17.11.2017 - 14:46 | Son Güncellenme:
Selahaddin’ kitabını yazma amacınız neydi?
Kendimi bir tarih öğrencisi olarak tanımlıyorum. Tarihe tanıklığım böyle bir şahsiyeti farklı yönleriyle ele almayı bir entellektüel sorumluluk olarak omuzlarıma yüklüyor. Bu öğrencilik ve öğrenme süreci hiç değişmeyecek, bununla birlikte insanlığın geçmiş tecrübesine yaptığım yolculuk beni mutlu ediyor. Dünün dünyasıyla ilgilenip, bugünün dünyasındayaşamak ve bugün yaşananlarla birlikte, geleceğe bakmak çok farklı bir duygudur. Bu duygu bazen hüzünlü bir acıyla karışık, geleceğe dair umutsuzluk barındırıyor olsa da…
Bir akademisyen olarak yıllardır ciddi okumalarım oldu, özellikle Selahaddin’in dünyası çerçevesindebiriken emeğimi gençlerle paylaşmak istedim. Çünkü bu ülkenin kırk yaş üzeri insanlarından büyük oranda umudumu kesmiş durumdayım. Hangi taraf olursa olsun bu olgun yaşları ‘sabit fikir’ olmakla heba ettiler; kendilerini geliştirmediler, kemikleşmiş bir hizipleşme ile birlikte önyargıların ve algıların ağında kayboldular.
Diğer yandan uzmanlaşmak için emek verdiğim bu alanda yazılanlar ve yapılanlar beni “Selahaddin’i yeniden anlamak”gerektiği fikrine götürdü. Onun için kitabımda: “ Hakikat ve efsane arsında Selahaddin Eyyubi” tabirini kullandım.Bugün coğrafyamızda Selahaddin ile alakalı sevginin ve yerginin kısmen temelsiz olduğunu düşünüyorum. Çünkü sevilen de, yerilen de gerçek Selahaddin değil, günümüz bakış açısıyla daha çok hamaset, algılar ve semboller üzerinden ona ulaşılıyor.
Diğer tarafta Selahaddin Eyyubi gibi bir liderin Kürtlerin içinden çıkmış olması da yazmam da etkili oldu. Şöyle ki, bu kitapla özelde Kürt gençlerine genelde ise tüm gençlere bir mesajımvar. Onların kendilerinden ve tarihlerinden kopmalarına sebep olacak, köksüz hareketlere itibar etmemelerini ve kendi geçmişleriyle onur duyacakları rol modellerin kendi tarihlerinde var olduğunu anlatmaya çalıştım. Kürtlerin, gerek doğu kültürünün ve gerekse İslam ailesinin değerli bir unsuru olduğunu anlattım. Hal böyle olunca ırkçı, dışlayıcı Türkçülük veya Kürtçülük adına bizi bu büyük aileden koparmaya çalışanların çabasının boşuna olduğunu göstermek istedim.
Böyle bir kitaptan beklentileriniz nedir?
Bu eserden beklentim yazma amacımıgerçekleştirebilmesidir.Bu kitap, kalıplaşmış yanlış algıların aşılmasında, Selahaddin’in doğruları ve yanlışlarıyla olduğu gibi tanınmasında ne derece başarılı olacaksa, o derece beklentimi karşılamış olacaktır.
Selahaddin Eyyübi’yi seçmenizin özel nedeni nedir?
Tarihimizde önemli kırılma noktaları vardır. Bunlardan biri de yaklaşık iki asır süren ama uzun yüzyıllara etki eden Haçlı Seferleridir. Ben Haçlı Seferleri, Kudüs ve Selahaddin Eyyubi üzerinde çalışmayı seçtim. Bu alanı seçmem de elbette Selahaddin Eyyubi’nin karakteri ve eylemleri bana bir davetiye niteliği taşıyordu. Özellikle derinleşmeye çabaladığım konuda kuşatıcı olmaya özen gösterdim. Hem Selahaddin hem de yaşadığı dönem çok özeldir, bir dönüm noktasıdır. O dönemde yaşananların yankıları çağımıza kadar ulaşmıştır.
Selahaddin, İslam dünyasının büyük bir iç çatışma ve kargaşayaşadığı bir dönemde doğdu. Haçlılar doğuda Kudüs’le birlikte Urfa, Antakya ve Trablusşam’da dört devlet ve onlarca müstahkem kale, liman kentleri ve ticaret yollarını kontrol ediyorlardı. Müslümanlar, topraklarını işgal eden bu düşmanla baş edemedikleri için iyi geçinmeye çalışıyor, ittifaklar kuruyor;yer yer rüşvetle onları durdurmaya çalışıyordu.
Selahaddin Eyyübi üzerinde bir çekişme yaşanıyor; Selahaddin Acem mi, Türk mü, Kürt mü?
