15.09.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Prof. Dr. Ahmet Denker - Yakın zamandaki savaş ve işgallerin parçaladığı tarihi ile hepimize etki eden Afganistan, son gelişmelerin ardından bir kez daha dünya kamuoyunun bilinç ve vicdanında yankılanıyor. Afganistan’da bir türlü sona ermeyen savaş ve istikrarsızlık dönemleri nedeniyle kültürel mirasın nasıl ağır bir tahribata ve soyguna maruz kaldığı yeniden hatırlanıyor. Afganistan’da Taliban’ın iktidara dönüşü, kültürel mirası önemseyen ve bu mirasa karşı başka yeni bir şiddet kampanyası ihtimalini aklına getiren herkesi kaygılandırıyor.
Daha önce yağmalandı
Taliban daha önceki iktidarında adeta ülkesinin tarihsel geçmişini silmeye kalkışmıştı. Budist Hadda manastırını yağmaladılar, merkezindeki eski Bamiyan Budalarını dinamitlediler ve Kabil Müzesi’ne roket attılar. Olağanüstü sanat eserleri yok edildi. Kendi ülkesinin tarihsel ve kültürel hazinesine işgalci ordulardan çok daha fazla zarar vermiş olan Taliban’ın tekrar yönetimi ele geçirmesinin ardından Afganistan’daki dünya kültürel mirasının akıbetine ilişkin endişeler yeniden alevlendi.
Bu eşsiz arkeolojik eserlerin, bir zamanlar taşıdıkları dini önemi yıllar önce yitirmiş olduklarını umursamadılar bile. Bu heykeller birinci ile beşinci yüzyıl Gandhara uygarlığının sanatçıları tarafından yapılmıştı ve Buda’nın en eski yontuları arasında sayılıyorlardı. İmha edilen Buda heykellerinin sanatçıları Helenistik heykel sanatından etkilendiklerinden, onlara Apollon’un yüzünü vermişlerdi. Bu nedenle birçok Uzak Doğu ülkesinde, bir zamanlar, Afganistan Budizm’in Atina’sı olarak görülüyordu.
Benzer bicimde, 15. yüzyılda Batı Afganistan’daki Herat, Müslüman resminin Floransa’sı kabul ediliyordu. İslam’ın insan figürlerinin tasvirine izin verip vermediği üzerindeki tartışmalar sürerken Şam’daki dini otorite, Allah’ın ve peygamberin tasvirini yasaklayarak, ancak hanedanın ve yakın çevresindekilerin resimlerinin yapılmasına izin vererek adeta bir İslam Rönesans’ı yaratmıştı. Herat Sarayı’nda ortaya çıkan minyatürler ve tezhipli el yazmaları bu açılımın sonuçlarıydı. İstanbul’dan Agra’ya yayılan minyatür ve tezhip sanatı Herat Sarayı’nda tomurcuklanan sanatsal akımın filizleriydi. Kabil’in kuzeyindeki bir kütüphanede saklanan figüratif tezhipli el yazmaları Taliban’ın birinci iktidarında yakıldı.
Radikal tutum
Afganistan’ın her zaman Doğu ile Batı arasındaki kesişme noktasında olduğunun arkeolojik kanıtları ülkenin kuzeyinde bulunan Baktriya bölgesindeki Ai-Khanoum şehrinde bulunmuştu. Ai-Khanoum adını yerel bir Özbek prensesinden almıştı, Orta Asya’daki bir Türkçe lehçesindeki bu ismi günümüz Türkçesi’ne Prenses Ay olarak çevirebiliriz. Bir ordunun Yunanistan yarımadasından Kuzey Afganistan’a ulaşmasının iki yıl aldığı M.Ö. 4. yüzyılda Büyük İskender zorlu arazilerde uzun mesafeleri aşarak Ai-Khamoun’a yerleşmiş ve burada satrapın kızı Prenses Roksana ile evlenerek Doğu ile Batının birleştiği bir dünyanın efendisi olma planını ifşa etmişti. Yaklaşık elli yıl önce Ai-Khanoum’da yapılan kazılar, gelişmiş bir Helen uygarlığını ortaya çıkardı. Taliban’ın diğer kültürlere karşı radikal tutumunu devam ettirmemesi ümit edilmekle beraber, aksi halde bu eserleri de gelecekte bekleyen tehlikenin büyük olacağını söyleyebiliriz.
