26.09.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
1926 yılında Paris’te doğmuş, İstanbul Taşkışla’da bir Cumhuriyet çocuğu olarak mimarlık okumuş, 50’lerde İtalya’da Rönesans mimarisi üzerine çalışarak doçent olmuş, 60’larda Amerika’da çeşitli üniversitelerde öğretim üyeliği yaparken profesör olmuş, sonraki yıllarda uluslararası ilişkilerini bir yazıya sığdırılması mümkün olmayacak şekilde hep sürdürmüş, çeşitli ülkelerde, üniversitelerde misafir öğretim üyeliği yapmış, Ağa Han Mimarlık Ödülü yürütme komitesinde yer almış, American Institute of Architects’e yabancı şeref üyesi seçilmiş, çok sayıda koruma kurulunda başkanlık yapmış, dört yabancı dil bilen gerçek bir dünya insanı Doğan Kuban.
Onun 70’lerde dekanlık yaptığı yıllarda ben de İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde öğrenciydim. Fakültede “Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Enstitüsü”nü kurmuştu. Mimarlık tarihi dersimizin de hocasıydı. O yıllarda Divriği Külliyesi ile ilgili çalışmalarına da başlamıştı. (Divriği Külliyesi daha sonraki yıllarda UNESCO tarafından koruma altına alınacak, eşsiz bezeme işçiliğine sahip taç kapıları olan bir Selçuklu eseridir.) Benim Divriğili olduğumu derslerde öğrendikten sonra bana bu eşsiz eserin korunması ile ilgili çeşitli mesleki öğretiler anlattı. Koruma öncelikli bakış açısından bir öğrenci olarak o zaman çok etkilendiğimi hatırlıyorum.
Kentsel ve yapısal korumacılık
Uzun yıllar sonra 2007 yılında memleketim Divriği’ye mesleki bir katkım olması arzusuyla kapısını çaldım. Divriği Külliyesi ile ilgili tutkuyla yaptığı çalışmaları yazdığı kitapları hep takip etmiştim. Ne yapabilirim diye ona sorduğumda “Bir depremde ya da başka bir şekilde yapının hasar görmesi halinde elimizde yeterli doküman yok, yapıyı belgeleyelim” diye cevapladı. Özel tekniklerle, fotoğraf sanatçısı mimar Cemal Emden tarafından fotoğraflanan, daha sonrasında adını “Cennet’in Kapıları” olarak isimlendireceğimiz fotoğraf sergisi ve kitap (YEM Yayınları 2010) ortaya çıktı, bu vesilesiyle geçirdiğimiz tüm zamanlarda, onca yıl sonra onunla öğrenci öğretmen ilişkimizi yeniden yaşama fırsatını elde ettim.
2011 yılında Unesco daveti ile Paris’e “Cennet’in Kapıları” sergisini açmak için birlikte gitmiştik. Doğan Kuban’ın Fransızca sunumuyla yapılan sergi açılışından sonra onun doğduğu eve gittik. Yolda giderken ‘ders’ yine devam ediyordu. Aradan 85 yıl geçmiş olmasına rağmen kapı numarasından cephe renklerine kadar yapının aynı şekilde korunduğundan henüz görmese de emindi. “Giriş basamak mermeri belki biraz erimiştir ama onu bile korumuşlardır” diyordu. Gerçekten de öyleydi. İşte hep anlattığı kentsel ve yapısal ölçekte korumacılık tam da böyle bir şey olmalıydı. Doğduğu kentin ve binanın bu korumacı anlayışa böylesine iyi bir örnek teşkil ediyor olması hocayla ne kadar da bağdaşan, anlamlı bir durumdu.
Bilinç ve birikim
Divriği Külliyesi’nin kuzey taç kapısının önünde korunamamış ve erimiş Selçuklu bezemelerini bana üzüntüyle anlatırken o gün 85 yaşında olan hocamın gözlerinin dolduğunu hiç unutmuyorum. O, kendi alanında dünyayı çok iyi bilen bir meslek adamı olarak bu bilinç sayesinde ülkesinde var olan değeri hepimizden çok daha iyi anlıyor ve gelinen noktadan üzüntü duyuyor, duygulanıyordu. Demek ki ona “Osmanlı Mimarisi”, “Sinan’ın Sanatı ve Selimiye”, “Türk Hayatlı Evi”, “Selçuklu Çağında Anadolu Sanatı”, “Divriği Mucizesi”, “Cennetin Kapıları”, “İstanbul Bir Kent Tarihi” gibi saymakla bitmeyecek onlarca eşsiz kitabını yazdıran da hep bu bilinç ve birikimdi.
O, hayatı boyunca kendisine sunulan uluslararası tüm olanakları reddederek memleketinde kalmayı tercih etmiş ve ülkesi için kendi alanında üretmekten ve bilgilerini aktarmaktan, paylaşmaktan hiç vazgeçmemiş gerçek bir dünya insanıydı.
Bizler Doğan Hocamızı eserleri ile daha iyi anlayarak ve onu yeni nesillere aktararak ışığını taşımaya devam edeceğiz.