23.12.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:
GİZEM ÇETİMEN - İSTANBUL
Ekim ayında Beyoğlu’ndaki İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde açılan “Hafıza-i Beşer” sergisi, ziyaretçilerini tarihin tozlu sayfalarıyla bir yolculuğa çıkarıyor. Osmanlı döneminden bugüne kadar gelen el yazmaları, bizlere sadece dönemin yazılı tarihini değil bir kültürel mirası yeniden tanıma imkânı sunuyor.
Sergiyi birlikte gezdiğimiz küratör K. Mehmet Kentel “Hafıza-i Beşer”in ortaya çıkışını şöyle anlatıyor: “Bizim el yazması koleksiyonumuzu daha geniş kitlelere tanıtma isteğimizden ortaya çıkan bir fikir. Ama üzerinde çalışmaya başlayınca Osmanlı tarihçiliğine yeni yaklaşımları da yine bu yazmalar üzerinden insanlara ulaştıramaz mıyız diye düşündük ve motivasyonumuzu oradan aldık.” Serginin “Hafıza-i Na-Beşer” adlı ilk bölümünde el yazmalarını; kâğıdı bir araya getiren yaprakları, bitki liflerini, mürekkebi; kâğıtla beslenen böcekleri, kurtların izlerini ve yazmayı korumak için icat edilen kebikeçi görüyoruz.
Ardından serginin tasarımıyla en dikkat çeken bölümüne giriyoruz. Renkli ve küçük bu odada Osmanlı’da çok dilliğe dikkat çeken birçok eser yer alıyor. Ayrıca burada o dönemin kültürler, diller arası ilişkilerini ve bugünün tarihçileri ile tarih yazımı arasındaki ilişkiyi de görmüş oluyoruz. Büyük İskender’in hayatını, savaşlarının anlatıldığı “İskendername” de yine bu bölümde karşımıza çıkıyor.
Sergi “Olağandışı Hayatın Tarihi” bölümüyle devam ediyor. Kentel, burada Osmanlı tarihini; devletin ve zenginlerin hikâyesi olmaktan çıkarttıklarını söylüyor. Osmanlı’da sıradan hayatın etkilerini yazmalar üzerinden incelemeyi tercih etmişler. Bu bölümde sıradan insanların günlük hayatlarındaki sorunlarına, edebiyatına, yeme-içme kültürüne yazmalar aracılığıyla tanık oluyoruz.
Kentel’e “Yazmalarda kadınların izlerini de görebiliyor muyuz?” diye sorduğumuzda, Zübeyde Hanım’ın divanı gösteriyor. Ve Zübeyde Hanım’ın divan şiirinin ilk kadın şairlerinden biri olduğunu söylüyor. Ardından da son bölümde de bir kadın vakfiyesinin yazmasını da göreceğimizin ipucunu veriyor.
Tıp ve şifacılık
El yazmalarının tavanda asılı olduğu koridordan yürürken Osmanlı dönemine ait tıp ve şifacılıkla ilgili yazmaları dikkatimizi çekiyor. Burada hastanın derdine deva olmak için verilen tarifler ve Emir Çelebi ismindeki hekimbaşının notları var. Serginin tematik bölümlerinden birisi de “Osmanlı Yazınında Aşk ve Cinsellik”. Kentel, bu bölümde “Edebiyat ve diğer kültürel formlar toplumsal hayatın farklı farklı lehçelerini yansıtıyorlar. Bu yüzden özellikle ilginç. Ama bir yandan da onlar belirli kalıpları ve belli normları olan türler. Dolayısıyla okuduklarımızda Osmanlı toplumsal gerçekliğini birebir yansıttığını sayamayız. Ama onun hakkında bir sürü şey söylediğini varsayabiliriz” diyerek buradaki eserleri incelerken bunu akılda tutmak gerektiğini vurguluyor.
Serginin son bölümünde ise Osmanlı döneminde tasavvufu ve sufilerin yazmalarını, Osmanlı yazı kültürünü en ‘meselelerinden’ olan İstanbul’u, bir ansiklopediyi ve Osmanlı entelektüellerinin tuttuğu elyazmalarını inceliyoruz.