28.03.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Seray Şahinler - Klasik müzik tarihinin en ikon karakterlerinden biri Maria Callas. Operanın gelmiş geçmiş en görkemli sopranolarından. Küçük yaşlarda başladığı kariyerinde kısa sürede yıldızlaşan, yorumuyla ve çalkantılı hayatıyla adından sıkça söz ettiren bir sanatçı. Zamanla yaşadığı sansasyon ve kırılma noktaları onun hayatını daha çok konuşmaya ve tartışmaya açtı.
Yönetmen Tom Volf'un sanatçının 40. ölüm yıldönümünde hazırladığı “Maria by Callas: In Her Own Words” belgeseli Callas’ın bu özel dünyasına kapı aralayan titiz bir çalışma. Dünyada 50 ülkede gösterilen belgesel geçtiğimiz hafta Yunanistan Başkonsolosluğu'nun desteğiyle Pera Müzesi’nde izleyiciyle buluştu. Aynı zamanda Mubi’de de izleyebileceğiniz film, arşiv ve özel koleksiyonlardan edinilen fotoğraf ve özel mektuplar eşliğinde yeni bir Callas portresi sunuyor. Yunan sopranonun hayatına temas etmiş ünlü isimlerden; bir dönem yasak aşk yaşadığı Aristotle Onassis’in yanı sıra Marilyn Monroe, Alain Delon, Yves Saint Laurent, J.F. Kennedy gibi isimleri de görüyoruz filmde. Volf’un son olarak tiyatro sahnesine taşıdığı bu öykü şimdi Monica Belluci’nin performansıyla 21-22 Nisan tarihlerinde Zorlu PSM Sahnesi’nde olacak. Tom Volf ile Callas’ı konuştuk.
Maria Callas’a ilginiz nasıl başladı ve onun hayatını takip eden belgesel fikri nasıl oluştu?
2013’te New York’ta öğrenciydim. Klasik müzik ya da opera hakkında bilgim yoktu. Aslında tesadüfen denk geldim Maria Callas’ın kayıtlarına. Onu dinlemeye ve hayatı hakkında bilgi edinmeye başladım. Yine buna kader diyebilirim ki New York’ta onu tanıyan insanlarla karşılaştım. Böylece kitaplarda anlatılandan farklı bir Maria Callas portresiyle karşılaştım. Dünyadaki en ünlü kadın sanatçılardan birinin hikâyesinin yeterince anlatılmadığını düşündüm. Bu, bize anlatıldığı şekliyle değil onun kendi sözleriyle anlatılması gereken bir hikâyeydi. Bu da beni 5 yıllık yolculuğa çıkardı.
Filmde Callas’ın hayatındaki kırılma noktalarının onu nasıl Maria Callas’a dönüştürdüğünü takip ediyoruz. Ortaya nasıl bir portre çıkıyor?
Belgeselin başlangıcında “Benim içimde iki insan var; biri Maria biri Callas” diyor. Benim filmde görmek istediğim de bu ikilikti. Özünde sıradan olmayı isteyen ama aynı zamanda sıra dışı kaderi olan bir kadın. İkisi arasındaki dengeyi bulmak onun için bir handikap. Sık sık birini diğeri için feda etmek zorunda. Filmde de o efsanenin arkasındaki diğer kadını görme fırsatı buluyoruz.
Çok parlak, hırslı ve sürekli atıf yapıldığı üzere “çalkantılı” bir kariyer onunki… Yaşadıkları sanatını ve yaşamını nasıl etkilemiş?
Hayatının ilk kısmını kariyerini adıyor. Annesi ve eşi tarafından bu kariyere itiliyor bir yerde. Ama tabii ki biz de onlar sayesinde Callas’ı tanıyoruz. Fakat sonrasında bir kadın olarak hayatının bazı dönüm noktalarını gerçekleştirememiş. Hayatının ikinci yarısında daha önce yaşayamadıklarını yaşama, besleme ve büyütme fırsatı buluyor. Ama bu da kariyerinin bir bölümünden vazgeçmesi anlamına geliyordu. O da bunu gönüllü olarak yaptı. Dolayısıyla kişisel ve profesyonel hayatı birbirini yansıtıyor sürekli.
Belgesel ve kitabın ardından bir de Monica Belluci’nin oyunu var önümüzde. Tiyatro bu projenin ve Callas’ın hayatının neresinde?
Evet, hepsi birbiriyle bağlantılı. Önce film geldi, iki yıl sonra 50 ülkede gösterildikten sonra filmi daha önce yayımlanmış mektupları ve anılarıyla tamamlamak istedim. Dolayısıyla kitap filmin bir uzantısı. Son olarak Monica’nın yer aldığı şova uyarlandı. Hepsi birbirini tamamlıyor.
Monica Belluci’nin tiyatro sahnesine ilk çıkışı... Onu nasıl ikna ettiniz?
Monica daha önce tiyatro sahnesinde olmamıştı. Elimdeki her şeyi ona götürdüm ve Callas ile Monica arasında aniden bir kimya oluştu. İlk yaptığım şey posterini göstermek oldu. Çünkü o fotoğrafta Monica’yı mı Maria’yı mı gördüğünüzü tam anlayamıyorsunuz. Oyun da işte bununla alakalı. Onun sözlerini ifade etmek için bir araç her şey; ışık ve sesle yapmaya çalıştığımız da buydu.
Sizce Maria Callas’ı efsane kılan nedir?
Çok özgün bir sanatçı. Hem kendi zamanında hem bugün onun gibi birisi olmadı. Opera dünyasında devrim yapmış birisi. Şarkı ve performansı bir araya getirdi, unutulmuş bir opera stilini yeniden canlandırdı ve operayı olduğundan çok daha popüler hâle getirdi.
Callas Ayasofya’da
Maria Callas’ın Türkiye’ye teması da var… Biraz açalım mı neler yaşanmış Türkiye’de?
Onassis ile tanıştıkları yaz İstanbul’a geliyor. O geziden Callas’ın Ayasofya’da olduğu bu fotoğraf vardır. Aslında çok anlamlı bir seyahat. İkisi arasındaki aşkın doğduğu zamanlar… İkincisi ise 1969’da Kapadokya’ya gelişi. Pasolini ve Callas’ın “Medea”yı çekmek için Türkiye’yi tercih etmesi de çok anlamlı. Bu iki seyahat Callas’ı buraya bağlıyor. O yüzden filmi ve oyunu İstanbul’a getirmeyi, onun hislerini ve sözlerini burada duyurmayı çok anlamlı buluyorum. Umarım gelecekte mektup ve anıların olduğu kitabı Türkçede de sunabiliriz.