10.04.2017 - 15:14 | Son Güncellenme:
İSTANBUL (AA)
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada, celse arasında mahkemeye gelen yazılar okundu.
Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, "FETÖ/PDY üyelik" suçuna ilişkin yürütülen bir soruşturma kapsamında gözaltına alınan, bu davanın sanıklarından eski Trabzon İstihbarat Şube Müdürü Faruk Sarı'nın, şüpheli olarak verdiği ifadede etkin pişmanlık yasasından yararlanmak istediğini beyan ettiği ortaya çıktı.
Faruk Sarı'nın gözaltına alındığı Trabzon Emniyet Müdürlüğünde 20 Aralık 2016'da verdiği ve duruşmada okunan ifadede şunlar kaydedildi:
"Ben FETÖ/PDY üyesi değilim. Ancak örgütün benimle kurduğu ilişkileri ve örgüt hakkında bildiğim her şeyi anlatacağım. Bu kapsamda etkin pişmanlıktan faydalanmak istiyorum. İrfan Akkaya 2007'de beni bu yapıyla tanıştıran şahıstır. O dönem Trabzon Polis Okulunda müdür yardımcılığı görevinde bulunmaktaydı. 2012’de Samsun Polis Okulu Müdürü olarak atandı. 2007’de Trabzon ilinde görev aldığım dönem içerisinde Hrant Dink’in öldürülmesi olayından sonra adli, idari, devlet denetleme mülki, TBMM’nin yürütmüş olduğu Trabzon ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılıklarının yürütmüş oldukları adli soruşturmalara birçok kez muhatap olmam nedeniyle o dönemde psikolojik olarak yıprandım. Tansiyon hastası oldum. Bu sürede içinde bulunduğum boşluğu İrfan Akkaya ile atlatmaya çalıştığım bir dönemdi. Yapı ile kurduğum ilişki bu döneme rastlamaktadır. Bundan dolayı o dönemde nasıl bir ruh hali içerisinde olduğumu bilmediğim yapı ile kurduğum ilişkiden dolayı çok pişmanım. İlerleyen süreçte yaşadığım sosyal hayata uygun olmadığını gördüm. İlişkilerin illegal yapılanmaya müsait olduğunu değerlendirdim. O süreç içerisinde kendime ve aileme zarar vermeyecek şekilde bu yapıdan uzaklaştım. Tekrar belirtmek isterim ki bundan dolayı çok pişmanım. İllegal bir yapı olduğu ayyuka çıktığında ben zaten bu yapı ile ilişkimi kesmiştim."
Mahkemeye gönderilen Sarı'nın Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı ifadesinde ise şu beyanları dikkat çekti:
"Cemaat olarak adlandırılan oluşum, dönemin istihbarat şube müdürleri arasında yüzde 60 oranındaydı. 19 Ocak 2007'de Trabzonlu kişiler tarafından İstanbul’da Hrant Dink adlı gazeteciye saldırı yapılması nedeniyle istihbarat müdürü olarak görev yapmamdan ötürü üzerimde çok baskı oluştu. Bu sebeple ciddi sorunlar yaşadım. Bu dönemde konjonktür olarak cemaat adli yapı devletin her kademesinde çok etkindi. Üzerimdeki baskı ve getirebileceği sorunlar sebebiyle cemaate İrfan Akkaya’nın da geçmişten gelen arkadaşlık bağı ile irtibata geçtim. 2007'nin ortalarına doğru bu anlattığım gerekçelerle sohbet adlı buluşmalara katıldım.
Akademi döneminde de Trabzon'daki görev süreme kadar Fethullah Gülen yapılanması içerisinde bulunmadım. İstihbarat dönem müdürlüğünde yaşadığımız Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra üzerimde oluşan baskı sebebiyle cemaat sohbetlerine devam ettim. O dönem gereği cemaatle yakın durmam gerekmişti. Şu an onların sohbetlerine katılmam ve yakınlığım sebebiyle pişmanlık içerisindeyim. Bunu da dönemin üzerinde yarattığı psikolojik baskıya ve cemaatin o dönem siyasilerden destek görmesine bağlıyorum."
Trabzon'daki davayla birleştirilme soruldu
Duruşmada, dönemin Trabzon Jandarma Komutanı Albay Ali Öz'ün de aralarında bulunduğu 8 sanığın, Dink cinayetine ilişkin yargılandığı Trabzon 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin, bu mahkemeye gönderdiği yazıyla, dava dosyaları arasında fiili ve hukuki irtibat bulunduğunu hatırlatarak, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin dosyaların birleştirilmesi yönünde muvafakatı olup olmadığını sorduğu aktarıldı.
Gelen belgelerin okunmasının ardından savunmasını tamamlayan tutuklu sanık eski İstihbarat Daire Başkanlığı C Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer'in çapraz sorgusuna geçildi.
