GündemDemokrasiye 11 yıl sonra ikinci darbe

Demokrasiye 11 yıl sonra ikinci darbe

12.03.2020 - 07:00 | Son Güncellenme:

1960 müdahalesinden 11 yıl sonra yeni bir darbenin ayak sesleri duyuluyordu. 27 Mayıs’ın önemli isimlerinden Madanoğlu liderliğindeki 9 Mart cuntası ordu içinde destek bulamadı... Bu cuntayı saf dışı bırakan Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’ın, hava, kara ve deniz kuvvetleri komutanlarının desteğini de alarak verdiği muhtıra sonrası hükümet istifa etti...

Demokrasiye 11 yıl sonra ikinci darbe

27 Mayıs 1960’taki askeri müdahalenin ardından gerçekleştirilen darbe teşebbüsleri başarısızlıkla sonuçlandı. 12 Mart 1971’e gelindiğinde ise bu kez ordu, ülke yönetimine el koymanın kıyısından dönerek muhtıra ile Demirel hükümetini devirdi.

Haberin Devamı

Demokrasiye 11 yıl sonra ikinci darbe

12 Mart muhtırasını anlamak için biraz geriye giderek dönemin atmosferini hatırlamakta, adım adım muhtıraya doğru giden süreci izlemekte fayda var.

Türkiye 1970 yılına doğru giderken ABD karşıtı gösteriler gündemin en önemli maddelerinden biriydi. 6 Ocak 1969’da ABD Büyükelçisi Robert Komer’in makam arabası Orta Doğu Teknik Üniversitesi bahçesinde yakıldı. ABD’nin İstanbul’da demirleyen 6. Filosu’na karşı da eylemler yapılıyordu. 16 Şubat’ta da İstanbul’da 6. Filo’yu protesto etmek için sol görüşlü öğrenciler ve işçiler “emperyalizm ve sömürüye karşı” bir araya gelecekti. Fakat o gün yaşananlar tarihe bir “protesto yürüyüşü” olarak değil “Kanlı Pazar” olarak geçecekti. Gerginlik, yürüyüşten günler önce başlamıştı. Sağ görüşlü gruplar, sol grupların yürüyüşüne karşı çağrılar yaptı. İki grup 16 Şubat’ta Taksim’de karşı karşıya geldi. 17 Şubat tarihli Milliyet’in manşetinde yer alan habere göre solcu grup Gümüşsuyu’ndan meydana girdikleri sırada sağcı grubun saldırısına uğradı. Polisin müdahalesinin yetersiz kaldığı olaylarda iki kişi hayatını kaybetti, 100’den fazla kişi yaralandı.

Haberin Devamı

Üniversitelerde nisan ayından itibaren başlayan öğrenci olayları da artarak devam etti.

Siyasi haklar gerginliği

27 Mayıs müdahalesinin ardından 9 yıl geçmişti. İktidarda Süleyman Demirel liderlindeki Adalet Partisi (AP) vardı. 27 Mayıs’ın ardından getirilen siyasi yasakların iadesi için anayasa değişikliği gündeme geldi. Fakat ordu, bu değişikliğe karşıydı. Silahlı kuvvetlerin baskısı nedeniyle değişiklik gerçekleştirilemedi. 12 Ekim’de yapılan seçimde ise AP yeniden iktidara geldi. Demirel, bu dönemde artan toplumsal olaylar kadar ekonomideki olumsuz tabloyla da mücadele etmeye çalıştı.

Başarısız bir teşebbüs

1971 yılına gelindiğinde yaklaşan askeri müdahalenin ayak sesleri duyuluyordu. Ama bu sesler tek bir “kanaldan” çıkmıyordu. Ordu içerisinde “sol bir cunta” arayışı da vardı. Hareketin başında 27 Mayıs’ın önemli isimlerinden, eski Millî Birlik Komitesi üyesi Cemal Madanoğlu bulunuyordu. Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler ile Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur da hareketi destekliyordu fakat daha sonra bu gruptan ayrıldılar. Milli İstihbarat Teşkilatı mensupları da cuntanın içine sızmıştı. Cuntanın 9 Mart’ta harekete geçmesi planlanıyordu. Ancak istihbari bilgilerin sızması ve başta Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç olmak üzere cuntaya destek vermeyen askerlerin aldığı önlemler sonucunda hareket başarısız oldu.

