Prof. Dr. Mahmut Özer

Prof. Dr. Mahmut Özer

mahmutozer2002@yahoo.com

Tüm Yazıları

Edward Said, Oryantalizmi saf bir doğu bilimi, doğuyu anlama girişimi olmanın ötesinde Doğu’nun Batılı temsilini üretme ve yönetme/zaptu rapt altına alma çabası olarak tanımlamaktadır (Orientalism, Vintage Books, 1979). Dolayısıyla Said, oryantalizmi Batı’nın tek taraflı olarak Doğu’yu temsil etme, konuşturma ve anlamlandırma yaklaşımı veya daha doğru bir biçimde ifade edilecek olursa tahakkümü olduğunun altını çizer. Flaubert’in Mısır’da karşılaştığı kadın da bundan payını alır. Mısırlı kadın konuşturulmaz, Flaubert’in konuşması/temsili üzerinden değerlendirilir (sh. 6). Dolayısıyla, oryantalist külliyatta Doğu’nun kendisi konuşmaz, Batı’lı Doğu’yu kendisi istediği şekilde konuşturur, gizemlerini açıklar ve tanımlar. Bu nedenle, Oryantalizm söylemi, Doğu'nun gerçekliğini değil, Batı'nın Doğu'yu nasıl görmek istediğini ve temsil ettiğini yansıtır. Dahası, Doğu bir coğrafi kategori olmanın da ötesine geçer, Rusya’da İspanya’da bundan nasibini alır. 

Haberin Devamı

Dolayısıyla, oryantalizm Doğu’ya dair düşünmenin akademik, edebi, beşeri, politik, ekonomik ve sosyal bilimler gibi farklı kanallarda ilerlemesini sağlar ve ayrık gibi duran bir görünüme sahip olmasına rağmen bir bütünlük arz eder ve bir düşünce ekosistemi ve nihayetinde bir otorite oluşturur. Bu üretim öylesine verimli ve güçlüdür ki Said’in Gramsci’den alıntıyla kullandığı bir kültürel hegemonyaya dönüşür (sh.7). Artık, bu hegemonyanın dışında ürün üretebilmek neredeyse imkânsızdır. Veya üretilse de ana akımda yer alması çok zordur ve bir şekilde hegemonya tarafından hükümsüzleştirilir. Otorite, güç ilişkileriyle şekillenir. Birbirinden bağımsız duran ve farklı kanallarda ilerleyen çalışmalar aslında bu hegemonik iklimden bir şekilde etkilenerek hizaya getirilir. Buna bir de politik çıkarlar eklendiğinde kültürel çalışmalar veya en tarafsız olduğu iddia edilen bilimsel araştırmaların dahi bu önyargılardan kaçınması söz konusu değildir. Bu bütünlüğü göz ardı etmek, çoğu ürünün kendi kulvarında tarafsız bir şekilde üretildiğini iddia etmek resmin tamamını görmeyi engellemektedir.

Haberin Devamı

Kültürel Hegemonyanın Yapı Sökümü

Oryantalizmin etkisini ve geçerliliğini anlamak, onun tarih boyunca nasıl yapılandığını, hangi süreçlerin bu otoritenin inşasında rol oynadığını analiz etmeyi gerektirir. Said’in çalışması, Oryantalizmin hem kişisel hem de kolektif düzeyde nasıl bir otorite oluşturduğunu ve bu otoritenin, Batı'da Doğu’ya dair algıları nasıl şekillendirdiğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle Said, oryantalizmi yalnızca politik bir olgu olarak değil, aynı zamanda bu bütünlüğe katkı veren eserlerde bireysel yaratıcılık, detaylı çalışma ve geniş politik gerçekliklerin etkileşimi olarak ele almaktadır. Said, bu detaycı ilişkiler ağını yapı sökümüne uğratmak için ‘…sadece akademik çalışmaları değil, aynı zamanda edebiyat eserlerini, siyasi broşürleri, gazetecilik metinlerini, seyahat kitaplarını, dini ve filolojik incelemeleri de..’ ele alarak hibrid bir perspektif sunar (sh. 23).

