16.11.2012 - 02:30 | Son Güncellenme:
MUSA KESLER
Ergenekon davası kapsamında tutuklu yargılanan gazeteci ve CHP milletvekili Mustafa Balbay’ın Silivri Cezaevi’nde yazdığı yeni kitabı “O Mektubu Yazan Bendim...” Cumhuriyet Kitapları’ndan çıktı. Balbay’ın cezavinde yazdığı 6. kitabı olan 361 sayfalık bu yeni kitapta, Balbay’a cezaevinde kaldığı 4 yıl boyunca sevenleri ve okuyucularından gelen 30 bini aşkın mektuptan seçmelere yer veriliyor. Kitapta Balbay’ın cezaevinde çekilmiş fotoğrafları da yer alıyor.
“Hepimizin hikâyesi”
Balbay, “Hapiste mektup almak, özgürlüğe dokunmak gibi bir şeydir. Açılmıştır... Sizden önce okunmuştur. Ama olsun. Kimse o mektubu sizin gibi okuyamaz” diye başladığı kitabın önsözünde şöyle yazdı:
“Bir kitap tasarımını düşününce, en çok yüzde birini yayımlayabilecektik. Bunlardan yaşadığımız döneme, toplumun içinde bulunduğu psikolojiye ayna tutabilecek olanları ayırdım. Onlardan da benzerlik taşıyanlardan ikinci bir eleme yaptım. Dört yıllık mahpuslukta beş kez koğuş ve cezaevi değiştirince kimi mektuplar da taşınmalardan, su baskınlarından payını aldı. Onlara nasıl üzüldüğümü anlatamam. Mektup-kitabı okuyuncu şöyle düşünebilirsiniz; iyi de hep övgü mü vardı size, hiç ağır eleştiri, hatta hakaret yok muydu? Belki olmuştur ama, o tür mektupları hapishane yönetimi bize vermiyor. Ben verilmesini isterim. ‘Yasak’ dediler, ‘kural böyle.’ Eğer bir mektup yer yer hakaret içeriyorsa o bölümlerin üzeri kapkara kalın bir çizgi ile kapatılıyor, öyle veriliyor. Gençlerden gelenlerle öteki cezaevlerinden gelenleri ayrı birer bölüm yaptım. Güvercin kanadında gelenleri sona sakladım...”
Kitaptan bölümler
- 8 Haziran 2012 tarihli, Küçük Sıla’nın yazdığı mektup:
“Merhaba Mustafa Balbay Amca, İçimdeki ses sanki önümüzdeki günlerde özgürlüğünüze kavuşacağınızı söylüyor ve bu duyguyla size merhaba demek istiyorum. Nasılsınız? İyi misiniz? Sizin eski bir televizyon programınız vardı. Sizi ve onu çok özledim, inşallah yakında görüşürüz...”
- Tarihi belirtilmeyen bir başka mektupta ise, bir genç dedesi için Balbay’dan mektup istiyor:
“Sizden bir ricam var: Dedeme mektup yazabilir misiniz? Morali çok bozuk... Bizi hep umut dolu yetiştirdi. Okuma yazmayı öğrendiğimde her sabah gazeteyi alır bize köşe yazıları okuturdu. O zamanlar yazılardan bir şey anlamazdım. Bazen sizin yazılarınız eğlenceli gelirdi. (...) Daha mektubumun başında dileğimi pat diye yazdığım için sizden özür dilerim. Ama sizin mektubunuzun dedeme iyi geleceğinden eminim, lütfen dedem için...”
- 24 Haziran 2012 tarihli “isimsiz” mektup:
“Sayın Balbay, Sizi Cumhuriyet gazetesi Ankara sorumluluğunuzdan beri tanıyan, onurlu mücadelenizi ve dik duruşunuzu uzun süredir gözlemleyen bir partilinizim.(...) Dilerim en kısa zamanda özgürlüğünüze ve çok sevdiğiniz ailenize kavuşursunuz. İsmimi yazmak isterdim ama size ulaşmadan önce asker mektubu gibi okunarak kontrol edilmesinden çekindiğim için bu mektubumu isimsiz olarak yazıyorum. Milyonlarca insanın sizin arkanızda olduğunu unutmayınız...”