Haberin Devamı

11 Mart’ta yazıldı

10 Mart’ta ise adı daha önce duyulmamış olan bir kurul toplandı: Genişletilmiş Komuta Konseyi. “Sol cunta”yı saf dışı bırakan  Genelkurmay Başkanı Tağmaç, ipleri eline almıştı. Gürler ve Batur, şimdi Tağmaç’ın yanındaydı. Toplantıda yapılacak müdahalenin şekli ve niteliği tartışıldı. 11 Mart’ta Tağmaç ile Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur bir araya gelerek bir muhtıra metni hazırladı. Tağmaç, daha sonra Çankaya’ya giderek metni Cumnhurbaşkanı Cevdet Sunay’a verdi. 12 Mart’ta saatler 13.00’ü gösterdiğinde muhtıra, radyodan okunmaya başladı.

Haberin Devamı

3 maddelik muhtıra

Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının imzasını taşıyan metin üç maddeden oluşuyordu. Radyodaki ses, “parlamento ve hükümetin, ülkeyi anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluk içine soktuğunu” söylüyor, “mevcut anarşik durumu giderecek, Anayasa’nın örgördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkilinin zaruri” olduğunu belirtiyordu. Mesaj netti: “Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri, kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır.”

Demokrasiye 11 yıl sonra ikinci darbe

4 saat sonra istifa

Başbakan Demirel, muhtırayı dört bakanla birlikte radyodan dinledi. Bir saat sonra Bakanlar Kurulu toplandı.    3 saat süren toplantıda istifanın yanı sıra parlamentoda güven oyu isteme fikri de tartışıldı. Güven oyu alınmaması halinde hükümetin düşmesinin istifaya göre daha demokratik olduğu savunulduysa da bu fikir kabul görmedi. Muhtıranın okunmasından 4 saat 18 dakika sonra Demirel, Cumhurbaşkanı Sunay’a istifasını sundu.

Haberin Devamı

Nihat Erim hükümeti

Demokrasiye 11 yıl sonra ikinci darbe

CHP lideri İsmet İnönü reform kabinesi yerine seçim kabinesi oluşturulması gerektiğini, “kumandanların takdir ya da tenkidine göre hükümetlerin kalması ya da kalmamasının demokratik olmadığını” söylese de Cumhurbaşkanı Sunay, İnönü’nün siyaset sahnesine çıkardığı CHP’li Nihat Erim’i 19 Mart’ta reform hükümetinin başbakan adayı olarak gösterdi. “Tarafsız bir başbakan” düşüncesi nedeniyle Erim, partisinden istifa ederek 26 Mart’ta çoğunluğu parlamento dışından bakanlarla “partiler üstü” bir hükümet kurdu. Ancak bu hükümet uzun soluklu olmayacaktı.

Ateşin ortasında yazılan marş

Kurtuluş Savaşı’nın en zor günleri yaşanıyordu. Yunan Ordusu, Ege ve Trakya’da ilerlemiş, İstanbul Hükümeti Sevr Antlaşması’nı imzalamıştı.

Milli mücadelenin bu ateşli günlerinde Ankara’daki Büyük Millet Meclisi, yalnızca işgal kuvvetlerine karşı askerî bir mücadele yönetmekle kalmıyor, her türlü ihtiyaç ve talebe de cevap vermeye çalışıyordu. Bunlardan biri de resmi bir millî marş ihtiyacıydı.

