29.04.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:
YENİ KİTAPLARIYLA ALTIN PORTAKALLI ŞAİRLER YÜCEL KAYIRAN VE BİRHAN KESKİN... axkit021.jpg Daha önce Enis Batur'dan Gülten Akın'a, Ahmet Oktay'dan Mehmet Taner'e dek pek çok ünlü şairin de kazandığı Altın Portakal Şiir Ödülü'nü alan her iki şair de 20 yıldan bu yana şiir yazıyor. Ve ikisi de şairin üryanlığına inanıyor. "Y'ol" Birhan Keskin'in 7., "Çalgın" ise Yücel Kayıran'ın üçüncü kitapları. İki ödüllü şairle hem yeni kitaplarını hem de, hazırladığımız "Türk Şiiri Yükselişte" başlıklı dosyamızdan hareketle, şiirin gelişimini konuştuk. 2005 Altın Portakal Şiir Ödülü'nü kazanan Yücel Kayıran ve aynı ödülün 2006'daki sahibi Birhan Keskin, okurlarının karşısına bu ay yeni şiir kitaplarıyla çıkıyor. Keskin'in "Y'ol"unun ilk bölümünü oluşturan "Taş Parçaları" 55 günde yazılmış. Kayıran'ın "Çalgın"ı ise sekiz yıla yayılmış... Y. Kayıran: Çalgın nazar kelimesiyle bağlantılı bir kelime. Nazar bilindiği gibi bakış demek. Nazar değmesi ifadesi, ötekinin bakışı altına kalmak anlamına gelir. Öteki öyle bakar ki, bakışıyla sanki ruhumuzdan bir parça alır. Dolayısıyla 'çalgın', ötekinin bakışıyla ruhundan parça alınan ve ruhundan çalınan parçanın peşinde dolaşıp duran kişi demek. Bir üryan halde olma biçimi. Aşk durumunda olma hali.. Dolayısıyla bu hallerin şiirlerinden oluşuyor "Çalgın" Sizin "Çalgın", sizin ise "Y'ol" adlı kitaplarınız yayımlanıyor Metis'ten. "Çalgın" ne demek? B. Keskin: Evet bu kitabın özel bir durumu var. "Taş Parçaları" isminde uzun bir şiiri içeriyor, benim şimdiye kadar yazdığım en uzun şiir bu. Çok kısa bir zaman içerisinde yazdığım bir şiir üstelik. "Y'ol" da farklı bir kitap... B. K.: "Taş Parçaları" 55 günde yazıldı. Son derece çıplak, Yücel'in kelimesiyle söylersem; üryan bir şiir. Benim kelimemle de ham. Büyük bir kırılma anına ait uzun bir şiir. Ancak "Taş Parçaları"nın çıplak ve ham duruşuna karşın ikinci bölümdeki "Eski Dünya", "Ba"daki gibi dingin ve yalın. Ne kadar sürede? B. K.: Y'ol bir sürü manada okunabilir. Düzünden okuyup kısaca Yol demek de mümkün. Y harfindeki apostrof sebebiyle Yol'da bir çentik, ayrılık diye okumak da mümkün. Ol hecesini ayırdığım için "ol" fiiline yapılan göndermeyi de okumak mümkün. Bence hepsine birden vuruyor. Özel okunuşu bana kalsın. Kitabın adı "Y'ol". Y harfi ve ve ondan apostrofla ayrılan 'ol' kelimesinde özel bir vurgu mu var? Y. K.: Evet, "Çalgın", Seher Demir ile Zeki Kayıran'a ithaf edildi. Anneme ve kardeşime. Ben, ithaf etmenin önemine inanırım. Şiir ithaf etmek, birlikte yaşadığınız insanlara olan bağlılığın kutsallaştırılmasıdır. Siz de kitabınızı annenizle kardeşinize adamışsınız. ERGEN BİR ŞİİR... Y. K.: Yazarlar daha çok kendi ülkelerinin gerçekliğinden hareketle yargılar geliştiriyor. Cortazar da sanırım bunu Latin Amerika'daki edebiyatın durumunu dikkate alarak söyledi. Bilindiği gibi, 20. yy, Latin Amerika için, romanın yüzyılıydı. Bu arada, 20. yy'da Latin Amerika şiirinin ne durumda olduğunu bir- iki örnek dışında tam olarak bilmiyoruz. Ama bugün Latin Amerika şiirinde yeni gelişmeler olabilir ve Cortazar da, bu durumu dikkate alıyor olabilir. Bizde ise farklı bir durum söz konusu. Bir süredir, şiirin bittiği, durakladığı, öldüğü telaffuz ediliyor. Öncelikle, bunu kabul etmediğimi söylemeliyim. Duraklayan, bitmiş gibi