Behçet Yalın Özkara ‘Kalk, Çalış, Başarısız Ol: Hayatta Sana Anlatılmayan Gerçekler’ kitabında başarının arka planında etkili olan faktörleri kapsamlı bir şekilde ele alırken başarının doğrudan performansa bağlı olduğu genel kabulünün ne kadar yanlış veya yetersiz olduğunu, dahası başarıda sosyoekonomik seviye, sosyal ağlar gibi bizlere anlatılmayan çok sayıda başka faktör olduğunu örnekler üzerinden anlatıyor (Kronik Kitap, 2024). Özkara kitabında başarıya etkisi açıkça vurgulanmayan diğer faktörlere (imkânlar, sosyal ağlar, şans vs.) odaklanarak başarı hikâyesinin dinamiklerinin tam resmini ortaya koymaya çalışıyor. Çünkü Özkara’nın vurguladığı gibi, ‘Tüm yaşadıklarım bana hep aynı şeyi söylüyordu: Birilerinin başarısı hiç de bizlere anlatıldığı gibi gerçekleşmiyordu ve ne yazık ki bize anlatıldığı gibi çok çalışarak ve inanarak da pek bir şey başarılamıyor gibiydi. Sanki birileri, bir şeyleri biz fakirlerden gizlemek için elinden geleni yapıyordu:).’ (sh.24)
Özkara başarının arka planında görünmeyen başka faktörlere değinmeye temel oluşturmak üzere kitabında bireylerin zekâ ve yetenek dağılımları veriyor (Sh.31 ve 32). Bu dağılımlara bakıldığında her şeyin normal bir dağılıma sahip olduğu görülür. Büyük çoğunluk merkezde kümelenirken çok azı merkeze uzak bir konuma sahiptir. Bir başka deyişle aslında bireylerin büyük çoğunluğu yetenek ve performans olarak birbirlerine oldukça yakındır. O halde başarı neden istisnai bir durumdur? Özkara bu istisnai durumu nüfus bazında servet dağılımı ile gösteriyor (sh. 32). Özkara kitabında Bill Gates kadar zeki olan 3,5 milyon insan yaşarken ödülün Gates’de kümelenmesinde başka bir şey olduğuna dikkat çekiyor: ‘…Peki, bu 3,5 milyon insanın ne kadarı Bill Gates’in başarılarının %1’ine yaklaşabilmiştir? Hepsi mi tembeldi bu insanların, hepsi mi hata üstüne hata yaptı? Belki de çalışkanlık, yetenek gibi başarı ile bağlantısının gayet net olduğuna inandığımız unsurların etkisi beklediğimizin çok daha altındadır. Olamaz mı?’ (sh.34).
Aslında başarı oyununda, yetenek ve performans normal dağılıma sahipken başarı ve ödülün miktarı normal dağılmamaktadır. Tam tersine, ‘azın çoka ve çokun aza’ sahip olduğu, yani sahip olmanın asimetrik olduğu dağılımlar ortaya çıkmaktadır. Bu asimetrinin güç yasasına göre dağıldığı bilinmektedir. Dolayısıyla, ‘performans sınırlıdır, fakat başarı sınırsızdır’ (Albert-Laszlo Barabasi, Formül: Başarının Evrensel Kanunları, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Sh.59). Sonuçta, az farkla yakalanan dolayısıyla performanstan bağımsızlaşan başarının getirileri güç kanununa göre logaritmik dağılmaktadır. Başarı oyunu bu dağılıma ve örtük dinamiklerine göre oynanmaktadır.
Aslında beşeri sermayenin ana odak olması beşeri sermayeye yapılacak yatırımlarla başarının da geleceğine dair deterministik anlatı ile doğrudan ilişkilidir. Bu nedenle başarı, beşeri sermayenin yeterliliği veya yetersizliği ile ilişkilendirilir. Yani, başarısızsanız sorun sizdedir. Dolayısıyla, bir şeyleri eksik yapmışsınızdır ve kendinizi tekrar gözden geçirmeniz gerekir. Bu varsayım, Özkara’nın kitap boyunca ifade ettiği gibi hikâyenin sadece bir kısmını yansıtır. Elbette performans önemlidir, ancak başarıyı etkileyen örtük başka iç ve dış faktörler de vardır. Performans bu örtük faktörlerle bir araya geldiğinde ve anlamlı bir bağlam oluşturduğunda başarı değerlendirmesi için bir anlam ifade etmektedir. Çoğu zaman açıkça ifade edilmeyen bu faktörler performans kadar, bazen çok daha fazla etkili olabilmektedir.