Üye hakim tarafından Yılmazer'e, TBMM İnsan Hakları Komisyonu'na 3 Ocak 2008'de verdiği beyanat ile söyledikleri arasında çelişki bulunduğu hatırlatıldı. Yılmazer de o beyanların kendisine ait olmadığını savunarak, "Bir toplantı gerçekleştirildi. 2 saatlik bir toplantıydı. Selim Kutkan ve Celallettin Cerrah vardı ve ben vardım. Orada bulunuyordum. Ben orada kesinlikle konuşmadım. Orada sadece Celalettin Cerrah konuştu. Ben konuşmadığım halde konuşmuşum gibi yansıtılmışsa maksatlıdır." dedi.
Yılmazer'e, Dink ailesinin avukatı Hakan Bakırcıoğlu tarafından da sorular yöneltildi.
Bakırcıoğlu'nun, "13 Ekim 2004 tarihli 3 nolu F4 raporunda Yasin Hayal ile ilgili, 'Ermenilere karşı büyük kin beslediği, İstanbul'da eylem gerçekleştireceği' belirtilmiştir. Savunmanızda, bununla ilgili beyanlar var. Yasin Hayal'in Ermenilere büyük kin beslediği bilgisini içeren bu F4 raporu dikkatinizi çekmiş miydi? Bununla ilgili personelinizle görüştünüz mü?" şeklinde soru yönelttiği Yılmazer, "Görüştüğümüzü hatırlamıyorum. Hatırımda kalan şunlar; azınlıklara yönelik tehdit atmosferi var. Farklı kaynaklardan intikal eden bilgiler. Genel anlamda bunları değerlendirip peşine düştüm. Azınlıklara yönelik tehdit potansiyelinin göstergesi bu olay diye düşündüm. Trabzon ve İstanbul ile doğrudan görüşmem olmadı." ifadesini kullandı.
"9 nolu F4 gelene kadar Yasin Hayal'i El Kaideci diye biliyorduk"
İstihbarat Daire Başkanlığına 4 Ocak 2006'da Yasin Hayal ile görüşen bir kişinin beyanlarıyla raporu inceleyip incelemediği de sorulan Yılmazer, "Yasin Hayal ile ilgili aklımda kalan bir husus var; El Kaide konusu. Biz Türkiye'de El Kaide'yi beşli kategoride değerlendiriyorduk. Mc Donalds eyleminden sonra örgütsel bir bağlantı bulamamışız. Bize 9 nolu F4 gelene kadar Yasin Hayal'i El Kaideci diye biliyorduk Adını koymaya çalışıyorlardı Yasin Hayal'in. 'Bu nasıl bir El Kaideci' diye soruluyordu. Hayal beşli kategorilerden bir tanesine örnek oluşturuyor, bu da 5. kategoriydi. Herkesin aklında kalmış ismi. Hep El Kaideci olarak düşünüyordum. 9 nolu rapordaki olayla ilgili C2'ye bilgi vermek rutin bir olay değil. Örgütsel ciddiyet anlamında bir şey bulamadık onda. Bizim deşifre etmeye çalışacağımız bir örgütsel tarafı çıkmadı." şeklinde konuştu.
Avukat Bakırcıoğlu'nun, "Yasin Hayal, ulusalcı gruplara daha yakın bir pozisyon almış değil miydi? F4 raporla, ulusalcı kesimlerle anıldığını düşündüm?" sorusunu yönelttiği Yılmazer, "El Kaide dediğimiz de zaten hep azınlıklara yönelik eylem yapıyordu. Bu şekilde fetva veriliyor. Localara yapılan saldırılar falan buna örnektir. Ermeniler de El Kaide'nin hedef alabileceği bir toplululuk. Bunları şimdi değerlendiriyorum ama." dedi.
"Tenezzül edip bakmamışlar"
Ali Fuat Yılmazer, "2006 yılı Şubat ayında Rahip Santoro Trabzon'da öldürüldü. TAYAT ile ilgili saldırılar oldu. Mc Donalds'a 2004 yılında bombalı eylem gerçekleşti. Bunlar hep aşırı sağ bölümünde takip edilecek eylemler. C şube olarak Trabzon'a özel bir önem verilmesi gerektiğini düşündünüz mü?" şeklindeki soruyu da, şöyle yanıtladı:
"Trabzon her açıdan özellik arz eden illerden bir tanesi. 5 kritik ilden bir tanesi olarak akla gelir. Ben 2005 Temmuz'da C şube müdürü oldum. Azınlık eylemleri aşırı sağ olarak değerlendirilmiyordu. Bunun haberi bile olmuştu 2004 ya da 2005'te. Şaşırmıştım böyle bir şeye. Devletin zaten hiç bir yazışmasında bir tane bile resmi evrak bulamazsınız. Ben geldiğimde açık kaynaklardan değerlendirme yaptım.Sırf Trabzon'da değil, Hatay, İstanbul, İzmir'de var, birkaç ilde böyle eylemler vardı. Daha çok da hep tehdit içerikli bize yansıyan şeyler vardı. Çok aşırı sağ olarak adını koyamıyorduk bunun. 'İrticai tehditten kaynaklıdır' algısı vardı. Aşırı sağ, benim açık kaynaklardaki söylemlerden hareketle geliştirmeye çalıştığım bir şey. 'Kürtlere ve Kürtçülüğe, azınlıklara karşı bir şiddet çağrısı var, bunu bir araştırın, şiddet çağrısıyla gerçekleşen eylemler arasında bağlantı var mı?' gibi şeyler üzerine 2005'ten sonra kafa yordum. İllere tamim yazılar da yazdım, 'bunlara bakın, eylemlerle gruplar arasında bağlantı var mı yok mu' diye. Başkanlık olarak çalışma yapma imkanım yok. İller yapacak bu çalışmayı. Gündemleştirdim ben. Bana göre bu tehdidin de o söylemlerden ve o gruplardan kaynaklandığı açığa çıktı. Tamamen kişisel gayretlerimle yaşanmış bir süreç. Böyle bir konsept yoktu çünkü. Bir komiser iki emekliliği yakın polisin olduğu bir büroydu geldiğimde. 5-6 ay bunlarla uğraştım. Zaman içinde memurları değiştirmişim. 2005'in sonlarını buluyor. Sonra bir perspektif oluştu. İllerden cevap alamıyoruz. İller bu gibi çalışmalara yanaşmak istemiyorlar. Bütün çalışmaların merkezi de İstanbul.