Bu noktada kalın duvarlardan oluşan hamaset, efsane ve kirli algıları aşmak imkânsızdır. Eserde de referans gösterdiğimiz kaynaklar ışığında çok net söyleyebilirim ki; Selahaddin Kürt’tür. Bunun âmâsı yoktur. O dönemin İslam kaynakları, Latin kaynakları, Ermeni ve Süryani kaynakları da böyle söyler. Selahaddin’in atalarının geldiği beylik Şeddadi Kürt Hanedanıdır. En önemlisi uygulamalarından bunu çok rahat çıkarabiliriz. Şafiiliği Filistin, Mısır, Sudan ve Yemen’e taşıyan ve bütün hukukçuları Şafilerden seçen Selahaddin’dir. Kürt kabileleri onun zamanında ve ordusunda ilk defa bu kadar yükseldiler ve güçlendiler. Zaten dün ve bugün Fars olduğunu iddia eden de yoktur. Türk olduğunu da iddia eden yoktur. Türk tarihçilerin kendilerince en önemli tezi kökeninin Arap olduğuyla alakalıdır. Önce ataları Arap’tı, ataları Kürtleşti, sonra ataları ve kendisi Türkleşti. Bu kocaman bir yanılgıdır ve en önemlisi delilsizdir.
Aynı zamanda bu tezsosyoloji bilimi çerçevesinde de tutarsızdır. Bugün insanlar, özellikle geri kalmış ülkelerin insanları ölümüne nereye göç ediyorlar? Bugün bir İsveçli, Mısır vatandaşı olmayı ve Araplaşmayı ne kadar ister? “Mağluplar, galipleri taklit eder”, düşük kültür ve iktisatlar, büyük kültür ve iktisatlara öykünür. O dönemde baskın kültür ve ekonomi Arapların elindeydi. Dini onlar öğretiyor ve din dili onlara aitti. Böyle bir ortamda secerekültürü ve soy-sop bağlılığı en yüksek seviyede olan bir milletin mensubunun Kürtleştiğinden bahsediyoruz. Bu kocaman bir yanılgıdır ve hiçbir sosyal yasaya uymaz. O dönemde Araplaşan bir Kürt veya bir Türk’ten bahsetmek imkân dâhilindedir. Dini duygulardan, güce ve nimete yakın olmak umuduyla bunu yapmış olabilir. Ama bir Arap o dönemde asla kendisinden daha düşük seviyede, sonradan Müslüman olan bir gruba dâhil olamaz; böyle bir gelenek oluşmuş değildir.
Selahaddin Eyyübi’den sonra Ortadoğu’da neler değişti?
Selahaddin Eyyubi, Haçlı Seferleri gibi büyük bir istilayı durdurdu, hatta geri püskürttü. Sonrasında mirasının devamı olan oğulları ve kardeşleri aynı başarılara imza atamadılar. Eyyubilerin mirasını devralan Memlüklero dönemde Doğuda hortlayan Moğol istilası ile uğraştı.Moğol istilası İslam dünyasının bağrında büyük yaralar açtı. En önemlisi kültürümüzün taşıyıcısı kütüphanelerimizi yaktılar, bu çok önemli bir noktadır.
Birinci felaketin –Haçlı Seferinin-sonucundaEyyübiler, dolayısıyla Selahaddin Eyyubi ortaya çıktı. İkinci büyük felaketin –Moğol istilasının- sonucunda da Osmanlı Devleti doğdu. Osmanlı ile birlikte Ortadoğu uzun dönem kardeş kavgasından uzak, tek gücün etrafında sükûnetle yaşadı diyebiliriz.
Ama sorunuza belki verilecek cevap şu olmalıdır. Kimse Selahaddin Eyyubi’nin yerini dolduramadı. O elde ettiği gücü adaletli ve ahlaklı yönetti. Bize güçten önce güç ahlakının önemini gösterdi. Düşmanlarımızın da onur sahibi insanlar olabileceğini ve savaşın bir ahlakı olduğunu öğretti. Ortada olan durumumuza bakınca bu ihtimalden eskiye nazaran daha da uzaklaştık. Sonrasında bu kararda bir duruşu yakalayamadık, değişen buydu, kaybolan adalet ve ahlak oldu.
Sizce Selahaddin Eyyübi gibi liderler olsaydı Ortadoğu bugün olduğu gibi “kan gölü” olur muydu?
Sorunuzu, hepimizin, insanlığın bir arzusunun gerçekleşmesi için bir dua kabilinden görüyorum. Bu bizim duamız, isteğimiz ve umudumuz. Biz savaş ve vahşet sahneleri istemiyoruz. Hele ki, kendi mahallemizden ve bizden birileri, yine bizden birilerini katlederken, biz zamanı durdurmak, akan kanı durdurmak ve idealleri, iyi rol modellerini çağırmak istiyoruz. Çağımız için Selahaddin, Selahaddinler bir ihtiyaç...