görülen genel olarak Türk şiiri değil, daha çok bir dönemin şiiri, bizim kuşaktan önceki dönemin şiiri bu. Bununla birlikte Türkiye'deki birey algısının değiştiğinden, bireyin öz benlik algısının gelişiminden söz etmek gerekiyor. Sosyologlar, Cumhuriyet döneminin ilk yıllarına ilişkin incelemelerinde, bireyin çocukluk haline, ergin olmama haline vurgu yapar. Şiir okuru da böyleydi dolayısıyla. Oysa bugün bu değişti. Türk insanı bireyin çocukluk evresinden, daha yetişkin bir dönemine geçiyor bugün. Dolayısıyla şiir okuru da böyle. Ama şair de böyle. Bugün çok daha ergen bir şiir yazılıyor ve bu şiir de gelişim ve çıkış yapma halinde. Ama bugün bir eksiklik de söz konusu. Bu eksiklik, bugün yazılmakta olan şiire sahip çıkan ve genel kabul gören şairlerin olmayışından kaynaklanan bir eksiklik. Bundan on beş yıl öncesine kadar, yazılan yeni şiiri izleyen, ona sahip çıkan ve şiir ortamını dinamik tutan şairler vardı. İkinci Yeni şairleriydi bunlar. Ama onlardan sonra kesintiye uğradı bu.B. K.: Mesela Cemal Süreya gibi birinin yaşamıyor oluşu... Y. K.: Cemal Süreya çok önemli bir isim. Sosyalist olması da önemli burada, demokratik bir kişiliğinin oluşu belirleyici olmuş gibi gelir bana. Dolayısıyla ayrım yapmıyor şairler arasında. Ama ondan sonra gelen kuşaklarda, bazı şairlerde kendi şiirini takip edenlerin dışında olanı görmeme eğilimi var. Şiiri kendi yaptığı, kendi yazdığı şiire indirgeme hali... '90'ların ortasında, bu türden şairlere olan inancım kalmadı. Cortazar 21. yüzyıl şiirin yüzyılı olacak demişti. Şimdi 21. yüzyıldayız. Sizce şiir bu yüzyılın edebiyatı mı olacak? Y. K.: Şiirlerine ve söylediklerine. Hakikati dile getirmek için yazmıyorlar, kişisel mevki ve iktidar elde etmek için yazıyorlar. '70'lerdeki dayanak noktaları farklıydı, hava değişince '80'lerde ve '90'larda başka bir şey oldu. Önce solcu, sonra liberal, İslamcı veya milliyetçi olmak gibi. Duruşlarının arkasında ideolojik bir sıra söz konusu. Hangi ideoloji yaygın ise, o ideolojinin gömleğini giyiyorlar ama o ideolojinin doğruluğuna inandıklarından değil, onun taraftarları tarafından okunmak için. Dolayısıyla şiir öne çıkmıyorsa, bu şiir inandırırcılığını yitirdi de ondan. Bugün farklı bir şiir, farklı bir kuşak geliyor. Şimdi bu kuşağın isimleri görülmeye başlandı. Dolayısıyla şiirin yükselişi bu kuşağın yükselişiyle ilgilidir. Nasıl yani? Kişiliklerine mi şairliklerine mi inancınız kalmadı? Y. K.: Bu soruyu iki şekilde algılamak lazım. Genel yani soyut olarak şair nasıl olmalı? Politik mi olmalı, ahlaklı mı olmalı? Genel olarak algıladığınız başka şey. Benim yaşadığım dönemde daha çok bu sorunun anlamı ne sorusuna yerinden bakıyorum. Benim yaşadığım yerde ne? Tavır denilen şeyin mizaçla çok bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Mizaç, genellikle süreklilik gösteren davranışlara sahip olma anlamına gelir. Bu da bir kişiyi o kişi yapan şeydir. Yani ahlakın varlıksal, ontik bir temeli vardır. Kendi adıma ahlaklı olmayı önemsiyorum. Şairlerin illa politik duruşları mı olmalı, bunun da 'doğru siyaset' mi olması lazım? Ya da, kişilik olarak erdemli, pırlanta gibi bir kalbi mi olmalı? Bunu şundan soruyorum, Rimbaud dünya şiirinin en parlak ismi. Ama köle satmış. Ya da Pound, Nazileri desteklemiş. MERHAMETLİ ŞAİR... Y. K.: Somutlaştırırsak, örneğin, ben yalan söylemeyi