18.08.2008 - 20:48 | Son Güncellenme:
Betül Yüzüncüyıl Tavlı
Çizerken daha gür mü duyar ruhun sesini insan? Daha mı özgürdür, hayat öyle akıp giderken? Röportajdan önce onun resimlerine bakarken aklımdan geçen bu soruların yanıtlarını onunla konuşurken buluyorum. Sanırım öyle... O çocukluğunu, resmi keşfedişini, Robert Kolej’de, Mimar Sinan Güzel Sanatlar’da okuduğu yılları, reklamcılıkla tanıştığı dönemi, kariyerini, hayatının zor günlerini naif bir içtenlikle anlatırken, ben neden daha çok çizmediğini merak ediyorum. Belki de o, oralarda hep özgür kalmak istiyor...
Resme ilginizi ne zaman, nasıl keşfettiniz?
Küçükken çocukların canı sıkılırdı geçmişte, şimdiki gibi değildi. Ben sıkıldığımda da bizimkiler “Al bir kâğıt, kalem resim yap” derlerdi. O dönemlerde arkadaşlarıma fotoromanlar çizerdim, hepsinin resim ödevlerini yapardım. Robert Kolej’de okurken de hep seramik atölyesine gider çalışırdım. Resimle hep iç içe oldum ama lise bittikten sonra ne yapmak istediğime karar vermeliydim. Akademiyi kazanınca grafik okumayı seçtim. Hayatımı kazanmak zorundaydım ve resimle kazanmayı tercih etsem çok zorlanırdım. Bu anlamda kolayı seçtim aslında. Ressam olanlara, özellikle hayatını bundan kazananlara sonsuz saygı duyuyorum bu nedenle.
Resim kendimi ifade etme biçimlerinden biri. Yapabildiğim kadar yapıyorum. Bu sene iki proje var. Bağlı olduğum Apel Sanat Galerisi’nin Frankfurt Kitap Fuarı’ndaki yerinde kitap enstalâsyonları bulunacak ve bunlardan biri de benimki olacak. Bir de Apel’in 10. yıl sergileri var; karma sergilere katılacağım.
Bu alanda bir hedefiniz var mı, yani sadece resme yoğunlaşacağınız bir dönem gelir mi?
Belki işlerimi hafifletirsem, ileride resim daha fazla hayatımın içinde yer alacak. Bilmiyorum, ama resim için bir kariyer hedefimin olmasını da istemiyorum açıkçası. Ajans için var mesela; belirli bir zaman sonra belki burada çalışanlara devretmek olabilir, büyük bir ajansla birleşme olabilir, satış olabilir... Resmi ise bir kariyer olarak görmüyorum, planlaması olmasını istemiyorum; belki de en iyi yanı, hayatımın tek serbestliği olması. Ama tabii hayatımdan hiçbir zaman çıkmayacak.
Aslında reklamcılık sektöründesiniz. Bu alana ne çekti sizi?
Akademiden mezun olduğumda çok az reklam ajansı vardı. Kendime küçük bir atölye tuttum; hem master tezimi hazırlıyordum hem de takvim tasarımı gibi işlerle para kazanıyordum. Bir gün biri geldi ve yaptığım takvimlerden birinden 10 bin tane istedi. Sonra o takvim 30 bin baskı daha yaptı. Küçük bir tasarım atölyesi olarak hizmet vermeye başlamıştım artık. O dönem eşimle birlikte Nata Reklamcılık’ı kurduk. 8 sene kreatif direktörlük işini üstlendim. Oradan ayrılınca -şirketteki hissem yüzde 1’di- birden işsiz kaldım. Ben de Pamukbank’a girip reklam müdürü oldum. Bu süreçte masanın öbür tarafında da reklam dünyasını tanıdım, büyük bütçelerle çalışmayı öğrendim, pazarlama konusunda daha çok bilgi edindim. Sonra da bu birikimi kendi şirketimde kullanmak istedim ve Ring’i kurdum. Virüs bir kere bulaştığı zaman ondan kolay kolay kurtulamıyorsunuz. Buna girişimcilik virüsü de denebilir, kendi işini kendin yapma da...
Reklamcılıkta hedefiniz nedir peki?
Ajansta 12 kişi hizmet veriyoruz ve kozmetikten kaynak elektrotlarına kadar uzanan bir müşteri portföyümüz var. Yaptığımız işten memnunuz. Daha az işi, daha iyi yapmaya çalışıyoruz; butik ajans konumunu koruyoruz. Hedefim işimi sürdürmek; çünkü işimi seviyorum ve heyecan duyuyorum. Bu iş çabuk değişiyor ve bu hayatın dinamiği içinde bana iyi geliyor. Ajansımızda sabahlara kadar filan hiç çalışılmaz; planlı bir iş hayatımız vardır. İyi anlaşan bir ekibimiz var. Bizim en büyük özelliğimiz de şu, en çok övündüğüm yönümüzdür: Müşterilerimizle uzun süreli çalışıyoruz. Ajans olarak baktığınızda gelecekte farklı açılımlar da olabilir tabii.
Ajans olarak bazı kitapların tasarım sürecinde de rol alıyorsunuz... Neden bunu tercih ediyorsunuz?
Bu alanda yeni projeleriniz var mı?
Önümüzdeki dönemde sanırım yine Enka için bir tane daha bir kitap yapacağız. Bu tip eserlerin topluma kazandırılması noktasında bir şey yapabiliyorsak ne mutlu bize...
Resimle ve bu tür kitap tasarımlarıyla ruhunuzu doyuruyorsunuz sanki...
Reklamcılıktan arada bir cebinizin dolduğu oluyor ama ruhunuz hep aç olduğu için onu neyle doyuracağınızı bilemiyorsunuz.
Yaklaşan Frankfurt Kitap Fuarı çok heyecanlandırıyor sanırım sizi...
Fazlasıyla heyecanlıyım, hatta yetiştirememe sendromu yaşıyorum. Detayları çok açmayayım, sürpriz olsun ama bu projede görsel ile yazı bir arada olduğu için çok heyecanlanıyorum. Bugüne kadar yaptığım kitaplarda yazı bölümü bana ait değildi, başkalarının yazdıkları içerikleri derleyip toparladım; bu sefer içerik de bana ait. Ayrıca tek olacak. Resmin özelliği de tek olması; bu eser de öyle.
Siz de iz bırakan bir kitap var mı?
Gabriel Garcia Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık’ı...
En sevdiğiniz ressam?
Gümrükçü Rousseau.