Said, oryantalizm otoritesini incelemek için kullandığı metodolojide kendi ifadesi ile "stratejik konum" ve "stratejik oluşum" yaklaşımlarını kullanır (sh. 20). Stratejik konumla incelediği yazarın Doğu’ya dair ürünündeki pozisyonunu belirlemeye çalışırken stratejik oluşum yaklaşımıyla ürünün diğer ürün ve metinlerle ilişkisine odaklanmaktadır. Metinler hep birbirine referans verilerek veya dolaylı etkilenme ile oluşturulduğu için stratejik oluşum son derece kritiktir. Dolayısıyla, bu bağlamda her bir ayrık metin veya ürün, geçmiş metinlere yönelik arkeolojik bağlantıları ve nihayetinde arkeolojik konumu ortaya çıkarmaktadır. Kısaca, her bir ayrık metin, oryantalizmin kolektif yapısı içindeki yerini ve etkisini ortaya koymak için hayati öneme sahiptir. Bu yüzden, tek tek metinlerin içerdiği düşünce, stil ve otoriteyi anlamak, bu geniş söylemin dinamiklerini çözmek açısından belirleyici olmaktadır.

Haberin Devamı

Geç Osmanlı ve Erken Cumhuriyet Entelektüellerinin Oryantalizme Tepkisi

Bu bağlamda Zeynep Çelik de, ‘Avrupa Şark’ı Bilmez’ eserinde Said’in çalışmasını genişleterek geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet entelektüellerinin oryantalizme tepkisini anlamaya yönelik orijinal ve kapsamlı bir çalışma yapmaktadır (Avrupa Şark’ı Bilmez, Eleştirel Bir Söylem (1872-1932), Koç Üniversitesi Yayınları, 2019). Dönemin entelektüelleri yabancı dil bildikleri için Oryantalist külliyatla hemen temas kurabilmiş ve imparatorluk, İslam, günlük yaşam, sanat, mimari, toplumsal kurallar gibi geniş yelpazede Batı'nın Doğu'yu temsillerine şiddetli itirazlar yapmaya başlamıştır. Bu kapsamda ilk işaret fişeği Namık Kemal tarafından 1872’de İbret gazetesinde yayımladığı ‘Avrupa Şark’ı Bilmez’ başlıklı yazı ile atıldığı için Çelik de anlamlı bir şekilde kitabının başlığını dönemin tepkisini yansıtacak şekilde seçmiştir.

Çok farklı ideolojilere sahip entelektüellerin ortak noktasını ‘oryantalizmin reddi’ oluşturmaktadır (sh.14). Çelik, bu ortak noktayı Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinin birbirinden ayrık olmadığı, tam tersine süreklilik arz ettiği tespitine dayanak yapmaktadır (sh.19). Bu süreklilik kitapta Namık Kemal, Ebüzziya, İsmayil Hakkı, Celal Esad, Ahmed Rıza, Ömer Lütfi, İzzet Melih, Tevfik Fikret, Halid Ziya, Ahmed Midhat, Fatma Aliye, Halide Edip, Ahmet Haşim, Ömer Seyfeddin, Ercümend Ekrem, Şevket Süreyya, Nazım Hikmet üzerinden rahatlıkla takip edilebilmektedir.

Dönemin entelektüellerinin oryantalizme ortak tepkileri bir taraftan savunma ve dolayısıyla reddiye boyutuna sahipken diğer taraftan gerçeğin ne olduğunu dile getirmek için içe dönük anlama çabalarını tetiklemiştir. Bu çabaların ortak özelliği reddiyenin ötesine geçerek her alanda yeni bir dil inşa etmeye çalışılmasıdır. Örneğin, Namık Kemal oryantalistlerin bu girişimlerle hatalarını düzelteceklerini beklemenin anlamsızlığına işaret ederek ‘..dolayısıyla çözüm Türklerin Avrupa dillerinde mükemmelleşmesi ve kendi tarihlerini yeniden yazmaları’ vurgusu yapmaktadır (sh.21). Dolayısıyla, bu karşı duruşun en önemli kazanımı, oryantalizmin temsillerine karşı kendi edebiyatımızı, sanatımızı, tarihimizi, günlük yaşam sorunlarımızı velhasıl kültürümüzü yeniden anlamak ve böylece yeni bir dil inşası bilincini kuvvetlendirmektir.