onaylamıyorum. Gündelik hayatta da ahlaksız lafını böyle anlıyorum. Yalan söylüyorsa, sözünde durmuyorsa bir kişi, olup biteni yanlış yansıtıyorsa, ahlaksızdır ve o kişi şair olamaz. Şiir diye bir şeyler yazar ama şiir yazamaz. Şiir yazan birinin de ahlaksızlığı savunacağı kanısında değilim. Rimbaud, köle ticareti yaparken, şiir yazma halini kaybetmişti zaten, şiir yazarken de köle ticareti yapmıyordu. B. K.: Bence, ahlak meselesinin çok muallakta kalan yanları var . Ahlak dediğimiz şey, herkese göre değişebilecek bir kap. Ben mesela ahlak sözü yerine merhamet sözünü tercih ederim. Merhametli olmasını tercih ederim, insanın da şairin de. Peki, sizce ahlaksız olup da iyi şair olunamaz mı? İyi ahlaklı, iyi şair mi olur otomatikman? B:K.: Yalan söyleme hali yok ama başka bir dünya kurma hali vardır şairin. O dünyayı kurarken, çok bilindik bir dünyadan ve çok bilindik ahlaktan tabii ki uzakta olacak. Ama onun uzakta duruyor olması o şairin ahlaksız olduğu anlamına gelmiyor.Y. K.: Platon da şiir yazmıştır. Yalnız, "şairin sözü yalandır", savunma mekanizması oluşturulmak için geliştirilmiş bir söz. Saldırıya maruz kalmamak için.B. K.: Ben üryan halini, çıplak olma halini taşımak isterim tam tersine. Y: K.: Şair zaten üryan halde olandır. Şair olmayanlar kişilerden veya iktidar erkinden gelebilecek iftira ve saldırılara karşı, "şair lafı yalandır" dediler belki de. Bir söyleşinizde, Platon'u örnek veriyorsunuz hem felsefeci hem şair olarak. Platon da şairleri gerçeği tahrif ettikleri, bir anlamda yalan ürettikleri için dışlamalı der.. B. K.: Biz o döneme denk gelmedik. Şiirin başının ezildiği, kafasını içeriye çektiği bir döneme düştük. Böyle bir dönemde de inatla, kimselerin, hey kardeşim sen de n'apıyorsun diye seslenmediği onca yıl boyunca şiir yazdık. Varsa eğer bir kıymetimiz, budur: Hakikaten deyim yerindeyse şiirin iplenmediği bir dönemde inatla şiire sarılmış ve onda kalmış bir insanım kendi adıma. Başka bir şey de yazmak istemedim ben zaten. Eskiden şiir matineleri yapılırmış. Şiir çok satarmış, şiir yazamayanlar eleştirmen ya da hikayeci olurmuş... EMEĞE GÖRE FİYAT B. K.: Şiirle geçinilir mi? Yıllarca başka başka işlerle uğraştım. Editörlük yaptım, dergi çıkardım. Yayınevinde çalıştım. Hâlâ bu tür işleri yaparak para kazanıyorum. Benim hayatta kalma ya da karnımı doyurma biçimim şiirin tamamen dışında bir şey. Yücel de öğretmenlik yapıyor. Şiirle para kazanmak söz konusu değil. Peki hayatınızı nasıl kazanıyorsunuz? Şiir kazandırmıyor çünküÖ B. K.: Romancıların da pek azı yazdığıyla yaşayabilir durumda. Ancak "çoksatar" olmanız kaydıyla yazarak hayatınızı kazanabilirsiniz bu düzenin içinde. Ama ben size daha başka bir şey söylemek isterim. Geçen günlerde Amerikalı bir şairin kitabı yayımlandı: Louise Glück. Onun yeni kitabı çıktı: "Averno". Bu kitap 76 sayfalık bir kitap. Satış fiyatı ne kadar biliyor musunuz, 22 dolar. 