15.11.2017 - 16:23 | Son Güncellenme:
Dominik normal bir lise öğrencisidir. Birçok arkadaşı, güzel bir kız arkadaşı ve zengin bir ailesi vardır. Ama bir gün arkadaşlarından birinin masum bir öpücüğüne kapılır ve hayat onun için bambaşka bir hal alır. İntihar Odası'ndan haberdar olmasıyla birlikte Dominik'in zamanla bilgisayarın başında geçirdiği süre artar. Yavaş yavaş arkadaşlarını ve çevresini kaybetmeye başlamıştır.
Archie’s Final Project My Suicide, dilimizdeki adıyla Archie’nin Son Planı, David Lee Miller tarafından yönetiliyor. Komedi-drama kategorisinde izleyicilerine perdelerini açan film, 2009 Berlin Uluslararası Film Festivali’nde gençlik filmleri kategorisinde bir de ödül sahibi olmuştur. Yayınlanma döneminde yasaklanma gibi sorunlar yaşayan film, sonradan serbest bırakılmış ve DVD’sinin de çıkmasının ardından yüksek sayıda izleme oranına ulaşmıştır.
Bir grup çocuk, komşuları olan 5 kızla dostlukları sayesinde hem kendi cinselliklerini, hem de kadınlığın gizemlerini keşfederler.
Zia, kız arkadaşı Desiree'den ayrılınca yaşadığı acıya dayanamaz ve intihar eder. Acısını sonlandırmanın yolunu ölümde bulacağını sanırken hiç beklemediği bir şekilde büyük bir yanılgıya düştüğünü anlar. Gözünü, sadece intihar edenlerin var olduğu bir dünyada açar.Ölüm sonrası bir dünyadır burası; tuhaftır, gerçek yaşam kadar acımasızdır; hatta belki de daha fazla... Acılarsa yok olmamıştır. Ama yine de Zia için bir umut vardır. Çünkü ilginç bir şekilde Desiree'nin de intihar ettiğini öğrenmiştir. Tanıştığı bir rock şarkıcısı ve ısrarla bir yanlışlık sonucu orda olduğunu savunan bir otostopçu ile Desiree'nin peşine düşer. Barlarında sadece intihar etmiş elemanları olan Nirvana ve Joy Division gibi grupların şarkılarının çalındığı bu garip dünyanın kasvetli atmosferinde, tuhaf bir yolculuğa çıkarlar. 2006 Sundance Film Festivali'nde Jüri Büyük Ödülü'nün sahibi olan bağımsız bir yapım.
1959 yılında geçen film, John Keating (Robin Williams) adlı çok başarılı ve bir o kadar da farklı olan edebiyat öğretmeninin çok disiplinli bir erkek okulu olan Welton Academy'de (takma adı Hell-ton) öğretmenlik yapmaya geldiğinde başlar. Bay Keating, çoğu baskı altında olan öğrencileri edebiyat ve şiirin bambaşka dünyasıyla tanıştırır. Onlara özgürlüğü, hayatı yeniden anlamayı, dünyaya farklı açılardan bakmayı öğretir. Ancak Welton Akademisinin felsefesine tam örtüşmeyen bu ders anlatımı akademi yönetimi tarafından da gözden kaçmayacaktır. Okul müdürü Bay Nolan, yeni edebiyat öğretmenini, öğrencilerinden birinin intiharı üzerine, sorumlu görmüştür. Bunu bahane ederek edebiyat öğretmeni Bay Keating'i okuldan ayrılmaya zorlamıştır, fakat bu ayrılığa onu anlayan öğrencilerinin verdiği tepki Bay Nolan'ı hayatı boyunca yaşadığı belki de en utanç duyacağı anına sürükler.
Her kadın, diğerine bir zincirin halkaları gibi eklenirken, bir edebiyat eserinin gücü, hayatlarını karşı konulamaz şekilde değiştiriyor. Birinci kadın, Virginia Woolf, Londra’nın varoşlarında bir yandan depresyonla savaşırken, bir yandan da ilk romanı olan Mrs. Dalloway’i yazıyor. Bundan 20 yıl kadar sonra, II. Dünya savaşının sonunda Los Angeles’ta yaşayan bir ev kadını olan Laura Brown, Mrs. Dalloway’i okuyor ve bunun içindeki devrimci ruhtan aldığı ilhamla yaşamında büyük bir değişiklik yapma kararı alıyor. Ve günümüz New York’unda yaşayan, Woolf’un Mrs. Dalloway’inin modern bir versiyonunu olan Clarissa Vaugan, kendisiyle eski sevgilisi Richard için sonun ne olacağını tahmin etmeye çalışıyor. Üçünün hikayesi bir araya geliyor ve sonunda şaşırtıcı bir tanışma gerçekleşiyor.
Hayatının baharında, genç ve güzel yüzlü Cesar (Eduardo Noriega) fazlasıyla güvendiği yüzünün şeklini bir kazada kaybedince yıkılır. Bir gün bir partide Sofia (Penelope Cruz) ile tanışır ve ona tutkuyla bağlanır. Lineer bir kurgu yapısına sahip olmayan filmde bir süre sonra Cesar korkunç kabuslarıyla yüzleşecektir.
