09.12.2014 - 10:55 | Son Güncellenme:
Bu yılki Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri törenindeki ödül konuşmasında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a, “Bugün George Orwell olsa sizi ayakta alkışlardı” demesiyle gündeme damga vuran Alev Alatlı, Cumhuriyet gazetesinden Ceren Çıplak'a konuştu.
“Hayvan Çiftliği” ile “1984” adlı kitaplarıyla, her türlü muhalefetin yok edildiği bir toplum tehlikesine ve gelecekte oluşabilecek totaliter bir topluma yönelik uyarıda bulunan Orwell, aslında tam da bugünkü Türkiye’ye işaret ederken neden Erdoğan’ı ayakta alkışlardı? Konuşma metnindeki “21. yüzyıl, ekonomik yığışımlar ve ekürilerinden oluşan bir oligarşidir” saptamasından başlayalım: “BM, IMF, NATO gibi oligarkların onayını alan ‘haklı olma hali’nin temyiz edilemez olduğu noktadayız.”
Temyiz edilemez, yani?
Yani, Filistin’in, Somali’nin, Afganistan’ın, Suriye’nin, Irak’ın, gerisini siz sayın artık, davalarını taşıyabilecekleri bir mahkemenin olmadığı bir düzen. Pepsi Cola yığışımının yıllık cirosu ne kadardır bilir misiniz? 66-67 milyar dolar. 2013 rakamı. Filistin’in, Afganistan’ın, Somali’nin gayri safi milli hasılalarını toplasanız, sırasıyla 10 milyar, 20 milyar, 3.5 milyar dolar, yani Pepsi’nin cirosunun yarısı etmez. Onların kaderleri, BM Güvenlik Konseyi’nin “daimi üyeleri”nin oluşturduğu oligarşinin iki dudaklarının arasındadır. ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya: Yani, Orwell’in sözünü ettiği, “bütün hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar daha eşittir” durumu.
“Eşitlik” lâfzının uluslararası dolandırıcılıktan ibaret olduğu durum. Erdoğan’ın “Dünya beşten büyüktür” derken, taammüden ya da değil, işaret ettiği durum. Orwell, sonunda dolandırıcılığa ayan birisi çıktı diye sevinir, hatta alkışlardı diye düşünürüm - tabii, kitaplarının arkasında duran, kelâmın haysiyet olduğunu bilen bir adamdıysa ki, benim bildiğim kadarıyla Orwell’in sahici olmadığını düşündürecek bir icraatı da yoktur. Öte yandan, sırf başkaları farklı düşünüyor diye dünyanın ABD, İngiltere, Fransa, Çin, Rusya beşibiryerdesinden daha büyük olduğunu haykırmaktan çekinen, “Hem budala hem de alçaktır” demektedir, diyen de Daniel Defoe. Ha, birileri susmanın budalalık ve/veya alçaklık olduğunu düşünmezlermiş, anlaşılan o ki, Sayın Erdoğan onlardan biri değil. Nitekim, “One minute” çıkışına da şahidiz.
Siz Türkiye toplumunda baskı düzeni olduğunu kabul etmiyor musunuz?
“Toplum” dediğinizde ille de baskı olacaktır, Ceren Hanım. Birey bir biçimde ehlileştirilecektir ki, bir kutsal, bir idea, bir dünya görüşü etrafında toplanabilsin ki, bir “toplum”dan söz edebilesiniz.
Türkiye özelinde toplumsal baskı var mıdır?
Elbette, vardır. Dinsel hassasiyetler, nasslar, gelenekler, örfler, âdetler bireyi baskılar. Mahalle baskısı bir vakıadır. Sosyal medya dedikleri bile başlı başına bir baskı unsurudur. Teşekkür konuşmamda da söylemiştim. “Galile etkisi” derler, ideolojik ve/veya dini, geleneksel ya da asri/teknokrat çetelerin hâkim olduğu toplumlarda umuma hitap eden ve fakat “umumun zihniyeti”ni yansıtmayan düşünceler öfke uyandırır, husumet çeker, bastırılmaya çalışılır. Şimdi diyeceksiniz sosyal medyada da çeteler mi var. Var evet, örgütlü tweet’çilik diye de bir şey var. Siz de ben de “tt” nasıl oldurulur, biliriz, öyle değil mi?
Sosyal medyada size yönelik, “Bir edebiyatçının ölümü” gibi sert eleştiriler de oldu. Bu eleştirilere karşılık ne demek istersiniz?
İlâhi, Ceren Hanım! Şu söylediğinize eleştiri denmez, “temenni” denir! Hadi, size George Orwell’den bir başka alıntıyla cevap vereyim: “Özgürlük, insanlara duymak istemediklerini söylemektir.”
