14.02.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:
SAMET AKTEN İstanbul
6-7 Eylül olaylarına giden süreçte Türkiye’de siyasi ve toplumsal hava nasıldı?
1955 yılı yaz aylarında, özellikle Hürriyet gazetesinde İstanbul Rumlarına karşı bir kışkırtma kampanyası başlatılmıştı. Patrikhane’deki din adamlarının Kıbrıs bağımsızlık mücadelesi için para topladıkları yazılıyordu. 1955 yılı yaz aylarında Kıbrıs meselesi bir ‘milli dava’ haline gelmişti.
1954 yılı Ağustos ayında kurulan ‘Kıbrıs Türktür Cemiyeti’ (KTC) kamuoyunda Kıbrıs konusundaki hassasiyeti arttırmak için çaba gösteriyordu. Kuruluşunda Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) ve Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF) gibi yarı-resmi öğrenci örgütlerinin katkısı olmuştu. Başbakan Menderes tarafından kabul edilen dernek yöneticilerine kamuoyunu Kıbrıs davasını destekleme için hazırlama görevi verilmişti. Dernek kısa zamanda devlet desteğiyle İstanbul’un birçok semtinde ve bazı Anadolu kentlerinde şubeler açmıştı.
GERGİNLİK KADEME KADEME ARTIRILDI
Hükümet 6-7 Eylül olaylarında nasıl bir rol oynadı?
1955 yılı ağustos ayı boyunca KTC yöneticilerinin demeç ve bildirileri İstanbul basınında yayınlandı. Gerginlik kademe, kademe arttırıldı. İstanbul Rum cemaati bu gelişmeler karşısında korku içinde sinmişti.
Kıbrıs’ın geleceğinin tartışılacağı Londra konferansı, İngiliz Dışişleri Bakanı Macmillan başkanlığında Eylül başında toplanmadan önce dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu artık kamuoyunun daha aktif olması için çağrı yapıyordu. Ayrıca hükümet 6-7 Eylül olaylarının öncesinde‘Kıbrıs Türktür Cemiyeti’ne toplam 235 bin TL yardım yaptı.
İSTANBUL EKSPRES İKİNCİ BASKI YAPTI
Peki olayların başlangıcı?
5 Eylül gecesi Selanik’teki Türk Konsolosluğu’nun yanında bulunan Atatürk’ün evinde küçük bir bomba patlamıştı. Bomba, sadece camların kırılmasına sebep olmuştu. 6 Eylül günü Atatürk’ün evine bomba atıldığı haberi radyoların öğlen haberlerinde halka duyurulmuş, İstanbul Ekspres gazetesi öğleden sonra ikinci baskıyı yapmıştı. Bütün İstanbul bu haberle çalkalanmaya başladı.
İlk olarak sahneye kışkırtıcılar çıktı. Bunlar esas olarak öğrenci dernekleri veya KTC üyesi olup ellerinde Atatürk resimleri, KTC’nin bastırmış olduğu ‘Kıbrıs Türktür’ afişleri ve İstanbul Ekspres gazetesi ile Taksim Anıtı etrafında toplandılar. Daha sonra kalabalık İstiklal Caddesine doğru yürüyüşe geçti.
Şoförler Cemiyeti, İşçi Sendikaları ve DP yerel örgütlerinin toparladığı kalabalıkların ellerinde sopalar vardı. O andan itibaren özellikle Rumlara ait ne kadar dükkan ve iş yeri varsa tahrip edilmeye ve yağmalanmaya başladı. Önce kepenkler yırtıldı ve daha sonra içinde ne varsa kırılıp döküldü.
EMNİYET GÜÇLERİ OLAYLARI SEYRETTİ
Güvenlik güçleri olaylara niçin müdahale etmedi?
Emniyet güçleri olayları bütün gece seyretti, göz yumdu. İstanbullu Rum Mihalis Vassiliades polisin olaylara yaklaşımını şu sözlerle anlatır: “Beyoğlu’ nda evimizin köşesinde bir fırın vardı. Sahibi aslında Arnavuttu ama Ortodoks olduğu için herkes onu Rum zannederdi. Karşımızda da bir karakol vardı. Fırıncı yaptığı çörekleri hiçbir zaman ertesi güne bırakmazdı. Her akşam arta kalanları karakoldaki polislere verirdi. O gece iki kişi fırının camlarını indirince hemen Komisere gitti. Komiser ona şöyle cevap verdi: “Hiçbir şey yapamam. Ben bugün polis değil; Türk’üm!”
Olaylar, Gayrimüslim vatandaşlarımızın ve özellikle Rumların yoğun olarak oturduğu semtlerden başlayarak Eminönü, Kurtuluş ve Boğaz kıyılarına kadar uzanan tahrip ve yağma dalgası yaşandı. Bazı yerlerde şehrin Müslüman ahalisi Rum komşularını korumuş ve yağmacıları semtlerine uğratmamışlardı.
OLAYLARDAN SONRA İNANÇ SARSILDI
Bu olaylar azınlıkları nasıl etkiledi?
6 Eylül 1955 gecesi yaşanan olayların ardından iktidardaki Demokrat Parti hükümeti tarafından üç büyük kentte sıkıyönetim ilan edildi. İstanbul’da 5 bin 104 kişi tutuklandı. 6 Eylül gecesi 4 bin 214 ev, 1004 işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 azınlık okuluyla aralarında fabrika, gazete yönetim binası, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu toplam 5,317 mekân saldırıya uğradı.