Bireylerin beşeri sermayelerine yaptıkları eğitim yatırımlarında bile akademik başarıda bireyin sosyoekonomik seviyesinin ne kadar etkili olduğuna dair eğitim literatüründe çok sayıda bulgu vardır. Pierre Bourdieu’nun kültürel ve sosyal sermayeye vurgusu alandaki başarı değerlendirmelerini farklı bir boyuta taşımıştır. Öğrencinin akademik başarısını kendi çabası kadar ailesinin gelir seviyesi, eğitim düzeyi, evde sahip olduğu imkânlar vs, kısaca sosyoekonomik seviyesi doğrudan etkilemektedir. PISA ve TIMSS gibi uluslararası öğrenci başarı taramalarında sosyoekonomik seviye-başarı ilişkisine yönelik değerlendirmeler önemli bir yer tutmaktadır. Bu nedenle eğitimde fırsat eşitliği sadece eğitime erişimle ilişkilendirilmez, ayrıca öğrencilerin akademik başarıdaki sosyoekonomik faktörlere bağlı başarı farklarını da en aza indirme performansı ile ilişkilendirilir. Oysa Özkara’nın işaret ettiği gibi sistem buna göre işlememektedir: ‘…Örneğin, Harvard’ı kazananların %67’si ABD’nin en zengin %20’lik kesiminden geliyor. Peki ya olanakları düşük, daha açık bir ifadeyle fakir ailelerden gelenlerin oranı kaç? Sadece %1,8. Hamilton Üniversitesi için bu oran %2,2, Washington Üniversitesi için ise %1’in bile altında.’ (sh.71)
Diğer taraftan, okuldan işe geçişte, yani istihdam edilebilirlikte alınan eğitimin niteliği kadar bireyin sahip olduğu sosyal ağların niteliğinin çok kritik bir fonksiyona sahip olduğu uzun zamandır bilinmektedir. Sosyoekonomik düzeyin artması sosyal ağları bu bağlamda daha nitelikli hale de getirmektedir. Özkara, örnek olarak vakıf üniversiteleri mezunlarının istihdam oranlarının detaylarına bakıldığında işsiz kalanların genellikle bölüme en yüksek puanlarla girmiş olan burslu okuyan başarılı öğrenciler olduklarına dikkat çekiyor (sh.82-83). Çünkü bu öğrenciler genellikle yüksek performans göstermelerine rağmen sosyal ağ açısından akranlarına göre dezavantajlı bir konumdadır.
Aslında, bu kapsamda oldukça zengin bir tartışma söz konusudur. İstihdam edilebilirlik-sosyal ağlar ilişkisini anlamada öncü rol oynayan Mark Granovetter (1974) istihdam edilebilirlikte sosyal ağların ve özellikle sosyal ağlardaki zayıf bağların etkisini ortaya koyarak bu alandaki araştırmalara farklı bir boyut kazandırmıştır. Zayıf bağlar bir köprü vazifesi görerek bireyin diğer ağlarla temas yüzeyini artırmakta, ağını genişletmekte ve içe kapanıklığını önlemektedir. Dolayısıyla, sosyal ağlardaki zayıf bağlar bireylerin istihdam edilebilirliğini ve iş mobilitesini etkilediği gibi, başlanılan iş pozisyonu ve alınan ücrette de oldukça belirleyici olabilmektedir. Kısacası, okyanus olan işgücü piyasasında sörf yapmanız için ihtiyaç duyduğunuz sörf tahtası sosyal ağlarınız ve diğer imkânlarınızdır. Sörf tahtanız yoksa olanlarla yarışmak için kulaçlarınıza yüklenirsiniz. Bu durumda da elbette başarı vardır, ancak oldukça kısıtlıdır.
Bazı bireyler bu tip sosyal ağların içerisine doğarken bazıları da oldukça dar ve kısıtlı bir ağa doğarlar. Dahası, sadece istihdamda değil farklı imkânlara sahip olmada hayat boyu katkı verecek ağ yapılarından yoksun olan bireyler çoğu kez sosyal ağların bu etkilerinden de habersiz olurlar. Çünkü onların maruz bırakıldıkları başarı hikâyelerinin dinamikleri uzun zamandır sadece bireylerin kendi performansları ile ilişkilendirilmiştir. Sonuçta her başarısızlıkta sistemin istediği gibi eksikliği kendilerinde arayarak performansla ilgili yeni arayışlara girerler. Oysa işgücü piyasası bu bağlamda adil değildir ve sürekli sosyal ağları ödüllendirecek şekilde çalışır. Özkara’nın kitap boyunca vurguladığı gibi elbette bunun istisnaları vardır, ancak genel örüntü bu istisnalar dışında çalışmaktadır.
Diğer taraftan, bu rekabeti daha da acımasız kılan ve ünlü sosyolog Robert Merton (1968) tarafından Matta İncilindeki ‘Kimde varsa, ona daha çok verilecek ve o bolluk içinde olacaktır. Ancak kimde yoksa, kendisinde olan da elinden alınacaktır’ ayetinden yola çıkarak geliştirilmiş olan Matta etkisi başarı oyununun en önemli gizli aktörüdür. Avantajların/imkânların eşit dağılmadığı göz önüne alındığında avantaj sürekli birikerek yeni avantajlara yol açarken dezavantaj da yeni dezavantajları beraberinde getirerek bir sarmal oluşturmaktadır. Bu sarmaldan çıkabilmek öyle kolay değildir. Ancak, Özkara umutludur: ‘…Oysa kabullenmemiz gereken gerçek çok basit: Başarısız olacağız ve bu oyunu kaybedeceğiz. Ancak oyunu kaybetmek, poker masasından kalkmamızı gerektirmiyor. Çünkü başarısızlık ile kaybetmek arasında hiçbir bağ yok. Kaybetmek ile asıl bağı olan şey, vazgeçmek…’(sh.59).
Özetle, bu oyunda yer almak istiyorsanız bireysel bazda yapılabilecek çok şey var. Öncelikle vazgeçmemek ve bu sarmalın farkında olmak gerekmektedir. Ayrıca, eğitime yatırım yapmak kadar sosyal ağları genişletmeye, yeni bağlantılar kurmaya çalışılmalıdır. Özellikle, sosyoekonomik düzeyi aşan yeni arkadaşlıklara/bağlantılara sahip olmak oldukça kritiktir (sh.87). Bu tip girişimler bireyin sosyal sermayesini zenginleştirecek ve hareket kabiliyetini artıracaktır. Elbette bu oyunda yer almamak ve hayatın anlamını farklı tanımlamak da bir seçenek. O zaman oyunun kuralları anlama dayalı duruşunuza göre değerini yitirebilecektir. Diğer taraftan, sistemik bazda herkes için daha adil, güç yasası yerine normal dağılıma sahip bir başarı oyunu için ise çok daha fazlası gerekmektedir.