Demokrasiye 11 yıl sonra ikinci darbe

Dönemin Erkan-ı Harbiye Reis Vekili (Genelkurmay Başkanı) Miralay İsmet Bey (İnönü) kendisine iletilen “millî marşa ihtiyaç olduğu” yönündeki talebi, dönemin bakanlar kurulu olan İcra Vekilleri Heyeti’nin gündemine getirdi. Maarif Vekaleti 18 Eylül 1920’de milli marş yarışması düzenlendiğini duyurdu. Yarışmanın kazananına 500 lira ödül verilecekti.

Âkif’ten rica edildi

Son başvuru tarihi 23 Aralık 1920 olan yarışmaya 724 şiir gönderildi.

Ancak bu şiirler arasında milli marş olmaya layık bir şiir bulunamadı. Maarif Vekili Hamdullah Suphi (Tanrıöver), böyle bir şiiri Mehmet Akif’in yazabileceğini düşünüyordu. Akif’in dostu Karesi Mebusu Hasan Basri’den aracı olmasını istedi.

Âkif, Mustafa Kemal Paşa’nın daveti ile Ankara’ya gelerek milli mücadeleye katılmış ve yine Mustafa Kemal’in teklifi ile Burdur milletvekili olarak seçilmişti. Âkif, milli marş için ödüllü yarışma düzenlenmesi fikrinden hoşlanmadığı için yarışmaya katılmadığını ifade etti. Ödülün bir hayır kurumuna verilebileceğinin bildirilmesi üzerine Mehmet Âkif, bu teklifi kabul etti. 10 gün içerisinde şiiri tamamladı. İstiklâl Marşı, ilk kez 17 Şubat 1921’de Akif’in başyazarı olduğu Sebilüreşad dergisinde yayımlandı.

İstiklâl Marşı, yarışmaya katılıp elemeden geçen altı şiirle birlikte Meclis’e sunuldu. Şiir, 1 Mart 1921’de Hamdullah Suphi tarafından Meclis kürsüsünde okundu ve büyük takdir topladı. 12 Mart’taki oturumda yapılan oylama sonucunda İstiklâl Marşı resmî marş haline geldi. Oylamadan sonra Hamdullah Suphi tarafından bir kez daha okunan şiir ayakta alkışlandı.

Ödülü bağışladı

Mehmet Akif, maddi sıkıntı çekmesine rağmen yarışmanın ödülü olan 500 lirayı da yoksul kadın ve çocuklara iş öğreterek yoksulluklarına son vermeyi amaçlayan Darülmesai’ye bağışladı.

Osmanlı’da resmi marş yoktu

Osmanlı’da da batılılaşma ile birlikte özellikle Avrupa devletlerinin temsilcileriyle yapılan törenlerde bir milli marş ihtiyacı hissediliyordu. Resmî bir marş olmamakla birlikte Osmanlılar, farklı zamanlarda batılı tarzda bestelenmiş farklı marşlar kullandı. Donizetti Paşa’nın Mahmûdiye ve Mecidiye, Necib Paşa’nın Hamidiye, Guatelli Paşa’nın Marş-ı Sultânî’si bu maksatla kullanılıyordu.

1982 yılında Anayasa’ya girdi

İstikâl Marşı, ilk kez 1982 Anayasası’nda yer aldı. Anayasanın değiştirilemez maddelerinden olan üçüncü maddesine “Türkiye Devleti’nin millî marşı ‘İstiklâl Marşı’dır” bendi eklendi. Bu dönemde Danışma Meclisi tutanaklarına göre İstiklal Marşı’nın yıllardır okunup benimsendiği ve bu konunun anayasa ile düzenlenmesine gerek olmadığı yönünde itirazlar da yapıldı. 12 Eylül atmosferini yansıtan tartışmalarda marşta değişiklik isteyenlerin olduğu, “Milli Marş yerine Enternasyonel’in okutulduğu” dile getirildi.

Hazırlayan: GÖRKEM EVCİ