22.12.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:
SEYHAN AKINCI
Tiyatro sanatçısı Tilbe Saran "Sen orada ölüyorsun farkında değilsin" diyen arkadaşının kendisine uzattığı hayat çubuğundan herkes için bir hayal kurma mekanı yarattı. Muğla'nın Ula ilçesine bağlı Portakallık köyünde iki kardeşe ait bulunan ve 15 yıldır atıl durumda olan ahırı arkadaşlarıyla birlikte satın alarak tiyatro atölyesine çevirdi. Portakallık Tiyatro Atölyesi'ni konuşmak için buluştuğumuz Saran ile kadın haklarından, seslendirdiği kitaplara kadar pekçok konuya uzandık.
- Portakallık Tiyatro Atölyesi'nin hikayesini dinleyebilir miyiz?
Çalışma koşulları sebebiyle mutlu olmadığım, çok yorulduğum fiziksel, ruhsal ve zihinsel olarak zorlandığım bir süreç yaşıyordum. O sıralarda, Ege'ye yerleşmiş bir çocukluk arkadaşım İstanbul'a gidip geldikçe ben de kalıyordu. O tempoya şahitlik edince çok şaşırdı. Sürekli "Gitme, bugün de dinlen" diyordu. Arkadaşım köyüne döndü ve kısa bir süre sonra telefon edip, “Bir miktar paraya ihtiyacım var yollar mısın” dedi. “Tamam olur, ne yapacaksın” dedim.” Ev alacağım” dedi. “Benim öyle bir param yok, öyle bir şey yollayamam “dedim. “Yok ben zaten sana alacağım” dedi. “Nasıl yani” dedim. “Bir yer gördüm, orası senin olacak. Sen orada ölüyorsun, farkında değilsin” diye ekledi. Başka bir dünyadan gibi olduğu için tamam tamam deyip kapattım telefonu. Yaklaşık iki gün sonra tekrar aradı ve dedi ki: "Ben senin adına kaporayı bırakıyorum gel gör ." Haydaaaa ! Zamanım yok. Ancak yatmaya vakit bulabiliyorum... Mimar bir arkadaşım var Engin. Ona rica ettim, gelir misin ben hiç anlamam diye. Hiç unutmuyorum 31 Mart 2015'te İstanbul'dan soğuk, yağmurlu, karanlık içimin de dışarısı gibi olduğu bir gece gittik orada bir yerde kaldık. Sabah kalktım masmavi Akdeniz göğü... Ortalık portakal çiçeği kokuyor. Bir yere geldik, kırık bir kapı gördüm. İki kardeşe ait terk edilmiş bir yerdi. İlk büyük ahır gözüme çarptı ve ah burası ne güzel stüdyo olur dedim. Sonra baktım ki ekonomik olarak benim altından kalabileceğim bir şey değil. Engin'in kızı Irmak o sırada Kanada'da Psikoloji ve Sosyal Gelişme okuyordu. Onu aradık ve bir genç olarak böyle bir şey seni heyecanlandırıyor mu dedik. Çok heyecanlandım dedi. Tamam o zaman girişiyoruz bu işe dedik. İşte macera böyle başladı.
- Neler olacak bu atölyede?
Burası birlikte hayal kurma yeri olsun istiyoruz. Forum tiyatro yapılacak. Forum tiyatro zaten derdiniz neyse onu bir platformda izlenebilir, üzerinde konuşulabilir kılar. Muğla kent konseyinde kullanılmaya başlayacak. Kendileri ekip biçmeyi öğrenen dostlarımız var bölgede yeni köylüler diyoruz onlara. Bu yeni köylüler daha bilinçle, toprağı kirletmeden tarım yapıyor. Benim ilk hedefim bu küçük girişimleri bir araya toplamak köyümüzde bir kooperatif kurabilmek ve yeniden orada ekonomik olarak kendine yetebilir hale getirmek insanları. Kendi öğrencilerime de teklif edeceğim mesela gidip susam toplamayı ya da toprağı çapalamak, temizlemek, köyümüzde ne yapıyorlarsa onlara yardım edebileceğimiz bir takas sistemi hayalim var. Bilgi öğrenme takası diyelim. Bunun dışında mutfağımız müsait turşu kurmak reçel kaynatmak, ekşi mayalı ekmek yapmak gibi günübirlik etkinlikler de olabilir. Tabii en önemlisi belediyeyle iş birliğimizin süreceğini umuyorum. İlk hedefimiz iki günlük bir çocuk festivali yapmak.
- Sizin gitmek gibi bir arzunuz var mı?
Tamamen orada yaşayamam. Ama orada daha uzun zaman geçirebilirim. Ben sinemayı sinemada seyretmeyi seviyorum. Tiyatro, konser, sergiler, bienaller de şehir hayatının bize sunduğu şeyler. İstanbul’a hep turist gibi gelmenin hayalini kuruyorum. O zaman o kadar güzel ki İstanbul. O kadar keyifli ki... Ama günlük rutinde artık anksiyete sahibi oldum. Ben rahat bir insandım, kaygılarını yönetebilen biriydim. Artık yönetemiyorum. Ya da yaşla da ilgisi var. Bilemiyorum. Üç gün önceden başlıyorum oradan oraya nasıl ulaşacağım eyvah diye. İşin kendisi değil de benim oraya nasıl ulaşacağım bir kaygı haline geldi, uyuyamıyorum. Böyle olunca da “şimdi” de kalamıyorsunuz. Sürekli bir sonraki aşama. Hani neredeyse ulaşımı planlamak prova kadar uzun sürüyor! Bundan çok bezdim, ışınlanmak istiyorum.
- Kaygılardan söz ettiniz. Bu kaygıların ne kadarı toplumsal ne kadarı yaşadığımız zamanla alakalı?