- 12 Eylül 2011 tarihli mektup:
“Merhaba Mustafa Abi, Bu mektubu kaleme alırken bunu üç yıla yakın bir süredir yapmamış olmanın verdiği mahcubiyeti üzerimde taşıdığımı bilmeni isterim. Bunun sebebi ise bir mektup yazarken karşımdaki kişiye yeterince umut verebilme gücünü kendimde hissetmemem. Sen bunca zamandır tutuklusun fakat senin okurların, arkadaşların, ailen fazla bir şey yapamıyor. Elimizden gelenin en fazlası duruşmalara katılmak ki o da daha bana nasip olmadı. (...) Şimdi diyeceksin ki üç yıl sonra ne değişti de mektup yazmaya karar verdin? Değişen şu ki bu sene üniversite sınavına girdim 404. oldum. Bu mektubu kaleme almadan birkaç gün önce Ankara Hukuk Fakültesi’ne kaydoldum. Artık içimdeki kıvılcım olan umut biraz daha canlandı. Senin için daha fazlasını yapabilecek olmak inan ki çok güzel bir duygu.”
“Teyzeoğlu Merhaba”
- “Teyzeoğlu Merhaba, Evet yazıyorsun, çiziyorsun, insanlar senin için ‘vekilimize özgürlük’ diye haykırıyor. Demek ki yaşıyorsun, ayaktasın... Nazım Hikmet kendisini anlatırken seni de düşünmüş sağolsun. Uzatmayacağım. Bizler de iyiyiz. Sağlık, sıhhat yerinde. Okullar tatile yaklaşırken heyecan dorukta. Bir de Türk demokrasisini anlatabilsem çocuklara... Hala çözemediler senin durumunu... En kısa zamanda görüşmek umuduyla...”
- 9 Temmuz 2011 tarihli Yalova’dan gönderilen mektup:
“Sayın Balbay, Ben Kastamonu, Gölköy Enstitüsü mezunu ve 80 yaşımdayım. 1958’den beri Cumhuriyet okuruyum. Bu olay bizleri yalnız üzmüyor, üstelik kahrediyor. Bu sahte senaryo elbet bir gün bitecek. Ama bu ülkenin tüm aydınları sinecek ve bitecek sanıyorlar. Aksine daha bilinçleniyor ve bileniyoruz. Rahmetli Nadir Nadi’nin başındaki ‘Bu da geçer’ deyimini unutmuyoruz. Yeni yaşında sağlık, mutluluklar diler, gözlerinden hasretle öperim.”
- 15.01.2012 tarihli mektup:
“Sevgili Balbay, Benim bu satırları yazdığım saatlerde, Ankara karlı bir pazar gününe uyandı. Karın insana verdiği huzur ve bereket hissinden sonra aklıma gelen Cumhuriyet’teki köşenizde selefiniz büyük aydın Uğur Mumcu’yu kaybettiğimiz günü anlatan ‘Bir pazar sabahıydı, Ankara kar altında’ dizeleriydi. Siz ve sizin gibilerin tutukluluğu için neler neler söylerdi acaba hayatta olsa? Ya da bir mektup da ona mı yazmak zorunda kalırdım?”
Kozinoğlu’nun mektubu da yer aldı
Odatv soruşturması kapsamında tutuklanan ve 13 Kasım 2011’de Silivri Cezaevi’nde hayatını kaybeden MİT görevlisi Kaşif Kozinoğlu da Balbay’a mektup yazanlar arasındaydı. Kozinoğlu, 24 Eylül 2011’de Silivri Cezaevi’nden yazdığı ve “Değerli kardeşim, Sayın milletvekilim” diye başladığı mektubunda Balbay’a, kendisine gönderdiği kitapları okuduğunu söyleyerek, bazı tespitlerde bulundu. Kozinoğlu, mektubunun sonunda şöyle yazdı:
“Başınızı ağrıttım. Çok özür dilerim. Biz Türk’üz. Beni Afganistan’dan çağırdılar, geldim. Benim uluslararası terörle ne şekilde mücadele ettiğimi tüm dünya biliyor (ilgilileri). Beni en son Ocak 2011’de Afganistan’a terörle mücadele için gönderdiler. Aynı zamanda Başmüşavir ve Asya Bölge Koordinatörüyüm. Sonra ülkeme çağırıp, teröristsin dediler. Kargalar bile gülmekte zorlanır! Türk’le hesaplaşan bir doğu kini, vicdanların sarıldığı bu hadiselerin ‘habis’lerinin en soysuzu olsa bile, ‘TANRI iradesi’ her zaman Türk’ün yanında olmuştur/olacaktır. Doğruyu saklayamazsın, doğrudan kaçamazsın da...”