12.04.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Seray Şahinler / Dünyanın en özel ve özgün şehirlerinden biri İstanbul. Silüetiyle, tepeleriyle ve sembolik yapılarıyla eşsiz bir estetiğe sahip. Binlerce yıldır bu şehir için çok özel yapılar inşa edilmiş. Fakat bir o kadar da planlanan fakat gerçekleşemeyen projeler var.
Dünyanın her köşesindeki arşiv, koleksiyon ve antikacılarda bu şehrin tarihine dair belgelere rastlamak mümkün. Araştırmacı-yazar Saro Dadyan, 10 yıl önce bir sahafta bulduğu kitaptaki Pavesi adlı İtalyan bir mimar tarafından hazırlanan “gerçekleşmemiş” Kırım Savaş Anıtı’yla birlikte “Peki İstanbul için planlanan fakat gerçekleşemeyen ne var?” sorusunun peşine düştü. Ve araştırmaları “Hayallerde Kalan İstanbul” kitabında hayat buldu. İBB Yayınları tarafından hazırlanan kitapta, İstanbul’un farklı köşeleri için planlanmış ama gerçekleşememiş onlarca mimari eser belge ve çizimlerle yeniden hayat buluyor.
“Bunu ben yaparım”
Kitap, 1502’de Leonardo da Vinci’nin Haliç ve Boğaz Köprüsü projeleriyle başlayıp 1950’lere kadar uzanan 450 yıllık serüveni kapsıyor. Bu süreçte nihayete erememiş, köprüler, geçit, meydan, müze, anıt, saray, camii, kilise gibi yapıların haritası çıkarılıyor. Dadyan ”Bu projelere bakıldığında, aslında geçmişte de İstanbul’un bugün olduğu gibi ne kadar dinamik, sürekli gelişmeye ve değişmeye açık bir şehir olduğunu gösteriyor” diyor.
Kitapta mekân ve kişiler üzerinden bir “hayaller okuması” söz konusu. Listenin ilk sırasında elbette köprüler var. İki yakalı bu kenti birbirine kavuşturmak için onlarca proje yapılmış. II. Bayezid’den Adnan Menderes’e kadar; iki kıtanın bir köprüyle birbirine bağlanması hep gündeme gelmiş. Fakat tarihe düşülen renkli bir notta; karşımıza Leonardo da Vinci çıkıyor. Dadyan’ın aktardığına göre “Hayallerde kalan” ilk Boğaz Köprüsü, Rönesans’ın öncülerinden Da Vinci tarafından tasarlanıyor.
Topkapı Sarayı arşivlerinde Da Vinci’nin 1502’de II. Bayezid’e gönderdiği İtalyanca mektubun Osmanlıca tercümesi hâlâ korunuyor. O yıllarda Suriçi İstanbul’u ile Galata’yı birbirine bağlayacak bir köprünün planlandığını duyan Da Vinci, tek yetkin kişinin kendisi olduğunu söyleyerek saraya mektup yazıyor. Öyle ki, köprü için planlar dahi çıkarıyor. Da Vinci’nin taslağına göre; köprü tek gözlü ve her ucu çifte ayaklı. Toplam uzunluğu 350,16, su yüzeyinden yüksekliği ise 40,85 metre. “Öyle bir köprü yapacağım ki yelkenleri fora olsa bile bir gemi altından geçebilecek” diyen Da Vinci’nin İstanbul’a neden gelmediği yahut önerilerinin değerlendirmeye alınıp alınmadığı sorusunun yanıtı ise meçhul.
Papa’dan aforoz tehdidi
1506’da ise Galata’da yapılması planlanan köprü için Michelangelo İstanbul’a davet ediliyor. İddiaya göre Michelangelo da bu teklife sıcak bakıyor fakat etrafındakiler II. Bayezid’in gelenekçi tutumunu gerekçe göstererek bu daveti reddetmesini teklif ediyor. Bir başka iddiaya göre sanatçı İstanbul’a gelmek istiyor fakat Papa’nın kendisini aforozla tehdit etmesi üzerine bu isteğinden vazgeçiyor.
İstanbul’un tarihi köprü, meydan düzenlemesi, ulaşım planı ve dini yapı taslaklarıyla dolu. Mimar Davud Ağa’nın inşasına başladığı fakat 100 yıl sonra bir başka mimar tarafından tamamlanan Eminönü’ndeki Yeni Cami, Raimondo D’Aronco’nun bir türlü hayata geçmeyen cami planları, Giulio Mongeri’nin 1930’larda Beyoğlu’nda planlanan sinagog projesi, şehrin dört bir yanında onlarca yapıya imza atan fakat bir o kadarı da taslaklarda kalan Fossati ailesi ile Kemaleddin Bey’e de kitapta pencere açılıyor.
Saro Dadyan, arşivlerde inşası tasarlanan köprülerle alakalı yüzlerce sayfa tasarı, öneri, tavsiye ve girişim olduğuna vurgu yapıyor. Bu girişimler İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkelerdeki kurum, şirket ve mühendislerden gelmiş. Bunlar gerçekleşmiş olsaydı, İstanbul bugün mimari açıdan nasıl bir görünüme sahip olacaktı bilinmez. Fakat bildiğimiz tek şey var ki o da bu planlar gerçekleşmiş olsun olmasın İstanbul’un her şeyiyle dünyanın en güzel şehri olduğu!
Da Vinci'nin Institute de France Arşivi'nde korunan köprü projesi.
Tahtacıyan’ın Galata’sı
Galata Kulesi’nde bir rasathane kurmayı hayal eden mimar ve mühendis Aram Tahtacıyan’ın 1908’de Osmanlı’ya sunduğu Galata Kulesi projesi o yıllarda kamuoyunun gündemini uzun bir süre meşgul ediyor. Tahtacıyan, kulenin 1875’teki tadilatından sonra eklenen kagir bölümü yıkarak üzerine 40 metre yüksekliğine ulaşacak demir bir konstrüksiyon ekleyip 7-8 katlık yeni bir kullanım alanı hedefliyor. Hatta devletten hiçbir ödenek istemeyerek tüm masrafları karşılayacağını; karşılığında 30 senelik işletme imtiyazı ve gelirin yüzde 20’sini devlete bırakmayı öneriyor. Bu proje devlet nezdinde olumlu karşılansa da 1910’a kadar süren görüşmeler sonuç vermiyor ve bu proje de hayallerdeki yerini alıyor.