Elbette coğrafyamız onun sahip olduğu erdemlerle yönetilseydi manzara böyle olmazdı. Ancak “nasılsanız, öyle yönetilirsiniz” gerçeğini göz ardı etmemek gerekir. Öz eleştiriden mahrum, kendi bilgi kaynaklarını kirletmiş, akla ve hayata savaş açan hiçbir toplum ve egemen zihniyet ihya olmamıştır. Ortadoğu’da yaşanan sonuca bakmak yerine sürece bakmak gerekir. Bu coğrafya bu noktaya nasıl geldi; sebepler irdelenmelidir. Liyakatli, bilge, ilkeli, erdemli, adil, ahlaklı yöneticiler, liderler neden çıkmıyor?Bunların üzerinde durulması gerekiyor. Velhasıl sonuç değil süreç önemlidir.
Selahaddin, kendi çağında ve kendi toplumundaçokta mutlu değildi. Biz onun başarılarını konuşurken, düşmanlarından ziyade dostlarından çektiklerinden ve yaşadığı acılardan bahsetmeyi öteliyoruz. O aslında kendi çağında bile yalnız ve mutsuzken, bu çağda onun gibi liderler acaba ne acılar yaşayacaktır.
Selahaddin Eyyübi’nin Batı’da da hayranları olduğunu biliyoruz; bunun temel nedenleri nedir?
Tespitiniz yerinde ve doğrudur. Kitabımda; “Tarihte, yenilgiye uğramış bir halkın, muzaffe rolana karşı, zafer şarkıları yazmasınadirdir” demiştim.Haçlılar Kudüs’ü işga lettiklerinde korumasız sivil halkı,yaş ve cinsiyet ayırmadan katletmişlerdi.SelahaddinKudüs’ü fethettiğinde, bunu yapmadı.Haçlılar bir katliam bekliyorlardı. Ama Selahaddin yapmadı;bağışlayıcılıkta, cömertlikte sınır tanımadı.Batılılar bu noktadan sonra ona hayran olmaya ve adaletine, sözüne güvenmeye başladılar.Nitekim sonrasında birçok kale ve şehir direnmeden teslim olmuştu.
Selahaddin Eyyübi’nin pek bilinmeyen özelliğini paylaşır mısınız?
Selahaddin yufka yürekli bir lider ve sulu gözlü bir insandı; bir acı, bir hüzün düşmanına bile dokunsa duygulanırdı. Müslümanları hacca uğurlamayı ve karşılamayı çocuksu bir coşkuyla yerine getirirdi. Nitekim ölümüne sebep olan hastalığının azması yine bir hac kervanıyla alakalıydı. Heyecanla, telaşla hasta yatağından fırlamış hac kafilesini karşılamak için çıkmış ve üstüne alacağı hırkasını dahi unutmuştu. Kafileyi beklerken kuru soğuklar içine işlemiş ve yağmur altında ıslanmıştı. Bu karşılamadan üç dört gün sonra vefat etmişti. Merhamet, cesaret ve adalet kavramları onunla adeta özdeşleşmiş durumdadır.
Selahaddin Eyyubi’nin sergilediği bütün bu insani özellikler, sadece sonuçtur. Sürece baktığımızda onun Kur’an’ın sınırlarını zorlamadığını görürüz. Ona bu vasıfları kazandıran, sınırlarını belirleyen Kur’an’ın ilkelerine razı olmasıydı. Yani tek başına onun lüksü değildi, onu duyarlı yetiştiren babası ve aldığı eğitimin etkisi büyüktür. Aldığı eğitimi içselleştirmesi daha da önemlidir.
Bir tarihçi olarak gelecek projelerinizden bahseder misiniz?
Bu ilk kitabım, bu alanda yeni kitaplarım da olacaktır. Yüksek lisans tezim yine bu alanla alakalı ve doktora tezim de bu çerçevede olacaktır. Tarih adeta bir derya, bu deryada boğulmaktansa, dar bir alanda derinleşmeyi daha anlamlı buluyorum. Tarih, iktisat ve sosyolojiyle birlikte ele alındığında anlam kazanır. Bunu yaparken büyük bilim insanı İbn Haldun’u anlamaya ve kendi alanımda anlamlandırmaya çalışıyorum. Objektif davranmak için kendimi zorluyorum, kalıplarımı ve kabullerimi zorluyorum. Biz doğulu insanlar sağduyudan yoksun bir duygusallığa sahibiz. Bunun farkındayım ve aynı zamanda bununla da mücadele ediyorum.