24.11.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:
1972'de Tokat Turhal'da beş çocuklu bir ailenin dört oğlundan biri olarak dünyaya gözlerini açar Engin Günaydın. Ama Erbaa'da okur, oradaki 'basit hayat'la şekillenir. Babası Devlet Demiryolları'nda hareket memuru, tek kişilik gösterisine giden herkesin komik hikâyeleriyle tanımış kadar olduğu kara çarşaflı annesi ise ev kadınıdır. 18 nüfuslu bir evde geçer çocukluğu. "Bir evden kahkahalar yükseliyorsa o ev mutlu bir evdir" der annesi, demek ki onlar da mutludur... Ailesi üniversite sınavlarına hazırlansın diye İzmit'e ablasının yanına yollar 'Erbaalı çocuğu'. Doktor ya da mühendis olsun isterler. Ama o tutar tiyatroyu, daha doğrusu kızların sahneye çıkan çocuklarla daha çok ilgilendiğini keşfeder. Liselerarası yarışmada ödül alınca, jüri üyeleri de "Konservatuvara girmesini" önerince, bu kez Ankara yolu görünür Engin Günaydın'a. Ama, Erbaa'yı da yanında götürür nereye gitse... Hacettepe Üniversitesi Konservatuvarı'na girişi ailede pek memnuniyet yaratmaz. O gün bugündür 'Kendini düzeltemedi' diye üzülür annesi. Kendisi de tiyatro aşkıyla yanıp tutuşmaz aslında. Moliere'in, Shakespeare'in, Çehov'un karakterlerine ısınamaz, çünkü tanımadığı, bilmediği insanlardır onlar. 1992 yılında, mezun olduğunda Devlet Tiyatrosu'na mahkûm olmasın diye Mimar Sinan Üniversitesi'ne geçiş yapar. Yeni bir şehir, yeni bir hayat demektir, üstelik "İlham veren, hareket ettiren 20'lik bir genç gibidir" İstanbul onun için. Ama yalnızdır da, evde duvarlara bakarak günler geçirir. O dönem elektrikli süpürge pazarlamacılığı bile yapar ama "Çok pahalı" diyen kadınlara hak verdiği için pek uzun sürmez bu iş. O sıralar yeni kurulan BKM'ye bir arkadaşı aracılığıyla gider ve "Otogargara" ile sahneye adımını atar. Ekiple kanları uyuşur ve "Bir Demet Tiyatro"nun unutulmaz. Zabıta İrfan'ı çıkar ortaya. Bildiği, tanıdığı, o nedenle de severek geliştirdiği bir karakter. Engin Günaydın'ın "gıcık olunarak sevilecek" karakterler serisinin de ilk ayağı..."Bir Demet Tiyatro"dan sonra BKM ile yolları ayrılır, Mehmet Ali Erbil ve Emel Sayın'la "Aşkım Aşkım" dizisinde Tarık Usta'yı oynar, aynı yıl Zeki Demirkubuz'un "Yazgı"sıyla Ankara Film Festivali'nde En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü'nü alır. Başroller hamallıktır ona göre, yardımcı rolleri hep daha çok sever. 'Kendini düzeltemedi' Yazmaya da başlamıştır bu arada. Bu alandaki ilk işi, 23 yaşındayken yazdığı "Dış Kapının Mandalları" dizisinin senaryosudur. Derken hayatının dönüm noktası gelir: "Zaga". Kendisinin de dediği gibi Okan Bayülgen kimseyi durduk yerde şöhret yapamaz belki ama, "Zaga" ona ilk kez kendisini olduğu gibi ortaya koyma şansı verir. Ve öyle de kabul görür. Bunu "Yazı Tura" ve "G.O.R.A." filmleri, "Alacakaranlık" dizisi izler. "Faturalarını ödemek için bazı işler içine sinmese de yapmalısın" diyenlere kulak asmadığı için dönem dönem çok parasızlık çeker. Ona göre "oyuncu bir kimliktir", bundan taviz vermek istemez. Yüksek ve düşük gelir düzeyinden insanları bir araya getirdiği için kendine yakıştırdığı Cihangir'in Firuzağa kahvesinde çay parası bile olmadan oturduğu günler olur. Ama hayalleri vardır, hem de gerçekleşmesi paraya bağlı hayalleri. Tiyatro kurmak, film çekmek ister... Sonunda arkadaşlarının sponsorluğunda 'para toparlamak için' yola çıkar, bir tek kişilik gösteri hazırlar kendine. Adını da "O Hikâyedeki Mal Benim" koyar. "Herkes öne geçerken kuyruğun arkasında durup bekleyen adamın hikâyesidir" bu, yani kendisinin. Üstüne basa basa söyler, "Bu gösteri kuyruğun en arkasındakiler içindir." Dönüm noktası: Zaga "Mallığı", bir tür hayat acemiliği, hiçbir yere, hiçbir şeye alışamamanın getirdiği bir kronik çıraklık hali diye tanımlayan Günaydın, farklı bir 'stand up'çı olarak çıkar seyirci karşısına. Hazırcevap değildir, 'fırlama' değildir, daha 'efendi' durmak ister hayatta. Kendisini, ailesini, o bildiği 'basit' hayatı süslemeden, olduğu gibi anlatır... Oyunculukta 'iddialı olmayı' 'teknik biriktirmek' olarak görür, onun tek iddiası her oyunda her şeyi yeniden yaşamasıdır. Bu yüzden de çok sıcaktır, seyirci defteri, sahnede adeta kendini görenlerin sevgi dolu mesajlarıyla dolup taşar. Bu aralar "Avrupa Yakası'nı dirilten adam" olarak yine hayatımızın orta yerinde Engin Günaydın. Orada oynadığı Burhan Altıntop, gelmiş geçmiş en meşhur dizi karakterleri arasına girdi bile. Gene son derece antipatik, ama bir o kadar da sevilen bir karakter. Sırf "Burhan Abi" adına açılmış hayran siteleri var, diziden ünlü sahneleri internette dolaşıyor. Artık onu herkes tanıyor ve 'Erbaalı çocuk' ilk kez kendini evinde hissediyor. Çünkü orada da herkes birbirini tanır... Şimdiki hayali bir tiyatro kurup kendi yazdığı "Hücreler"i sahnelemek. Yol arkadaşları Erkan Can ve Settar Tanrıöğen ile birlikte 'hayatı olduğu gibi göstermeye' devam etmek niyeti. Kendileri gibi art niyetsiz, 'basit', doğal insanlar da gelir izlerse daha ne ister? Kronik çıraklık hali