Yetenekli yazar Elizabeth, Harvard’da gazetecilik bursu kazanır ve bunu ait olduğunu düşündüğü işçi sınıfından kurtulmanın yolu olarak görür.
Ötenazi meselesini en derinlikli işleyen yapımlardan biri olan İçimdeki Deniz'de gösterdiği performans ile Javier Bardem destan yazıyor. Filmde, Ramon Sampedro’nun 30 yıldır yatağa bağlı yaşamı, dokunaklı bir dille sinemaya aktarılmış. 30 yıldır bir yatakta geçen trajik bir hayat... Gençliğinde geçirdiği bir kazadan sonra hayatla tek ilişkisi deniz manzaralı penceresidir. Hayatına iki kadın girer: Avukat Julia ve köylü kızı Rosa. Bu iki kadından biri, boynundan aşağısı felçli adama hayatın anlamını tattırır ve onun "kurtuluşunu" sağlar.
Almanya'da yaşayan 40'lı yaşlarındaki Cahit ile genç Sibel intihardan vazgeçmiş 2 insandır. Psikoloğunun yardımıyla sorunlarını bir nebze de olsa yenmeyi başaran Cahit, Sibel'e yardım etmek ister. Sibel'se çıkış yolunu evlilikte arar ve eşi doğru dürüst tanımadığı Cahit olur. Aynı evde yaşamaya başlayan Cahit ve Sibel arasında kaçınılmaz bir yakınlaşma başlar.
Çavuşesku'nun tuhaf bir komünizmi hayata geçirdiği Romanya’da değişim rüzgarları esmektedir. Bürokratik rejim köhneleşmiş, insanlara vaadedilen sosyalizm başarısız bir devlet kapitalizmine dönüşmüştür. İşte bu gri ülkenin gri okullarından birinde öğrenci olan Otilia ve Gabita, aynı zamanda da oda arkadaşıdırlar. Gabita’nın hamile olduğunu öğrenmesi ile büyük bir sorunla karşı karşıya kalacaklarıdır. Çünkü Romanya’da kürtaj yasaktır. Fakat her yasağın kendisine bir de ’yasak delici’ alternatif bir sistem yarattığı düşünülürse buna da bir çözüm vardır. Kürtaj yasal olmayan yollardan yapılacaktır. 2007 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye Ödülü’nün sahibi olan film, festivalde gösterildiğinden beri büyük ilgi ve övgü ile karşılandı. Romen sinemasının rönesansı olarak nitelendirilen film, sağlam senaryosu, akıcı ve inandırıcı diliyle dikkat çekiyor.
Küçük bir Anadolu kasabasındaki Anayurt Oteli'nin yalnızlıktan kurtulamayan otel müdürü katibi Zebercet (Macit Koper), birbirine benzeyen sıradan olaylar içinde iç dünyasındaki fırtınaları dizginlemeye çalışan biridir. Günün birinde, bir gece vakti Ankara Treni ile gelen güzel ve gizemli bir kadının (Şahika Tekand) her zamanki müşterilerin arasına katılması onun tekdüze yaşamını hareketlendirir. Zebercet, gelişinin ertesi gününde, bir hafta sonra geri geleceğini söyleyip otelden ayrılan bu kadın müşterisini takıntı haline getirince bu meçhul kadın, ister bir anı ister hayalet olsun, Zebercet’e ve otele musallat olur. Zebercet kadının odasını aynı şekilde korur, her gün o odaya giderek kadınla yaptığı konuşmaları defalarca tekrar eder. O odada herhangi bir şey değişirse kadının bir daha geri gelemeyeceğinden korkar. Sabahları oteldeki müşterileri uyandırdıktan sonra, o odaya uğrayıp sanki kadın içerdeymişçesine kapıyı tıklayıp onu uyandırmaya çalışır; onun içeriden kendisine seslendiğini hayal eder.Zebercet bu ezici yalnızlığını filmler, horoz dövüşleri ve hizmetçisi Zeynep'e (Serra Yılmaz) sarkıntılık yaparak hafifletmeye çabalar. Meçhul kadınla tek bir geceye sığan tanışma, onun beklentisini günler boyu Ankara treninin gelişine bağlar. Ama beklenen gizemli kadın hiçbir zaman gelmez. Yalnızlıkla örtüşen duygusal açlığı, temizlikçi kadının odasında cinsel bir saldırıya neden olur. Zebercet zaman içinde her şeye yabancılaşır, oteli kapatır ve görünüşte tekdüze fakat içdünyası gelgitli bir hayat yaşamaya başlar. İç dünyasındaki fırtınalara, özlemlerine ve yalnızlığına çare bulamayınca kendini asmayı planlamaya başlar ve anlamını yitirmeye başlayan yaşamı hazin bir sona doğru sürüklenir. Anayurt Oteli, özünde Ömer Kavur’un rüyalar, simgeler ve nesnelerle eylemlerin gizli anlamları aracılığıyla zamanın geçişini anlatmasıdır