26.11.2020 - 15:27 | Son Güncellenme:
İhsan Dindar - milliyet.com.tr / ihsan.dindar@milliyet.com.tr
Behçet Necatigil’in o güzel sözleri şarkınızda melodiyle buluşuyor. Şarkıya da geleceğiz ama şiirden de yola çıkarak ben biraz da bugüne dair bir şeyler sormak istiyorum. Bugünün dünyasını nasıl görüyorsunuz?
Bugünün dünyası sanki çok büyük bir doğum sancısı, sanki bir döngünün bitişi ve yenisinin doğuşu, müthiş bir deformasyon ve dönüşüm. ‘Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ lafı o kadar klişe tınlamıyor, daha bir gerçeklik payı veriyorum bu cümleye. Henüz yeni şeylerin tam olarak söylenemediği, ama yeni şeyler söylemenin epey lazım geldiği günler... Nasıl bir sistem doğuracağız el birliğiyle, çok merak ediyorum.
2020 ve muhtemelen önümüzdeki yıl da salgının etkisinde geçecek. Öncelikle bir insan olarak neler hissediyorsunuz? İkincisi, bir sanatçı olarak bunun sizin dünyanıza yansıması nasıl oluyor? Bunu müzik eğitiminizin yanında aldığınız felsefe ve sosyoloji eğitiminize binaen de soruyorum.
Salgının etkisinde geçeceğine kendimi epey hazırladığım gelecek birkaç yılım için bir insan olarak en baskın şekilde hissettiğim duygu, bugün hayatımda mevcut olan anlam ve güzelliğe minnet sanırım... Sağlıklı bir nefes alabildiğim, çevremdeki güzel insanlarla beş dakika da olsa kalpten sohbet edip birlikte gülebildiğim, hayallerimi saklı tutabildiğim her ana çok daha büyük bir minnet duymaya başladım. Çok kırılgan çünkü hayat, incecik ipler üzerine katı katı, hantal sistemler kurmuşuz. Bunu fark edince de panik olup daha da yırtıcı bir hal alıyoruz. Korku içinde yaşamak yerine, minnet ve şükranı beslemeyi tercih ediyorum.
Bir sanatçı olarak da aynı yerden müzik yapmaya devam ediyorum kendimce. ‘Ah bu salgın zamanlarında hiçbir şey de yapılamıyor ki’ duygusuna yenilmemek için, içime çok sinen bir şeyler yapmaya didiniyorum. Şu zamanlarda gelecek iyice belirsizleştikçe, ‘haydi kalk ve devam et, dertlenip kaygılanarak kaybedecek zerre vaktin yok’ sesini daha güçlü duyuyorum içimde. Aldığım felsefe ve sosyoloji eğitimlerinin de bütün bu gidişatı daha makro, daha geniş bir perspektiften görmeme yardımcı oluyor. 'İnsanlığın başına gelmiş en kötü şey bu' düşüncesi hükümsüzleşiyor, çünkü insanlık tarihi ve varoluşu da krizler ve çözümleriyle dolu.
Küskün Yolcunun Türküsü geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Şarkıya konu olan Behçet Necatigil’in bu şiirini seçme hikayeniz nasıl gelişti?
Tam bir yıl önce bu zamanlar, eşim Emre Can’ın annesi, Behçet Necatigil’in sevgili kızı Ayşe Sarısayın bu şiiri kendi Facebook sayfasında paylaşmıştı, altında Necatigil’in çocukluk mefhumuna bakışı ile ilgili epey güzel bir yazı ile birlikte. Şiirdeki, ‘Şimdi hangi kitaplardan / Öğreneceksiniz onu, / Gelmiyorsa bazı şeyler / Çocukluktan geçerek.’ dizelerine resmen vuruldum. Sanırım o ara, tam olarak bunu hissediyordum ki bu dizeler gözüme çarptığı an içimin telleri sızladı. Sonra, ‘Dünya böyle gidiyorsa / Elbet bir nedeni var’ dizelerini gördüm ve bu şiiri o an bestelemeye ve bu dizelerin de şarkının nakaratı olmasına karar verdim. Özellikle bu dizeler ve böyle bir nakarat pandemi dönemine büyük bir bilgelikle uydu. Ancak o kadar evrensel bir duygusu ve anlamı olan bir şiir ki, çağ ve kültür fark etmeksizin çocukluktan yetişkinliğe biraz yarım kalarak geçmiş herkesin kalp tellerini benimkiler gibi sızlatabileceğine inanıyorum bu şiirin.
Şarkıya bir de dünyanın en bol oksijenli yerlerinden biri olan Kazdağları’nda bir klip çekildi. Sanırım sözlerle de ilintili bu biraz.
Kazdağları adeta bu şarkıyı çağırdı desem yalan olmaz. Biz eski püskü bir çocuk parkı bulmak üzere yola çıkmıştık öncelikle. Kazdağları’nda arkadaş ziyaretindeyken, tam olarak hayal ettiğimiz parkın önünden geçtik ve budur dedik. Sonra, sizin de düşündüğünüz gibi, bu memleketin son hakiki ciğerlerinden birinin maddi çıkarlar ve rantlar uğruna doğa katliamına karşı direniyor olması, bu talan devam ettikçe dünyamızın nice kıtlık, kuraklık ve hastalıklarla içinden hiç çıkılamayacak bir hal alacak olması ihtimali de şiirin dizeleri ve şarkının ruhuyla müthiş şekilde birleşti. Necatigil'in dizelerinde anlattığı hakkı verilememiş, eksik yaşanmış çocukluklarımız, o ilk yaralarının sarılmasını, iyileşmeyi bekliyorlar içimizde. Aynı Kazdağları'nın hala nispeten el değmemiş ama yaralanmış doğası gibi.
Konserlerin gerçekleşmemesi bugün dünya çapında bir sorun ve sizce bu sorunun aşılabilmesi için neler yapılması gerekiyor?
İlk soruda da bahsettiğim gibi, tam olarak bu konuda da doğum sancıları çektiğimizi düşünüyorum. Bu sıkışmışlığın içinden yeni yollarla çıkılacak, ona hiç şüphem yok ve canlı müziğin yok edilebileceğine de asla inanmıyorum. Ama böyle giderse önümüzdeki birkaç yıl daha insanların kapalı ortamlara gönül rahatlığıyla girebilmesi de olasılıklı gelmiyor bana. Canlı performanslar için açık havayı, açık alanları çok daha iyi değerlendirebiliriz. Diğer yandan da dijital konser olanaklarının hem sanatçı hem dinleyici açısından iyileşeceğini ve herkes için biraz daha sürdürülebilir bir hale geleceğini tahmin ediyorum. Yoksa ‘yasaklandı konserler, haydi dağılın evlerinize’ minvalinde bir çözümsüz yaptırım altında ezilerek gerçekten evlerine dağılmakta müzisyenler. Salgın sürecinde müzisyenlerin hayatlarını idame ettirebilmeleri ve bu süreci atlatana kadar canlı müzik kültürünü kaybetmememiz açısından açık hava konserleri ve dijital konserlerin yaygınlaşmaları için bütün olanakları zorlamamız gerektiğini düşünüyorum.