Ancak, oryantalizme karşı bu ortak ve güçlü tavır alış Zeynep Çelik’in vurguladığı gibi 1930’lardan sonra azalır (sh.55). Bu zayıflamanın tarihsel nedenlerinin ötesinde belki de bu güçlü tavır alışın zayıflamasının en olumsuz etkisi, her alanda başlatılan yeni bir dil inşası girişiminin de akamete uğramasıdır. Böylece, oryantalist söylem çok daha güçlenebilmiş ve ana akım oluşturarak kültürel hegemonyasını oluşturabilmiştir.

Yapay Zekâ ile Gelen Yeni Oryantalist Tehlike

Bilindiği gibi özellikle üretken yapay zekâ mevcut büyük veriden öğrenerek yeni metinler üretmekte, dolayısıyla, üretilen yeni bilgilerde mevcut veriler bir şekilde hafıza görevi görmektedir. Bu durum oryantalizmde için de söz konusudur. Yaklaşık iki yüz yıllık kapsamlı bir oryantalizm külliyatı oluşturulduğu için üretken yapay zekâ tarafından Doğu’ya yönelik oluşturulan yeni içeriklerde aynı hafıza yeniden üretilmektedir. Dolayısıyla, yeni yapay zekâ teknolojileri oryantalist üslubu yaygınlaştırmaktadır.

Bu bağlamda yapılan ilk çalışmalardan bir tanesi olan Kadri ve arkadaşları tarafından yapılan araştırma, üretken yapay zeka içeriklerinde Güney Asya’nın nasıl temsil edildiğine yönelik çalışma önemli bulgular sunmaktadır (Qadri, R. vd.,  AI’s Regimes of Representation: A Community-centered Study of Text-to-Image Models in South Asia. In Proceedings of the 2023 ACM Conference on Fairness, Accountability, and Transparency, 506–517, 2023). Araştırmacılar çalışmalarında Pakistan, Hindistan ve Bangladeş’ten katılımcılarla Güney Asya bağlamında metinden görsele dönüştürücü (T2I) modellerin ürettikleri içeriklerdeki kültürel sınırlılıkları incelediler. Çalışma sonunda üç sorun tespit ettiler: kültürel öğeler doğru şekilde üretilmemekte, hegemonik kültürel varsayımlar güçlendirilmekte ve kültürel klişeler yeniden üretilmektedir.

Kültürel ögelerin doğru şekilde üretilmemesi zaten oryantalizmin genel karakteristiğidir. Dahası böyle bir iddiası da yoktur, çünkü oryantalizm tek taraflı bir okuma ve temsil üretme çabasıdır. Dolayısıyla oryantalizm kültürel hegemonya kurarak Batı dışının kendisini ifade etmesine izin vermemekte ve kendi ürettiği temsillere hapsetmektedir. Kültürel ögelerin doğru şekilde üretilmemesinde bu yaklaşımın ötesinde genellikle kültürel bağlamdan kopartma ve patchwork yapma yaklaşımı yaygın bir şekilde kullanılmaktadır.

Araştırmada elde edilen bulgular yapay zekâ içerik üretiminde oryantalist üslubun devam ettiğini, dolayısıyla kültürel varsayılanlar (defaults) olarak Batı’lı ve beyaz bakış açısının baskın olduğuna işaret etmektedir. ‘İbadet yeri fotoğrafı’ gibi nötr komutlarda Batı’lı içerikler (kilise vs.) üretilmesine artık alışık olunmasına rağmen komutlar spesifik hale getirildiğinde dahi (örneğin ‘Lahore’da sokak yemeği yiyen insanlar’) bu üslup devam etmektedir.

