15.02.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:
Pelin Batu - Nezih Başgelen
PELİN BATU
Fotoğraftaki kedinin yalnızlığını görüyoruz. Korkusunu hissediyoruz.
Kalabalıklar bir tarafa koşarken, kedi karşı istikamete koşuyor.
Kalabalıkların gürültüsü fotoğraflardan duyuluyor. Oysa kedi belli ki cıva gibi sessiz, sokaktan aşağı akıyor. Bir an evvel kaçmak istiyor.
Saldırganlar neyse, o tersi. Onlar nereye, kedi öteki tarafa.
Asılmalarına ramak kalmıştı
Ne acıdır ki bu ülke, fotoğraftaki kedi gibi karşı ve ayrı duranları hep ezmeye çalışmış. 6-7 Eylül’ün faturasını 48 tane komüniste çıkarmış. Dönemin sıkı yönetim komutanı “10-15’ini sallandıracağım, geri kalanını zindanda çürüteceğim ” diyerekten ülkemizin her daim olağan-suçluları olan solcuları içeri atmış. Aralarında Kemal Tahir, Asım Bezirci ve Aziz Nesin gibi entelektüellerin bulunduğu grup aylarca hapishanelerde yatmış. Aziz Nesin’in “Salkım Salkım Asılacak Adamlar ” adlı eserini edinirseniz, asılmalarına ramak kaldığını görürsünüz. Oysa bugün biliyoruz ki Atatürk’ün evini bombalatıp Türkleri ve Rumları birbirine düşürme fikri, dönemin Atina’daki İngiliz elçisi Sir Charles Peake’in aklından çıkıyor. *Yine biliyoruz ki bombayı atan kişi MİT ajanı Oktay Engin. Mükafatı, iç işleri bakanlığı ve Nevşehir valiliği oluyor.
Bu refleksin değişmediğini, halkımızın ne kadar kolay galeyana geldiğini her gün görüyoruz. Gün geçmiyor ki milletimiz saldıracak, harcayacak bir şey buluyor. O yüzden 93 yılında Madımak felaketini yaşamışız, o yüzden Hrant göz göre göre öldürülmüş ve katili kahramanlar gibi karşılanmış. Onlar saldırdıkça kediler kaçıyor.
*Dilek Güven, Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları ve Stratejileri bağlamında 6-7 Eylül Olayları
Yaşanan bütün korkunç olaylar tankların İstiklal Caddesi’ne gelişiyle sona ermişti.
Bu acılar yeni bir yaşam vizyonu oluşturabilmeli
Doğduğum Samatya’da ve büyüdüğüm Yeşilköy’de çok kültürlü bir ortamda yaşamış biri olarak tüm bu olayları ve etkilerini yakinen izledim
NEZİH BAŞGELEN
Yıllar sonra geriye bakıp değerlendirildiğinde 6-7 Eylül olaylarındaki şiddetintetiklenmesinde 1955 yılında Kıbrıs’ta EOKA’nın (Kıbrıs Mücadelesi Ulusal Örgütü) başlattığı terör hareketlerinin büyük etkisi olduğu görülür. Adadaki şiddetin yayılması üzerine Londra’da biraraya gelen Türk ve Yunan hükümet temsilcileri, İngiliz hakimiyeti altında Türk ve Rum taraflarının kendi kendilerini yönetmeleri konusunu görüşürken iç ve dış politikalarda ciddi tıkanıklıklar yaşayan Menderes hükümetinin bilgisi dahilinde örgütlenen gösteriler kontrolden çıkınca adadaki Türk tarafının maruz kaldığı şiddetin benzerini İstanbul’daki azınlıklar daha ağır bir şekilde yaşamışlardı.
Bundan sonraki süreçte de halkın duygularını ayağa kaldırması açısından Kıbrıs her iki toplum açısından da çok hassas bir sorun haline gelmişti.
Savaşın eşiğine gelinmişti
Kıbrıs’ta, 1963 yılı sonunda Türk köylerine karşı başlatılan kıyımın ardından “24 Aralık Noel Gecesi” bir banyo küvetine sokularak katledilen anne ve üç çocuğunun fotoğrafları tüm Türkiye’de infial yaratmış, boşaltılan 103 köyden binlerce kişinin sürgün edilmesi büyük olay olmuş ve 1964’te Yunanistan ile Türkiye savaşın eşiğine gelmişti. Bu süreçteki hassas ortamda İstanbullu Rumlar medyanın da yönlendirmesiyle bu sefer EOKA’nın faaliyetlerine destek oldukları ve Kıbrıslı Rumlara para gönderdikleri suçlamalarıyla karşı karşıya kalmışlardı. Gittikçe gerginleşen ortam sonunda Türk hükümeti, 1930 İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Anlaşması’nı tek taraflı olarak feshederek tüm Yunan uyruklu Rumları 1964 yılı sonuna kadar sınır dışı etmişti. Rumların Türk bankalarındaki hesapları bloke edilmiş ve gayrimenkulleri dondurulmuştu. Sürgünlerin yanlarına sadece bir bavul ve 200 lira almalarına izin verilmiş bu süreçte gidenlerin evlilik, akrabalık ve iş ilişkisi yoluyla bağlantılı olduğu Türk uyruklu Rumlar da daha sonra İstanbul’u terk etmek zorunda kalmışlardı.
Konu zamanla derinleşti
Rum cemaatinin nüfusu bu tarihten itibaren her geçen yıl azalarak hayatiyetini büyük ölçüde yitirdi. 1927 nüfus sayımının sonuçlarına göre İstanbul’da yaşayan 100 binin üzerindeki Rumların sayısının bugün 1500 civarına inmesi düşündürücü... 1826’dan başlayarak Türk-Yunan ilişkilerindeki gerginlikler ve özellikle Kıbrıs olayları İstanbul’un Rum Cemaatini olumsuz etkilemiş İstanbul’a ve bu topraklara çok farklı değerlerle bağlı bu insanlar her sefer ağır bedeller ödemiştir. Sürgün edilenler gittikleri yerlerde bir türlü mutlu olamamış, içlerindeki İstanbul hasreti yıllar geçtikçe daha da derinleşmiştir.
İstanbul’da doğduğum Samatya’da ve büyüdüğüm Yeşilköy’de çok kültürlü bir ortamda yaşamış biri olarak tüm bu olayları ve etkilerini yakinen izledim. Tüm olumsuz koşullara, zorunlu ayrılıklara karşın dostlukların ve ortak değerlere olan bağlılığın yitmediğini de gördüm, kimi zaman karşılıklı duyulan sevgilerin günlük politikaları aştığı olaylara da şahit oldum. Örneğin 1964 sonrasının gergin ortamında komşumuzun kızının Rum genciyle olan aşkı tüm engellemelere rağmen mutlu bir yuvanın kurulmasıyla sonuçlanabilmiş, Kurtuluş’tan Atina’ya giden Yuanna da yıllar sonra mutluluğu arkadaşım Hakan’la yaptığı evlilikle İzmir’de bulabilmişti.
Hasret artık bitmeli
Her iki toplumda yaşadıkları acılar ve çilelerden yeni bir yaşam vizyonu oluşturabilmeli. Hızla değişen Türkiye’de 40 milyonluk dev bir dünya metropolüne doğru hızla azmanlaşarak yolalan İstanbul’un bağrından koparılan bu insanların hasreti de artık bitmeli. Her türlü korkulardan uzak, gerçek hoşgörüyü ve birlikteliği sözde değil özde yaşatacak bir ortam bu güzel şehirde yeşerebilmeli...
BİTTİ