Sanatçılar ve birçok kişi Erdoğan’ı sürekli her konuda enselerinde hissetmekten rahatsız olduklarını sıklıkla dile getiriyor...Siz, Erdoğan’ın Başbakan ve Cumhurbaşkanı yetkilerinin dışına çıkarak bir baba gibi daha doğrusu 1984’teki, “Duvarlara asılı posterlerdeki Büyük Birader’in gözü” gibi, gözünün hep üstümüzde olduğunu hissediyor musunuz?
Ne münasebet! Tersine, benim gözüm Erdoğan’ın üstünde! Yadırgadığım önerileri yok mu? Elbette, var. Ona bakarsanız, Atatürk’ün de, İnönü’nün de, Demirel’in de, Özal’ın da yadırgadığım önerileri vardı. Hatta, bazen Gazi paşa ile yaşamlarımız kesişseydi, fena halde birbirimize girebilirdik diye düşündüğüm olur. Şaka bir yana, bakın, Sayın Erdoğan, benden daha kolay incinebilir konumdadır. Nihayetinde bir siyasidir, olduğu konumunu muhafaza etmesi, benim ona vereceğim oya bağlıdır. Benim derken, “bizim” demek istediğim açık. Ha, benim dahil olmadığım “bizim,” yani aynı vatanı paylaştığım yurttaşlarımın oyu, şahsen haz etmediğim yöne akarmış, n’apalım?!
Çaylar, bu defa da bizden olacak. Demokrasi bir tarafıyla da feragat rejimidir. Hayatın ille de sizin istediğiniz gibi akıyor olmamasına tahammül edersiniz.
Peki iktidarın, kadının gülüşünden bakışına, cinsel yaşamına bile ayar verişinden rahatsızlık yok mu hiç?
“Kadın” derken? Tanımında mutabık olduğumuz, budur diyebileceğimiz bir “model,” homojen bir kimlik bulmalıyız ki, biyolojik benzerliklerimiz dışında bir anlam ifade etsin “kadın”. Bakın, “iktidar” da bir o kadar muğlak bir gönderme.Kimden bahsediyoruz? Hükümet üyelerinden mi? AKP milletvekillerinden mi? Öyleyse hangilerinden?
Bir Halide İncekara’yı, mesela, ya da Nimet Baş’ı, yine meselâ, bir Cemil Çiçek’le ya da Ahmet Davutoğlu ile bir tutamayacağımıza göre, “kadının gülüşünden bakışına, cinsel yaşamına bile ayar veren iktidar” Don Kişot’un yeldeğirmenleri gibi kurgusal, oryantalistlerin İslamofobisi kadar manasız bir hasım hüviyetindedir. Beni ancak sahici insanlar rahatsız edebilirler, soyutlamalar değil, kavramlar hiç değil.
Peki, Erdoğan sahici bir insan değil mi? Kadın-erkek eşitliği üzerine Erdoğan’ın sahici bir insan olarak söyledikleri sizi rahatsız etmiyor mu?
Erdoğan’ın sahici olmasının da ötesinde hasbi ve harbi olduğu muhakkaktır. Öte yandan, Erdoğan’ın kadın-erkek “eşitliği” yerine “eşdeğerliliği”ni savunuyor olmasından rahatsız olmam, çünkü bu tutumu hiçbir zaman inkâr etmediği muhafazakâr dünya görüşünün bileşkenlerinden biridir.
‘Gezi’ hangi açılardan totaliter bir rejime başkaldırı anlamı taşır?
Ne rejim totaliterdir, ne de Gezi totaliter bir rejime başkaldırı. Sokağa dökülenler de ille “ergen” değildiler, nitekim. Olsa olsa, kendilerini içinde buldukları, sürdürmek zorunda hissettikleri hayat, idealize ettikleri hayatla örtüşmeyen, yanlış zamanda, yanlış mahallede doğmuş olmaktan mustarip yurttaşlarımız. Mustarip derken ironi yapıyor değilim. Mutsuzlukları bana hüzün verirken, teselliyi, rejimle mutmain olan daha büyük kitlelerde bulurum.
Yeni Türkiye’den siz ne anlıyorsunuz? Nasıl bir Türkiye öngörüyorsunuz?
Öngörmekten ziyade umuyorum, diyelim. Hormonları normal seviyelerine gerilemiş, atar ergenliğini arkasında bırakmış, akıl baliğ, rasyonel bir Türkiye umuyorum. Şimdilerde böyle değil mi, diyeceksiniz, değil. 2014 itibarıyla önyargıların, mesnetsiz korkuların güdümünde, koyunun altında buzağı arayan, esrik bir toplum hüviyetindeyiz. Alev Alatlı’nın teşekkür konuşmasının tt olmadığı, abuk sabuk gündemlerin rağbet görmediği bir Türkiye düşlüyorum.