Selim Kutkan'ın ifadesi var şemalarla ilgili. Biz şema hazırlamışız cinayetten sonra. Selim Kutkan ise, 'Bize mantıklı görünmedi' diyor. Madem öyle sen hazırlasaydın mantıklısını. Niye hazırlamadın, niye kafa yormadın bu işlere? Keşke adını koysaydın, velev ki yanlış olsun. Emniyet müdürü Cerrah açıklama yaptı, 'Milliyetçi duygularla işlenmiş bir cinayettir' şeklinde. Bu mu yani? Keşke her şeyi hatırlayabilsem, o zaman yaşananları. Açık kaynaktan baktığımız insanlara tenezzül edip bakmamışlar."
"Danıştay saldırısı, hükümete yönelik istikrarsızlaştırma girişimi"
Avukat Bakırcıoğlu'nun, "Danıştay saldırı sonrası benzer siyasal cinayetler işleneceği konusunda bir değerlendirme yaptınız mı?" diye soru yönelttiği Yılmazer, şu ifadeleri de kullandı:
"Danıştay saldırısını ben hükümete yönelik siyasal istikrarsızlaştırma girişimi olarak görüyordum. Mesleki tecrübemden bana doğal gelmedi. Herhangi bir örgüt işi gibi değil. İstikrarı hedef alan cinayetler. Danıştay eylemi çok barizdi. Hükümet aleyhine algıya sebebiyet verdi. Salih Kunter'le tatmin olamazsınız. Verilmeye çalışılan algıya, arkasında neyin tezgahlandığına kafa yormak lazım. Ankara bulmuş tezgahı bana göre. Ankara çalışmış. Bağlantı bulmuşlar ; Muzaffer Tekin ve Veli Küçük bağlantısı. Üzerinde durmaya değer husus değil midir? Ama bakılmamış, bakmamış İstanbul. Bakmayınca çalışma akim kalıyor. Koordinasyon kurulmuş İstanbul'da ama geri dönüş yok. Danıştay eyleminden sonra bizim öngörülerimiz, değerlendirmelerimiz dellilendirilmiş demek değildir bu. Sabri Uzun zamanında başlamış bu tamimler. O dönemde yapılmış olsaydı muhtemelen Muzaffer Tekin ve etrafında şekillenen örgüte çalışmış olsaydık 2007'yi beklemeyecekti Ergenekon süreci. O grup daha etkinken, şiddet söylemleri varken, istihbarat çalışma sistematiğine uygun çalışılsaydı, arkasında oluşan şeyler bıçak gibi kesilirdi. Çünkü devletin desteklediğine inanmış bu insanlar. Suç işlediklerini düşünmüyorlar. Ama Yasin Hayal bu kategoride değil. Erhan Tuncel bu işi örgütlemiş. Ve devlet adına yaptığı bir misyonuyla hareket etmiş. Bunun suç faaliyeti olduğunu tescilleyecek bir hareket geliştirseydi devlet, bir iki adım atabilseydi, o gibi şeyler yaşanmazdı diye değerlendiriyorum."
Dink'e yönelik yargılamalar olduğu ve Dink'in eylemlerin hedefinde bulunduğu hatırlatılan Yılmazer, "Bütün bu yaşananların Dink'e dönük saldırı için uygun zemin yaratabileceğini değerlendirdiniz mi?" şeklindeki soruya karşılık ise, "Ben kişi bazlı düşünmedim. Azınlıklar üzerinden bir proje. Dink olmaz, Orhan Pamuk olabilir. Sembol isimlerden herhangi bir tanesi olabilir. Tehditi ortadan kaldırmak gerekir benim mantığıma göre. Dink'e yönelik bir koruma, tehditi bertaraf etmiyor. Bu grupların çalışma konusu edilmesi lazım. Bunu gündeme getirmişim. Faaliyetlerin suç faaliyeti olduğu algısı oluşturmaya çalıştım. Kimse böyle algılamadı çünkü Türkiye'de. Kişi bazlı düşünmemiştim." dedi.
Duruşmaya öğlen arası verildi.