07.01.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
MÜJDE IŞIL - Asghar Farhadi için İran’ın en popüler sinema markası desek yanlış olmaz. 10 seneden fazladır kendine özgü senaryo matematiği ve gelgitler içindeki kahramanları ile yarattı bu markayı. Cannes Film Festivali’ndeki başarıları bir yana, “A Separation/Bir Ayrılık” ve “The Salesman/Satıcı” ile o zamanki adıyla Yabancı Dilde En İyi Film dalında Oscar kazanan ender “yabancı”lardan biri olarak Akademi tarihine geçmiş durumda. İspanya’da çektiği “Todos lo saben/Herkes Biliyor”un yarattığı hayal kırıklığını fark etmiş olacak ki yeni filmi “A Hero/Kahraman”da yeniden bildiği sulara geri dönüyor. Ve karşılığını da hem Cannes Film Festivali’nde Büyük Ödül (“Compartment Number 6” ile paylaşıyor) kazanarak hem de bir kez daha Oscar’da ülkesi için yarışarak alıyor.
“Kahraman”ın başkahramanı, kahraman olup olmadığı sorgulanan Rahim. İş için borç alan ama bunu ödeyemeyince hapse düşen Rahim, kısa bir süreliğine izinli olarak çıkar hapisten. Amacı, bu süre zarfında borcunun bir kısmını ödeyerek karşılığında alacaklısının kendisini affetmesini sağlamaktır. Sevgilisi bir çantada altın bulunca durum değişir. Rahim’in kendini kurtarmak için söylediği yalan, bir anda onu kahramana dönüştürür.
Belli bir tarzı olan sanatçılar için bu, hem avantaj hem de dezavantaj yaratıyor. O tarzı seven izleyici hep bunu talep ediyor; farklı bir şey, yenilik gördüğünde yadırgıyor hatta reddediyor. O tarz sürekli tekrar edildiğinde ise orijinalliğini yitiriyor, “yine mi aynı şey” tepkisiyle karşılanıyor. Asghar Farhadi için de bu risk geçerli. Sevenleri, tarzı için onu takip ediyor ama bu aynı zamanda kendini tekrar ediyormuş hissini de beraberinde getiriyor. “About Elly/Elly Hakkında”dan beridir Farhadi’nin senaryo matematiği hem sevildi hem de ezberlendi. Karakterlerini sürekli yeni engellerle sınayan, katmanlı hikâyeleri tıkır tıkır işliyor. Kahramanları sürekli vicdani bir hesaplaşma içinde. Siyah ya da beyaz gibi keskin çizgiler yok. Gri alanda, şüpheler ve kararsızlıklarla sarmalanıyor kahramanların her adımı. Kadın karakterler doğrudan kötücül değil ama kötü olaylara neden oluyor, bazen sakladıkları gerçekle bazen de boşanmak istemeleriyle… Erkek kahramanları torpilli Farhadi’nin kaleminde; çoğunlukla kurban pozisyonunda, hatalarına rağmen kutsanıyorlar.
Kaç doğru var?
“Kahraman”da da bu alışılmış sistemini işletiyor Farhadi. Sevilen senaryo dinamikleri hâkim yine ama attığı her adım da çok tanıdık geliyor. Rahim sürekli doğru olanla kendini kurtaracak olanın arasında bocalıyor. Küçük yalanlar devasa sorunlara dönüşüyor. Suç ortağı ve bazen de akıl hocası olan Ferhunde için değil de Rahim için endişelenmemiz gerektiğini söylüyor film, Farhadi’den alıştığımız gibi. Zamana ayak uyduran sinemacı, hikâyeye sosyal medyayı da dahil ediyor bu sefer. İnsanı birkaç günlüğüne kahraman yapıp sonrasında yerin dibine batıran yeni medya düzeninin vicdanlardaki etkisini sorguluyor ama buna yönelik güçlü bir söylem geliştirdiğini söylemek pek mümkün değil. Eleştiriden ziyade dolgu malzemesi görüyor bu mevzu senaryoda. Farhadi’nin erkek kahramanlarının masumiyetini vurgulamayı ne kadar sevdiğini biliyorsanız, filmin nereye varacağını da tahmin etmeniz zor değil. Ama adım adım bilmece çözme hissi, merakı diri tutuyor.
Farhadi’nin oyuncu yönetimi de her zamanki gibi çok iyi. Amir Jadidi ve Sahar Goldust’un doğala yakın performansı, izlediğimizin bir film olduğunu unutturuyor bazen. Asghar Farhadi, “Kahraman”da eskisi kadar güçlü sarsmıyor seyircisini belki ama alışılmış tarzını sevenleri memnun etmeyi sürdürüyor.
Tarihi kazananlar yazar
Mark Millar ve Dave Gibbons’ın yarattığı “Kingsman” çizgi serisi 2012’de yayımlanmış, gördüğü ilgi üzerine hemen sinemaya uyarlanmıştı. 2014’te “Kingsman: The Secret Service/Kingsman: Gizli Servis” ve 2017’de de “Kingsman: The Golden Circle/ Kingsman: Altın Çember” vizyona girmişti. Matthew Vaughn’un yönettiği ve başrollerini Colin Firth ile Taron Egerton’ın paylaştıkları seri, Egerton’ı şöhrete taşımıştı. Özellikle ilk filmin çok beğenilmesinin nedeni, sıradan bir gencin Kingsman adlı bir terzi dükkânında hem profesyonel bir casusa hem de bir İngiliz beyefendisine dönüşmesini eğlenceli aksiyonla anlatmasıydı.
Yönetmen koltuğunda yine Matthew Vaughn’un oturduğu “The King’s Man: Başlangıç” ise o terzi dükkânında nasıl olup da uluslar üstü bir casusluk örgütü kurulduğunu anlatıyor. Yani hikâyenin en başına dönüyor. Oxford Dükü Orlando’nun eşini kaybettikten sonra oğlu Conrad’ı korumak uğruna yaşadıklarının Kingsman’in kuruluşuna yol açmasını izliyoruz filmde. Hikâyemiz 20. yüzyılın hemen başında başlıyor ve adım adım ülkelerin Birinci Dünya Savaşı’na sürüklenişine şahit oluyoruz. Film hem o zamanın gerçek yöneticilerini ve olaylarını baz alarak hem de bazı tarihi gerçekleri saptırarak eğlence dozunu yükseltmeyi hedefliyor. İngilizlerin sömürge tarihinden pişmanlığını dile getiren film, zekâlarının dünyayı koruduğuna da atıf yapmayı ihmal etmiyor. Söylemi o kadar İngiliz ki, Mel Gibson’ın “Braveheart”ını silip kötülükler İskoç kafası yüzünden çıkıyor, demeye kadar uzatıyor lafı. Ama en çok da Lenin’i hikâyeye dahil ediş şekli tepki çekecek nitelikte. Gelecek devam filminde maceranın İkinci Dünya Savaşı’na uzanacağını gösterirken Sovyet Rusya ile Almanya’yı, ideolojik açıdan tehlikeli bir noktada buluşturuyor.
“The King’s Man: Başlangıç” siyasi alt metni ve tarihi saptırmaları rahatsız etmezse keyifle izlenebilecek bir aksiyon. Başrolde Ralph Fiennes pek formunda. Ama Rasputin’i canlandıran Rhys Ifans, filmde en akılda kalıcı performansı sergiliyor; bir de keçiler...