Amerikan Milli Arşivindeki belgelere göre de tahrip edilen işyerlerinin yüzde 59’u Rumlara, yüzde 17’si Ermenilere, yüzde 12’si Musevilere ve yüzde 10’u da Müslümanlara aitti. İngiliz ve Amerikan arşivlerindeki konsolosluk raporlarına göre de 60 kadın tecavüze uğramış ve tedavi görmek üzere hastanelere başvurmuştur. 6-7 Eylül olaylarından sonra İstanbul’da yaşayan gayrimüslim azınlıkların ve özellikle Rum cemaatinin Cumhuriyet rejimine olan inancı ciddi ölçüde sarsılmıştır.
Yunan Hava Yolları’na ait dükkân da saldırganların elinden kurtulamamıştı. Diğer dükkânlar gibi orası da harabeye dönmüştü.
FOTOĞRAFLAR: NEZİH BAŞGELEN ARŞİVİ Yayın hakkı saklıdır.
‘Hayatımın ilk önemli şoku buydu’
CENGİZ BEKTAŞ
Devlet Güzel Sanatlar Akademisinde öğrenimimin ilk yıllarındaydım.. Bomonti’ de oturuyordum.
“Selanik’ te Atatürk’ün evine bomba atıldı” duyuruları başladığında bu bilginin uydurma olabileceğini bizim kuşak düşünemiyordu o günlerde. Devletin radyosu, İstanbulda bir günce, düzen olduğu sonradan ortaya çıkan olayın uydurma bilgilerini nasıl yayabilirdi?
AVUKAT BİR HANIM KUMAŞLARI YIRTIYORDU
Dışarı fırladım. Ertesi günün ilk saatlarına dek caddelerde, sokaklarda olanı biteni izledim.
Yaşamımda ilk önemli şoklardan biriydi.
İstiklal caddesinin otuz santimetre yırtılmış kumaş, parçalanmış eşya katmanıyla örtülmüş olduğunu görmek neyin nesiydi? Hele avukat olduğunu bildiğim bir hanımın cadde ortasında kumaş yırttığını görmek beni çok etkilemişti.
‘TÜRKİYE’DE ARTIK YAŞANMAZ’ DENİLİYORDU
Kimi yerlerde kan bile dökülmüştü...
Bende de, yakın arkadaş çevremde de bu olay “infial”e dönüştü. “Türkiye’ de artık yaşanamaz” diyenlerimiz vardı.
Bu olayın etkilerini uzun süre üzerimden atamadım.
Türkiye- Yunanistan Dostluk Derneği’ne üye, sonra da başkan oluşumda bu olayın etkisi vardır. Türklerin, Rumları, Ermenileri korudukları, bu nedenle hemen hemen hiç olayın çıkmadığı Kuzguncuk’a yerleşmemde de... Sonradan alanında Türkiye’nin onuru olmuş, dostum Kriton Curi, 5-6 yaşlarında bir çocuk olarak evlerindeki konsolun arkasında korkudan titreyerek saklanışını anlattığında öyle ezilmiştim ki...
‘Bu bir milli galeyandır’
6-7 Eylül olayları, yakın tarihimizin en büyük felaketlerinden biridir. Sorumlularının başında dönemin hükümeti, güvenlik güçleri ve bugün “derin devlet” denilen mekanizmalar vardır
ALTAN ÖYMEN
6-7 Eylül felaketinin büyümesinde, halkımızın içindeki “hınçlı” grupların ve tek tek insanların oynadığı rolü de unutmamak gerek.
O “hınç”ın örnekleri, 6-7 Eylül gecesinde çekilen ve sonradan yayınlanmış olan fotoğraflarda görülür.
Dönemin hükümet sözcüleri, olayı önce “komünistlerin işidir ” diye ilan etmişlerdir. Bunun hiçbir kanıtının bulunamaması (imal de edilememesi) üzerine, “Bu bir milli galeyandır ” açıklaması yapmışlardır.
Fotoğraflarda görülen yıkıp, yakma, tahrip etme, yağmalama görüntüleri eğer hükümetçe “milli galeyan” diye adlandırılabildiyse, o “galeyan”ın temelinde yanlış bir “millilik” veya “milliyetçilik” anlayışı var demektir.
DIŞLAYAN BİR?ANLAYIŞ
Bu demektir ki, 1955 yılının o eylül ayında İstanbul’un belirli semtlerindeki belirli evleri, işyerlerini ve ibadethaneleri harabeye çeviren grupların, millet ve milliyetçilik anlayışları, vatandaşlarımızın bir kısmını dışlayan ve onları düşman gibi gören bir anlayıştır. Dışlananlar da, başta Rumlar olmak üzere “gayrimüslim”lerdir. Yani Müslüman olmayanlar...
Bu millet kavramını “ümmet” kavramıyla karıştıran bir anlayıştır ki, o zaman da, devletin temel felsefesine ve Anayasası’ndaki ilkelere, açık bir şekilde aykırıydı. Ama 6-7 Eylül olayının da gösterdiği gibi, o felsefenin ve ilkelerin uygulamaya yansıması, hâlâ yeterli olmamıştı.
YARIN: PELİN BATU’NUN KALEMİNDEN 6-7 EYLÜL OLAYLARI