Diğer taraftan çalışmada araştırmacılar kültürel varsayılan sorununda genel olarak Batı ve beyaz egemen iken Bangladeş ve Pakistan için üretilen temsillerde Hindistan’ın kültürel varsayılan olduğu bulgusuna ulaştılar. Bir başka deyişle, T2I modelleri Bangladeşli ve Pakistanlı kültürel ögeleri ve konuları açıkça belirten komutlarda bile Hint nesneleri üretmekte, yani her iki ülkenin temsili Hindistan temelli temsiller üzerinden gerçekleştirmektedir (homojenleştirme üzerinden temsil edilmeyenin yok edilmesi). Bu hiyerarşik yaklaşımın tek bir ülke temelinde de sürdürüldüğü görülmektedir. Örneğin Hindistan’a dair içerik üretiminde daha çok üst sınıfların temsillerine yer verildiği, alt sınıflara özgü kültürel unsurların yok sayıldığı, dolayısıyla kültürel güç hiyerarşilerinin pekiştirildiği görülmektedir. Çalışmadaki bir katılımcının ifade ettiği gibi ‘[Yapay zekâ] hep ayrıcalıklı olanı ayrıcalıklı kılmaya devam ediyor. Yapay zekâ, ayrıcalıklı sesi sürekli olarak güçlendiriyor.’

Yapay zekânın oryantalist içerik ve üsluptan yola çıkarak Batı dışına yönelik kültürel klişeleri yinelediği görülmektedir. Örneğin araştırmacıların da ortaya koyduğu gibi yapay zekâya göre Güney Asya tozlu şehirlerden ve yoksulluktan ibarettir. Dolayısıyla ekonomik açıdan işlevsizdir. En önemlisi yapay zekâ güncel gelişmelerden uzak, zamanda donmuş bir Güney Asya tasvirini hafızasında tutmakta, bağlam (verilen komut) ne olursa olsun bu hafızaya dayalı klişeleri yeniden üretmeye devam etmektedir.

Elbette bu klişelerin en önemlisi Batı dışının egzotik temsilidir. Araştırmacılar Güney Asya bağlamında egzotikleştirmeyi ‘Güney Asya’yı Batı’dan farklı, “uzakta bir yer” olarak konumlandırmayı amaçlayan bir temsiliyet rejimi’ olarak tanımlamakta, Hindistan özelinde kaotik trafik, sokaklardaki inekler, yılan oynatıcıların ülkesi klişelerine yer vermektedir. Çalışmada yer alan bir katılımcı bu duruma isyan ederek ‘bu klişelerin çağrılmasının sadece daha fazla medya satmanın bir yolu olduğunu, kapitalist ve sömürgeci bir mantığın T2I’da devamı’ olduğunu vurgulamaktadır. Benzer şekilde Pakistanlı katılımcılar, Pakistan’lı kadınlara yönelik klişenin ‘Müslüman kadınların kurtarılmaya muhtaç olduğu ve kendi iradeleri olmadığı mesajını verdiği’ vurgusunda bulunmaktalar.

Özetle üretken yapay zekâ içerik üretiminde önemli faydalar sağlamasına rağmen kendi dışının temsilini gerçekliğinden kopuk bir şekilde ‘Batı’lı ve beyaz’ olarak temsil etme hakkını elinde tutmaya çalışmaktadır. Araştırmacıların da vurguladıkları gibi ‘Model testleri ve değerlendirmelerinde Batı odaklı çerçevelerin münhasıran kullanılması, algoritmik sistemleri oluşturma epistemolojisi ve gücünün küresel bir azınlığın elinde toplanmasıyla Batı dışı toplulukların kimliklerini dışlayan uygulamaların gelişmesi riskini taşımaktadır.’ Yapay zekâ ve oryantalizm ilişkisi üzerine daha kapsamlı çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.