300 sayfalık bir romanı belki çok daha ucuz fiyattan alabilirsiniz. Üstelik de Amerika'dan bahsediyoruz, kapitalizmin şahikasından, ama 76 sayfalık bir şiir kitabı, 22 dolara satılıyor. Bizdeyse yayıncılar bir şiir kitabının maliyetini kağıt maliyetiyle hesaplıyorlar. Burada çok ciddi olarak düşünülmesi gereken bir şey var. Roman 300 sayfada bitiyor, şiir kitabı da 70 sayfada bitiyor diye birine 300 sayfalık kağıt masrafı, birine de 70 sayfalık kağıt masrafı üzerinden etiket fiyatı yapıştırırsan, nereye gidebilirsin? Belki kimsenin görmek istemediği bir şeydir bu bahsettiğim. Şair kıymetlidir, şiir kıymetlidir diyebilmek için ö Bugün romancılara nasip olan şey, yarın şairlere de olmaz mı? Hiç umut yok mu sizce? Y. K.: Şiir kitabının, sayfa sayısına göre değil, emeğe göre fiyatlandırılması önemli bence de. Bir de tabii, şiir okurunun da buna ikna olmuş olması gerekiyor. nce hakikaten de kıymetli olduğuna inanmalısınız. "Şiirde bir hareketlenmeden, kıpırdanmadan söz edilebilir. Ama bence bu, şiirin içinde çoktandır zaten var olan bir şeydi. Sadece belki göz önüne çıkması biraz zaman mı aldı? Biz geçenlerde Seyhan (Erözçelik) ile kendi kendimize bir oyun oynadık. Elimizdeki deftere olmazsa olmaz bazı listeler yaptık; şair listeleri. Her beş dakikada bir, yeni listeler oluşturduk. Şimdi o sayfaları gözümün önüne getirdiğimde Türk şiirini kimlerin taşıdığını görebiliyorum. Türk şiiri, ki her zaman savundum, hep zengin bir şiirdir. Ama bazı zamanlar vardır ki, medyanın da ilgisine mazhar olur. Bu aralar biraz böyle. Bu durum belki de hakikaten benim yaşımdaki şairlerin şiirinin daha görünür hale gelmesiyle, göz önüne çıkmaya başlamasıyla ilgilidir. Şair biraz mağrur bir yaratıktır, kolay kolay göz önüne çıkmasını da beklememek lazım. Kıpırdanış olacaksa bu biraz da basının göstereceği ilgiyle olacaktır. "ŞAİR DAHA GÖRÜNÜR OLDU" Bir süreden beri şiirin inişte olduğu, durakladığı telaffuz ediliyor. Söz konusu olan, genel olarak, yani Türk şiiri anlamında şiirin duraklaması değildir. Duraklayan ve biten belli bir dönemin şiiridir. Belli bir dönemin şiiri, duygu ve inanç bağını yitirdi. Sözünü ettiğim bu dönem, bizden önceki kuşağın yazdığı şiirin dönemidir. Bununla birlikte, bugün şiirin yeniden yükselişi söz konusudur. Ve yükselmekte olan bu şiir de bizim kuşağın yazdığı şiirdir. Yalın, eleştirel, insanın varlık durumunu merkez edinmiş olan bir şiirdir bu. "YÜKSELMEKTE OLAN BİZİM KUŞAĞIN ŞİİRİ" (...)kendi içinde yankılanır gaybolanın sesiinmezmiş çarşı esnafının kalbinementeşeler çok sıkı, akıl neden dudaktaserinlik bulamıyor tençok mu dokunaklı konuşuyorum Billoysa alay bulaşmış edama, öyle diyorlar kalp ve sükutbozdurup harcamak kadarbenim de olmadı hiç paramBill!ağlamaağlama ama Bill!senin de mi aşkın gitti arkadaşınlaboşluktan yok yere vazgeçilmez hiçhiçlikle yaşamasını bana da öğrettiler Billböyle zamanı geldiğindeneden bir şey yapamıyorumbüyürken bendeki bu kararsızlıksürekli bir kaybetme duygusuna neden sözüm yok ve neden kefilimkelimeler perde olurken başkasının gizineher ben kendi nefsine türap gülerek bakarken öyle harap olmuşun geçmişineiçindekini yıkan kendini de yıkmaz mıgerginlikle yağmalanırken yalnızlıkderimi yüzmekle mi bitecek yüzümdeki harf gizemiama kim hazır, kimkim yanıt verecek, öyle sıcakiçimden dökülen buzdan cümleyeBu civayı kim koydu kalbimize Necati? fü *italikler: Edip Cansever IIIMadem arkandan ağlamamı bile çok gördün banaAl bu taşlar senin olsun... O halde ve bundan böyleBütün davullar vursun, telleri kopsun sazlarınBoşluğa bağırsınlar, birlikte;Kan kusacağız.Kan kusacağız. Madem dünya bunca zalimMadem yakışmıyor kalbimize.Bütün davullar gümlesinBoşluktan gelen, boşluğu dolduranıBoşluğa böğüreni Vursunnnn.Y'ol.Bak! Nasıl kan kusuyor külde uyuyanDünya görrrrsün. Taş parçaları