Bir arada. Yaşadığımız dünyadan etkilenmemek söz konusu değil. TV'yi kapatsanız da, sosyal medyaya sırtınızı da dönseniz sokağa çıktığınızda gözleriniz görüyorsa olan bitenlerin içindesiniz. Pek çok sıkıntımız var. Ülkemize savaş sebebiyle kaçıp gelmiş, burada bir hayat kurmaya çalışan insanlar var. Okula gidemeyen bir milyon mülteci çocuk var, kaygılanmamaya imkan var mı? Giderek kadına, çocuğa yönelik artan şiddeti, tahammülsüzlüğü. Bu kadar sert bir dünyada giderek daha maço, daha eril, daha sert olan ama öyle olmak istemeyen erkek çocuklarının da kırılganlığını görüyorsunuz. Bütün bunlardan etkilenmemeye ve dertlenmemeye imkan yok. Sağlıklı gıdaya ulaşamıyorsunuz. Bir haber çıkıyor herkes birbirini ıspanak yeme diye arıyor. Artık her şey kaygıyla yaşanıyor. DNA’mızın parçası olmuş durumda.
- Kadınların nafaka hakkı imzacıları arasındasınız. Geldiğimiz noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Eğitim almasına, çalışmasına, bireyselleşmesine izin verilmemiş evinde köle gibi çalışırken emeği görmezden gelinmiş ve kucağında 4 çocuğuyla sokağa atılıverilen kadınların elbette sonuna kadar gözetilip kollanmasından yanayım. Psikologlar, antropologlar konuşmalı bu konuda. Hayat sertleştikçe, ekonomik koşullar zorlaştıkça erkekler süper kahraman olmadıklarının farkına varıyorlar. Ama herkes onlardan bir yandan da süper kahraman olmalarını bekliyor. Hem anasına babasına bakacak, hem yeni aile kuracak. Hem de çok çalışacak yazlık kışlık alacak! Toplumsal olarak onlara biçilen rol doğru bir rol değil ki!
Erkekler süper kahraman değiller. Hem o verilmiş yükü taşıyamadıkları için kendilerine mahcubiyetten hem de öğrendikleri eril dil onları çok sıkıştırıyor. Bu açmaz onları ne yazık ki şiddet eğilimli yapıyor. Elbette şiddet öğrenilen bir şey ve ailede başlıyor. Toplumda devam ediyor. Mutsuz, sorunların konuşularak değil şiddetle çözüldüğü ailelerde, toplumlarda bu bir iletişim biçimi halini alıyor. Siyasileşiyor. Ve bu kanıksanıp normalleştiriliyor. İlla fiziksel değil, psikolojik ve ekonomik şiddetin adı konmadıkça ne kendisinin uğradığı ne de kendisinin mağdur ettiği insanlar farkına varıyor. Bunun kabul edilmemesi gereken bir şey olduğunun farkına varmıyor.
TV dizilerinde de neyazık ki bu çok besleniyor. Çocuklar TV'lerde şiddetin yüceltildiği şeyleri izliyorlar. Kimse cebinde silahla gezeni yadırgamıyor ve 32 kişinin birbirine silah çektiği sahneleri kimse ayıplamıyor, şaşırmıyor. Yer yerinden oynamıyor. Aşk yasak ama dayak mübah! Neredeyiz, ne oluyoruz? Bir ülkede hukuk varsa mafya olmaz oysa çocuklar sokakta “mafyacılık” oynuyor! Şiddetin ayıplanmadığı, yargılanmadığı, cezalandırılmadığı bir zaman Taş devrine geri dönüyoruz.
- O seslendirsin ben dinleyeyim diyen sayısız insan var okuduğunuz kitaplarla ilgili. Sesli kitap yolculuğu nasıl başladı?
Hep güzel şeyler okudum. Bazıları bildiklerim bazıları bilmediklerim ama hep okurken zenginleştiğimi bilerek. Bu benim kendime verdiğim bir hediye. Bir odaya giriyorum, bir dünyanın içine dalıyorum. Muhteşem bir şey. Kendime zaman ayırmış gibi hissediyorum. Açık Radyo’da başladım kitap seslendirmeye. En sevdiğim roman olan Madame Bovary ile. Çok önemsediğim bir eserdir. Madame Bovary’i oynamayı çok istedim, geçti artık. Karamazof Kardeşler, Savaş ve Barış, Oğuz Atay ciltlerce kitap okudum. Çok keyifli bir şey. Neden bir şeyin klasik olduğunu anlıyorsunuz. Yoğun meditasyon yapmak, doğada olmak kadar beni besleyen, iyi gelen bir şey. Bir hayal dünyasına girip gidiyorsunuz siz de yazarla birlikte. O dünyanın bir parçası oluyorsunuz. Sanat niye var? Gündelik hayat çok zor ve kısır. Hayal dünyası çok renkli, insanı zenginleştiren. Hayatta deneyimleyemeyeceğiniz şeyleri size düşündürten, hayal kurdurtan bir şey. Aslında insanı insan yapan şey düş kurmak. Merak ve düş kurmak. Kurulmuş en güzel hayallere dalıyorsunuz. Tabii ki bu sizin hayatınıza kelebek etkisi gibi etkiliyor. Başka bir aleme gidip dönmüş, içiniz yıkanmış, gündelik rutine daha dayanıklı hale gelmiş bir vaziyette çıkıyorsunuz.
- Okurlarımız için 5 kitap önerisi istesek sizden...
"Savaş ve Barış" L. Tolstoy
"Küçük Prens" A. S, Exupery
"Malte Laurids Brigge’nin Notları" Rilke
Sait Faik Hikayeleri
Gülten Akın Şiirler