürekli olarak işte tutmak gerekiyordu. Mutlaka yanına da birisini vermek lazımdı. Ayrıca ne olur ne olmaz diye korunması gerekecekti. Hem Engin’in iş yaptığı adamlardan, hem de onun varsa belalı yakınlarından… Bu düşüncelerimi ziyaretinin ilk dakikalarında amire de söylemiştim. O da, “Gereğini yaparız merak etme!” deyip beni rahatlatmıştı.
***
Benim yokluğumda görevi Seza Komiser devralacaktı. İyileşip göreve dönmemin ne zaman olacağını kestiremiyordum. Ama birkaç gün sonra taburcu olup evime gidebilirdim.
“Seza Komiserim Zühre ile konuş. Sana son yaptığımız araştırmalarla ilgili bulguları versin. Belki pazartesi taburcu olurum ama işe gelebilir miyim bilmiyorum.”
“Doktor ne diyor Ayvaz?”
“Muhtemelen salı veya çarşamba iyi olurum, yani iyi dediysem ayağa kalkabilirim diye düşünüyorum. Doktor da aşağı yukarı öyle söyledi. Kendimi yormamak kaydıyla işe gidebilirmişim.”
“Ben de o zamana kadar elimden geleni yaparım. Özellikle bakmamı, ilgilenmemi istediğin bir konu var mı? Eğer şimdi aklına gelmiyorsa sonra ara bildir. Bu arada telefonunun şarjını sık sık kontrol et. Canından oluyordun bak.”
“Haklısın. Genelde kontrol ederdim ama sanırım dalgınlığıma gelmiş.”
“Yorgunluktan olabilir. Sen de çok yoruldun. Çünkü çok sıkıştırıyor adiler.”
“Kontrol sende komiserim. Sen de git dinlen artık. Anladığım kadarıyla sen de uykusuz kaldın.”
“Ali ile Cengiz’in bu adamları takip etmesine gerek var mı, bilmiyorum. Takip edildiklerini biliyorlar artık.”
“Şu anda bunları düşünecek halde değilim. Belki takibin yöntemini değiştirmek gerekebilir.”
“Tamam, biz hallederiz. Sen hiçbir şey düşünme ve dinlenmene bak. İyi bak ki geldiğinde artık bu olayı çözebilelim.”
“Tamam Seza, teşekkürler her şey için. İyi ki varsın.”
“Sen de öyle… Eğer fırsat bulursam yarın uğrarım, kendine dikkat et!”
“Sen de…”
Seza gidince kendimi çok yalnız hissettim birden. Çocukluğum, annem, babam gözlerimin önüne geldi. Aldığım ilaçlar ve verilen serum sakinleştirici etkisi yaratıyordu. Gözlerim kapanıyor ve derin bir uykuya dalmaya hazırlanıyordum.
Rüyamda Jale’yi gördüm. Beyazlar içindeydi. Yatağımda beni ziyarete gelmişti. “Artık sana geldim, evlenebiliriz, yarım kalan işimizi tamamlayabiliriz,” diyordu. Elini yüzüme yaklaştırınca kesif bir mandalina kokusu alıyordum. Sonra kapı hızla açıldı. Odaya dazlak kafalı biri girip silahını Jale’ye doğrulttu ve ateşledi. Jale kanlar içinde yere yığıldı. Onun yanına koşmak istiyordum ama ayaklarım tutmuyordu. Koşamıyordum bir türlü, Jale’nin vücudundan kanlar akıyordu. Sonra dazlak kafalı bana dönüp, “Sıra sende Ayvaz Komiser!” diyordu. Ve tam ateş edecekken uyanmıştım. Ter içinde kalmış, sırılsıklam olmuştum. Gördüğüm bir kabustu.
Kapıdaki görevli memur da, çıkardığım seslerden olacak, “Neler oluyor?” diye bana bakıyordu. Yüzümü sıkıntılı görünce hemşireye seslendi. Hemşirenin yumuşak elini yanağımda hissedince rahatladım ama mandalina kokusunu hala alıyordum.
11 Kasım Salı (üç gün sonra)
Nihayet evime gelebilmiştim. Çarpma esnasında darbe aldığım için bacak kaslarımda ezilmeler, sağ dizimde de küçük çapta fazla önemli olmayan bir zedelenme oluşmuştu. O nedenle pazartesi yerine biraz fizik tedavi görerek bugün taburcu edilmiştim. Beni hastaneden almaya Ali gelmişti. Güzide her zamanki gibi bürodaydı. Cengiz, Zühre ve Seza Bodrum’daydılar. Ama sağ olsunlar sürekli arayıp halimi hatırımı soruyorlar ve gelişmeler hakkında da bilgi veriyorlardı.
ARKASI YARIN...