Başı kesildi
Afganistan Ulusal Müzesi, Kabil’de 1922’de kurulmuştu, bu nadide koleksiyonlara ev sahipliği yapıyordu. 2001 yılında, Taliban’ın ilk iktidarı sona ermeden kısa bir süre önce müze saldırıya uğradı. Roket ateşi altında pencereler havaya uçuruldu, bina tamamıyla tahrip oldu. Bütün bu koleksiyonlarla birlikte Afganistan’ın tarihinin önemli bir parçasının yok olmasından korkuluyordu. Ancak daha sonra, 2004’te, müze personelinin hazinelerin en önemli parçalarından bazılarını gizlice saklamayı başardığı ortaya çıktı. Bu son derece cüretkâr ve kahramanca bir davranıştı. Zira, benzer bir fiille, 2005’de Palmira Müzesi’ndeki eserleri saklamaya çalışan Müze müdürü Halid Esad, bunun bedelini başı kesilerek ödemişti. Ulusal Müze’nin fedakâr personeli sayesinde kurtulan hazinelerin arasından seçilen örnekler, Müze’nin gezici sergisiyle 2007 ve 2014 yılları arasında dünyayı dolaşarak büyük ilgi gördü. Ben de 2011’de Londra’da Britanya Müzesi (British Museum)’nde Afganistan’ın kültürel zenginliklerini sergileyen bu sergiyi gördüm ve etkilendim. Serginin etkisi o denli kuvvetli olmuştu ki, ardından doğrudan Afganistan’a odaklanan kitaplar ve akademik çalışmalar yayımlanmış, uluslararası konferanslar düzenlenmişti.
Siyasi irade harekete geçmeli!
Afganistan’daki son gelişmelerle birlikte, çatışma bölgelerinde kültürel mirasın korunması giderek daha mühim ve acil hale geldi. Ne yapılabilir? Bu olayların uluslararası gündemdeki görünürlüğünün fazlalığına rağmen, Birleşmiş Milletler, hükümetler ve UNESCO gibi uluslararası organizasyonlar bu tür yıkımları önlemek için çok az şey yaptılar. Tepkilerini duydukları üzüntüyü dile getiren mesajlar yayımlamakla sınırlı tuttular. Dünya, çatışma ortamlarını kullanan aşırılık yanlısı grupların medeniyetin en değerli anıtlarından bazılarını yok etmesini durdurmak için hiçbir şey yapamaz mı? Gerçi, “Silahlı Çatışma Durumunda Kültür Varlıklarının Korunması” hakkında bir sözleşme bulunuyor (Lahey Sözleşmesi, 1957) ama eskidi ve bugünkü ihtiyaçları karşılamakta yetersiz kalıyor. 1999’daki ikinci bir protokol, iç savaşları da sözleşmeye ekledi, ancak Afganistan, Irak, Suriye gibi yakın tarihte kültür hazinelerinin tahrip edildiği ülkeler bunu asla imzalamadı. Ayrıca, Birleşmiş Milletler yetkilileri, bu anlaşmanın da aşırı gruplar tarafından kültür hazinlerinin kasıtlı olarak yok edilmesini öngörmediğini kabul ediyor. Daha fazla vakit kaybetmeden bu eksikliklerin giderilmesi büyük öneme sahip. Zaman, kültürel mirası korumak ve ilkelerine uyumu artırmak amacıyla mevcut yasaları ve sözleşmeleri günün ihtiyaçlarını karşılar hale getirmek için siyasi iradeyi harekete geçirme zamanıdır.
Tarihin karanlıkta kalmasına yol açar
Şu soru akla gelebilir: Bu kadar çok insan tehlikedeyken ve göçe zorlanmışken, neden Afganistan’ın kültürel mirasını korumayı gündeme getiriyoruz ki? Afganistan Ulusal Müzesi’nin bahsettiğim gezici sergisi Dünya’nın gözleri önüne bu ülkenin şaşırtıcı zenginlikte bir kültürel mirasa sahip olduğu gerçeğini sermişti. Sergiyi gezenler, Afganistan’ın Asya’nın bazı en önemli, en değişik, en göz kamaştırıcı tarihi objelerinin ve arkeolojik kalıntılarının ev sahipliğini yaptığının farkına vardılar. Bugün biliyoruz ki, Batı’da Yunanistan’dan Doğu’da Çin’e, Kuzey’de Rusya’dan Güney’de Iran ve Hindistan’a hiçbir uygarlığın Afganistan’daki kaynaklardan yararlanmadan tam olarak anlaşılmasına imkân yok. Afganistan’ın kültürel ve tarihi mirası, tüm Asya kıtasının kültür ve tarihi için vazgeçilmez bir kaynak. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu birçok ülke tarihini anlamak için Afganistan’daki kaynaklara başvurmak zorunda. Afganistan’daki kültürel mirasın kaybedilmesi tarihin önemli bir parçasının karanlıkta kalması demek.
Afganların kendileri için de bu mirasın kaybolmaması gerek kimliklerinin korunması ve gerekirse de kültürel geleceklerinin inşası için çok önemli. Bunu ne kadar çok anlarsak ve anlatabilirsek daha güzel ve güvenli bir dünya için beklentilerimiz ve ümitlerimiz o kadar büyük olacak. Nitekim, şimdi tekrar iktidara gelen Taliban da bunu anlamış gibi gözükmeye çalışıyor, öncekinden çok farklı türde bir yönetim otoritesi olacağına söz veriyor. Ulusal Müze’nin önüne korumalar yerleştirdiklerini duyuyoruz. Verdikleri sözü tutmaları bütün dünya tarafından ümitle beklenmektedir.