14.05.2019 - 01:30 | Son Güncellenme:
Onlara istedikleri her şeyi verdiğini hatırlatarak saymakla bitmeyecek nimetlerini şöyle zikreder: O hiçbir şey bilmez halde dünyaya gelen insana kulaklar, kalpler ve gözler vermiş, onu yaratılmışların birçoğundan üstün kılmıştır. Ona yeryüzünde imkan ve iktidar tanımış, geçim vasıtaları vermiştir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsini, geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı, bütün yıldızları ona amade eylemiştir. Yağmurun müjdecisi olan rüzgârları göndermiş, yağmurla hayat verdiği ölü topraktan meyvelerinden yemesi için nice hurma bahçeleri, üzüm bağları yaratmış ve içlerinden pınarlar fışkırtmıştır.
Denizleri onun emrine vermiş, bazısını susuzluğu giderecek şekilde içimi kolay, bazısını da tuzlu ve acı yaratmıştır. Geçiminde birçok fayda sağlayan hayvanları ona boyun eğdirmiştir. Onun için evini huzur ve dinlenme yeri kılmış, dağlarda barınaklar var etmiş, kendisini sıcaktan koruyacak elbiseler ve savaşta koruyacak zırhlar vermiştir.
Allah Teâlâ, insana bahşettiği bütün bu nimetlere karşılık ona gösterdiği doğru yolda iki tercih sunar. İnsan dilerse şükreder dilerse nankörlük eder. Bununla birlikte kendisinden beklenen, bütün bu nimetleri bahşeden Rabbine nankörlük etmeyip şükretmesidir. Yüce Allah şükrün karşılığını muhakkak vereceğini ve nimetlerini daha da arttıracağını vaat eder. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük eden de bilmelidir ki Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Şükre ihtiyacı olan Allah değil, kuldur. İnsan şükrettiği sürece elindeki nimetlerin gerçek sahibinin idrakinde olur ve kulluk bilincini muhafaza eder.
İnsanoğlu elindeki nimetin kıymetini çoğunlukla onu kaybettiğinde anlar. Hatta elindekine sahip olduğu sürece nefsi daha da fazlasını istemeye sevk eder kendisini. Ancak nefsin isteklerinin sonu yoktur. Rasûlullah insanın bu zaafını “Ademoğlunun bir vadi dolusu altını olsa, iki vadi olmasını ister! Onun ağzını ancak toprak doldurur” (Buhârî, Rikâk, 10) hadisiyle ifade eder. O, kişinin hep daha fazlasını isteyip halini mali imkanlar bakımından ve bedenen kendinden daha iyi durumda olanlarla kıyaslamasından ziyade kendisinden daha kötü durumda olanlara bakmasını tavsiye eder. (Buhârî, Rikâk, 30) Nitekim Allah’ın verdiği nimetleri küçümsememek ve onların kıymetini bilmek adına en uygun davranış budur.
(Müslim, Zühd, 9.)
Allah Rasûlü yatağına uzandığı zaman geçirdiği günün şükrünü şu duayla yerine getirirdi: Bizi yedirip doyuran, bizi içirip kandıran, (her konuda) bize yeten ve bizi sığındıran Allah’a hamdolsun. İhtiyaçlarını karşılayacak durumu ve sığınacak bir yeri olmayan nice kimseler vardır!” (Müslim, Zikir, 64). Zira huzuru yerinde, bedeni sağlıklı ve günlük yiyeceği yanında olarak bir gün geçirmek, onun nezdinde dünya nimetlerine sahip olmakla eş değerdi.
En büyük nankörlük
Kulluğun gereği olan şükür vahye muhatap kılındığı yirmi üç yıl boyunca defalarca hatırlatılan hasletlerden biriydi. Hz. Peygamber’in Rabbine şükreden bir kul olabilmek gayesiyle geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kılması, (Buhârî, Teheccüd, 6.) yatıp kalkarken, yiyip içerken, yeni bir nimete kavuştuğunda dilinden “elhamdülillah” tesbihini düşürmemesi, sevindirici bir haber aldığında ya da kendisine bir müjde verildiğinde şükür secdesine gitmesi işte hep bu yüzdendi.
Allah Rasûlü’nün beyan ettiği üzere yemek, içmek, barınmak gibi ihtiyaçlar her ne kadar günlük hayatta zorunlu ve sıradan karşılansa da aslında bunların her biri şükretmeyi gerektiren nimetlerdir. Biz farkında olmasak da etrafımızda bu en temel ihtiyaçlarla imtihan edilen nice insanlar var. Fakirlik, kuraklık ya da savaşlar nedeniyle bir lokma ekmeğe muhtaç olan, içecek bir damla su için feryat eden, sığınacak bir çatı altı, gölgelik bile bulamayan birçok kimse var.
Şükredilmesi gereken bu kadar nimete sahipken onları göz ardı edip küçümsemek, kendimize yapacağımız en büyük kötülük ve Rabbimize yapacağımız en büyük nankörlük olur. Günlük hayat telaşesinde böyle bir gaflete düşme ihtimali herkes için söz konusudur. Bu nedenle Sevgili Peygamberimiz ve önceki peygamberler gibi şükredenlerden olabilmek ve şükür duygusunu yitirmemek için şu dua ile Rabbimizden yardım talep etmeliyiz: “Allah’ım, seni zikretmek, sana şükretmek ve sana güzelce ibadet etmek için bana yardım et!” (Hikmetin 40 Kapısı, Diyanet İşl. Bşk. yay. s. 83 vd.)
