Sadece korku filmi izlemekten zevk alıyor. Ama hiçbirini beğenmiyor! Özellikle sevdiği bir korku filmi yönetmeni yok. John Carpenter’a bile yüz vermiyor. Varsa yoksa "Şeytan / The Exorcist". Onu izlemeye doyamıyor...
Bilgi Üniversitesi Sinema Bölümü 2. sınıf öğrencisi Sibel Tunç’un, korku filmi tutkusu mesleğe adım atarken de baskın çıktı. Bugüne dek üç kısa film çeviren Tunç, "İki
Dünya Arasında" adlı ilk uzun metrajlı filmini korku türünde çekiyor. Tunç, efekt ağırlıklı bir hortlak hikâyesi olan "İki Dünya Arasında"yı şöyle özetliyor:
"Bir Ermeni, Müslüman olmak için müftülüğe başvuruyor. Oradan olumlu cevap geliyor. Ama din değiştiremeden kalp krizi geçirip ölüyor. Bu arada kızı da
hamile, torununu görmeyi de çok istiyor adam. Filmde, adamın hayaleti torununa görünüyor. Birtakım isteklerini ona yaptırmaya çalışıyor. Çocuk kâbuslar görüyor. Ailesi onu psikiyatriste götürüyor. Tedavi olamayınca parapsikolojiyle ilgilenen birine götürüyorlar. Kızı rahatsız eden ruhun kim olduğunu anlamaya çalışıyorlar, dedesi mi yoksa başka biri mi? Hayalet ise isteklerini yerine getiremeyince kötü bir ruha dönüşüyor..."
"Hayalet sadece küçük kıza görünüyor. Oynarken dedesinin ona oyuncak getirdiğini söylüyor, yemeğe otururken masaya dedesi için tabak koymalarını istiyor. Küçük kız, dedesini hiç tanımadığı için aile çok şaşırıyor. Ama dedenin geri gelmiş olabileceğine dair kuşkuları da var. Aradan geçen sürede bütün aile Müslüman olduğu, bir tek adam olamadığı için... Üstelik vasiyeti de var ‘Müslüman olamadan ölürsem beni Hıristiyan mezarlığına gömmeyin,’ diye. Ama yerine getirilememiş. Ruhunun bundan rahatsız olabileceğini düşünüyorlar".
Sibel Tunç, bu öyküyü daha altı yaşındayken aile içinde anlatılırken duymuş. Büyüdükten sonra öyküyü yeniden anlattırmış. Senaryosunu bunun üzerine kurmuş.
"Korku filmlerini çok seviyorum. Başka film izlerken zevk alamıyorum," diyor. Sinemaya "çok erken" bir başlangıç yaptığı için biraz çekingen anlatıyor projesini. Sponsor bulamadığı için filmi tamamlayamamaktan korkmuş, ama çekimlerin gayet iyi gittiğini söylüyor.
"Filmi çekmem için görüntü yönetmenim İlhan Kahraman cesaret verdi. Önce okulla ortak bir prodüksiyon yapacaktık ama olmadı. Şu an yapımcımız yok. Cebimizden para koyduk. Kameramızı satın aldık. Kiralayana kadar satın alalım dedik. Çok isterdim
son model, dijital kameralarla çekim yapmayı ama bu da yeterli. Görüntü yönetmenim olmasa bu proje de gerçekleşmeyebilirdi."
Tunç, böyle bir proje gerçekleştirmenin zorluklarının da farkında.
"Başlı başına genç olmak, deneyimsiz olmak bir sorundu. Bir hata yapmamak için çok dikkat ediyorum. Film, görsel yönden çok karanlık olmayacak. Genelde öyle bir anlayış var. Benimki karanlık değil. Görüntü efekti ağırlıklı. Ateşler, havada uçuşan şeytanlar var. Öbür dünya tasarımı yapmıyoruz, ihtiyacımız yok. Zaten hayalet de yok. İnsan suretinde görünecek. Vahşet, cinayet, kan sevmiyorum korku filmlerinde. Esas olan, efekti yerinde kullanmak ve yüz ifadesini vermektir, korkuyu hissettirmektir. Ancak görerek hisssederek, korkulur. Çok konuşmaya gerek yok, sözler gereksiz".
Kendisinin elli kere izleyip ellisinde de takdir ettiği efektleriyle "Şeytan" gibi, izleyiciyi korkutmaktan başka bir amacı yok. "Hayata dair bir şey söylemiyoruz, mesajımız falan yok," diyor. "Müslümanlık, Ermenilik konularına değinmek falan istemiyorum. Dinle ilgisi yok. İstekleri yerine gelmeyen bir adamın geri gelmesini anlatıyorum sadece."
Filmde hortlayan dedeyi, ünlü oyuncu Mahir Günşiray, sevimli torununu Ecem Berna Şahin, kızını ise Pınar Yünören oynuyor. Tunç, filmini sonbahara dek bitirip gösterime sokmayı planlıyor.
Türk sineması genelinde ancak komediyle harmanlanmış B sınıfı filmler içinde korku türü motiflerine rastlanır. Aydın Arakon’un "Çığlık"ı (1949) perili ev motifinin yansıması, gizemli bir konakta geçer.
Turgut Demirağ 1953 yılında Bram Stoker’ın romanının karakteri Kont Drakula ile Türk tarihine geçen Kazıklı Voyvoda’yı özdeşleştirdiği "Drakula İstanbul’da"yı çeker. Max Schrek, Bela Lugosi, Christopher Lee gibi kült oyuncuların canlandırdığı Drakula rolünü Atıf Kaptan’a verir.
1974 yılında yapımcı Hulki Saner, William Friedkin’in gişeleri alt üst "The Exorcist / Şeytan"ının aynı adla Türk versiyonunu gerçekleştirmeyi tasarlar. Metin Erksan’ın yönetmenliğini yaptığı filmde Canan Perver, Cihan Ünal, Meral Taygun ve Agah Hun rol alır.
Kutluğ Ataman, "Karanlık Sularöda yozlaşmayla kan emicilik arasındaki ilişkiyi vurgular. Bir vampir filmi sayılmayan film, yaşayan ölü olarak vampir metaforunu ve mistik ögeleri, bireyin geçirdiği dönüşümü anlatmak için ustalıkla kullanır.
Reha Erdem’in "A Ay"ı da çocuk gözüyle görünmeyen ve bilinmeyen kavramlarına farklı bir bakış getirir. Filmin kahramanlarından küçük kız anne özlemiyle onun hayaletini görür, oğlan çocuğu ise fotoğraf makinesiyle, çıplak gözle görünmeyen çocuk başlı martıyı görüntülemeye çabalar...