YAVUZ SULTAN SELİM CAMİİ
Yavuz Sultan Selim Camii, İstanbul’un beşinci tepesi Haliç’in kıyısından dik bir yokuşla yükselir. Tepeyi taçlandıran cami dışında Fethiye Camii, Kariye Camii ve Fener Rum Patrikhanesi de yer alıyor. Yavuz Sultan Selim Camii, bulunduğu semte adını vermiştir. Camiyi babası Yavuz Sultan Selim adına Kanuni Sultan Süleyman yaptırmıştır. Evliya Çelebi mimarını Mimar Sinan olarak belirtse de çoğu kaynakta Mimar Acem Ali olarak geçer.
1514 yılında Çaldıran zaferinden sonra Tebriz’e giren Yavuz Sultan Selim’in Amasya dönüşünde üç bin civarında ilim ve sanat insanlarını Osmanlı’ya getirdiği bilinir. Acem Ali’de bu kafilenin içinde önce Amasya’ya daha sonra İstanbul’a saraya gelmiştir. Yavuz Sultan Selim Camii’nin inşasına 1519 yılında başlanmış ve 1522 yılında bitmiştir. İstanbul’un yedi tepesinde yer alan yedi selatin camisinden biri olan caminin muhteşem bir Haliç manzarası vardır. Caminin şadırvanlı avlusuna üç ayrı kapıdan girilir. Bu kapılar Türbe Kapısı, Çarşı Kapısı ve Kırkmerdiven Kapı olarak isimlendirilmiş. Avlunun ortasında bulunan şadırvanı padişah IV. Murad yaptırmıştır. İç avlunun giriş kapısının yan duvarında güneş saati bulunur. Süslü kafeslerini Sultan İbrahim koydurmuştur. Caminin ana kubbesi dört duvardan aşağı iner. Birer şerefeli iki minaresi bulunur. Avlunun dış yüzü ve son cemaat yerinin iç yüzü çinilerle süslüdür. Caminin içinde oymacılık, kakmacılık, çinicilik, hat ve nakış sanatının eserlerini görürüz. Kapı kanatları ve pencere kanatları sedef kakmalıdır. Caminin ana giriş kapısının sağında ise is odaları bulunur.
Türbe caminin yanında
Yapı tamamıyla küfeki taştan inşa edilmiştir. Küfeki taşı İstanbul taşı olarak da bilinir. Yavuz Sultan Selim’in türbesi caminin hemen yanında bulunur. Türbe üç kubbelidir. En sağdaki sekizgen kubbeli türbe Yavuz Sultan Selim’e aittir. Türbenin içi zengin çinilerle bezenmiştir. Kapılar sedef kakmalı abanozdur. Kapının üstünde “Her nefis ölümü tadacaktır” ayeti yazılıdır. Yavuz’un lahdi maksurenin ortasındadır. Maksureler hükümdarların kullanım alanlarıdır. Başında Selim’in kavuğu bulunan lahdin başında padişahın tahta çıkış ve ölüm tarihi yazılıdır. Yavuz’un türbesinin yanında ise kızı Hatice Sultan ve eşi Ayşe Hafsa Sultan, şehzadeleri Murad, Mahmud, Abdullah ve Sultan Abdülmecid ve oğulları defnedilmiştir.
Hz. Esma ve müşrik annesi
Akrabalar ile ilişkilerin sürdürülmesinde din farkı dikkate alınmaz. Şirk ve küfür gibi konularda anne babaya itaat edilmesi yasaklansa da onlarla dünyada beraberlik ya da beşeri ilişkilerin sürdürülmesi istenir. Nitekim Müslüman olmamasına rağmen, Peygamberimiz, vefat edinceye kadar amcası Ebu Talib ile sıcak ilişkiyi sürdürmüştür.
Hz. Ebu Bekir’ in kızı Esma anlatıyor: Peygamberimiz hicrete hazırlanırken, belindeki kuşağı ikiye bölerek erzak bohçasını bağladığı için kendisine, “zatü’n-nitakayn” yani “iki kuşaklı” denilen Esma’nın kız kardeşi Aişe ile anneleri ayrıdır. Hz. Aişe’nin annesi Ümmü Ruman ilk müslümanlar arasında yer alırken, Esma ‘nın annesi Kuteybe’ye hidayet nasip olmamıştır. İşte o Esma anlatıyor: “Kureyş’in Hudeybiye Antlaşması zamanında annem, İslam’dan yüz çeviren müşrik biri olduğu halde kendisine yardım etmemi arzulayarak bana geldi. Allah Resulü’ne, ‘Ya Resulallah! Onunla ilgileneyim mi?’ dedim. O da ‘Evet, annenle ilgilen’ buyurdu. (Müslim, Zekat, 50).
İKİ SORU İKİ CEVAP
- Ramazan ayında belediye, dernek veya vakıflarca hazırlanan iftar yemekleri, aşevlerinde dağıtılan yemekler zekât ve fitre yerine geçer mi?
Belediye, dernek veya vakıflarca hazırlanıp ikram edilen iftar yemekleri zekât yerine geçmez. Çünkü bu ikramda, zekâtın sıhhat şartı olan temlik bulunmadığı gibi, iftar yemeği yiyenler arasında kendilerine zekât verilmesi caiz olmayan birçok kişi de bulunmaktadır. Ancak hazırlanan yemekler zekât niyetiyle yoksullara ulaştırılırsa zekât yerine geçer.
- Fıtır sadakası cami inşaatı için verilebilir mi?
Fıtır sadakasının geçerlilik şartlarından biri de temliktir. Temlik eşya üzerindeki mülkiyet hakkını veya mali bir hakkı başkasına devretmeyi ifade eder. Cami, okul, köprü, yol vb. yerlere temlik söz konusu olmayacağından fıtır sadakası verilemez.