Gündem100 yıl önce Bosna 100 yıl sonra Bosna - Saraybosna’da sabah ezanları

100 yıl önce Bosna 100 yıl sonra Bosna - Saraybosna’da sabah ezanları

05.05.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

Saraybosna’da insanlara Türkiye’den geldiğimizi söylediğimiz anda hikâyeler akıyor, yüzler gül açıyor, özel ikramlar geliyor. Sadi’nin Gülistan’ını şehrin dürüst, sıcakkanlı insanlarında buluyorum

100 yıl önce Bosna 100 yıl sonra Bosna - Saraybosna’da sabah ezanları

BAŞLARKEN
Balkanlardaki bu seferki durağımız Bosna. İlk anda yeşiliyle ve tertemiz insanlarıyla bizi karşılayan şehirleri ve anıtları, içlerine girdiğimiz anda geçmişlerinin izleriyle bizi çarpıyor. Kurşun lekeli binaları ve iğne gibi bembeyaz mezar taşlarıyl, 20. Yüzyılın en büyük trajedilerinden birini hiç bir an unutamıyoruz.
Buralarda, yakın geçmiş, beyaz bir sessizlikle kaplanmış. İnsanlar konuşmuyor, mezarlar ve binalar konuşuyor. Yüzyıllar öncesinin Osmanlı Bosna’sında, yitirdiğimiz pek çok şeyi sanki bir kapsülün içinde korunmuş gibi buluyoruz; bir zamanlar huzurun egemen olduğu bu yerlerde, taşlara sinmiş ayrı bir dünyanın ahengi, rengarenk canlılığı ve sade ihtişamıyla. Önümüzdeki günlerde sizlerle Bosna’nın dünü ve bugünü arasında yolculuğa çıkacağız. Zamanı ruhunu takip edecek rotamız, Saraybosna’dan Neretva boyunca Konjiç, Poçitel ve Mostar’a uzanacak...

Haberin Devamı

Pelin Batu
Sabahın ilk uçağıyla Saraybosna’ya adım atar atmaz bir taksiye atlıyoruz. Plan basit: Bagajlarımızı otele atıp şehri keşfetmek. Şoförümüz Veldin, inisiyatifi ele alıp ‘size otelden önce mini bir tur’ diyor, ‘tamam’ diyoruz. Valizlerimizi bile bırakmadan kendimizi İzzetbegoviç’in mezarında buluyoruz. Veldin, dua etmeye başlıyor, biz bembeyaz mezar taşlarının arasında dolanmaya... Burada herkes 1993-1995 arasında ölmüş. Çoğu çok genç ölmüş. Böylece Saraybosna ile ilk tanışmamız bu anıt mezarlıkta, savaş gazileriyle oluyor. Veldin’e soruyorum, savaş sırasında 16 yaşındaymış. Ölümden üç defa ucuz kurtulmuş, ama babası kurtulamamış. Çok fazla konuşmak istemiyor, irdelemiyorum.

Cüzzamlı apartmanlar
Saraybosna karlı dağların arasında zümrüt gibi parıldıyor. Milyaçka Nehri tertemiz, etraf pırıl pırıl. Bu kadar farklı tondaki yeşili en son Gürcistan’da görmüştüm. Kıskanıyorum. Kirli tek şey, savaş sonrası cüzzamlı apartmanlar ve derisi yüzülmüş duvarlar. Savaşta yakılmış kütüphanenin önünde duruyoruz, restorasyonu bitmek üzere. Girişine iliştirdikleri tabela çok anlamlı: Savaş sırasında Sırp mücrimler tarafından 2 milyon eserin burada kül edildiğini bizlere hatırlatıyor. Bosna Savaşında ilk silinmek istenen şey kültür ve tarihti, İskenderiye’de ve Bağdat’ta da olduğu gibi. Çünkü onları yok edince, geçmişi yok etmiş oluyorsunuz. Şu anda Suriye yanarken, orada insanlık ve insanlığın en eski eserleri yok edilirken bu bilgi insanı daha da acıtıyor.
Selanik yangınından sonra, tüm zorluk ve borçlara rağmen ilk yaptırdıkları binaların tiyatro, konser salonu ve kütüphane olduğunu öğrenmiştim. Burada da aynı şey olmuş. Şehir savaştan sonra tam bir festival kentine dönüşmüş. Pek çok üniversite olduğu için sokaklar gençlerle dolup taşıyor, her yerde heykel, müzik ve resimle karşılaşıyorsunuz. Sanat sadece terapi değil aynı zamanda yaşananları akıtmanın en iyi yollarından birisi. Eski Yugoslavya’nın çağdaş sanatına bakınca, benim için Bosna’nın rockçuları ve punkları ön plana çıkıyor. Hırvatların ise Drakuliç ve Ugreşiç gibi son derece ironik, sihirli-gerçekçi yazarları var. Yani isyan ve sürrealite hakim.

Koş koş nereye kadar?
İlk sabahımızı şehir merkezindeki Begova Cami civarında geçiriyoruz. Ezanı, alışık olduğumuz makamda hoparlörsüz dinlemeyi ne kadar özlemişim, onu fark ediyorum. Bu medreseler, camiler, külliyeler arasında yankılanan ezanla 1800’lerin sonlarına döndüğümü hissediyorum, her şeyin daha zarif ve yavaş olduğu zamanlara...
Çok hızlı yürümeye alıştığımı da burada fark ediyorum. Ercan, ‘çok koşturuyorsun beni’ diye serzenişte bulunuyor. Nezih, “Pelin yine öne geçti” deyince İstanbul’un beni denek faresine döndürdüğünü anlıyorum. Metropollerde boşu boşuna “yavaş şehir” hareketleri çıkmıyor. Koş koş nereye sorusunu böyle bir yerde sormak anlamlı oluyor, zira çok hızlı akan turkuaz nehrin eteğinde koşmak değil, dinlemek, yarışmak değil, yatışmak istediğinizi anlıyorsunuz. Eee, yatışıyorum yatışmasına ama ayaklarıma hakim olamıyorum. Yine koşarcasına yürüyorum.

Her şey çok tanıdık
Burada o kadar çok şey tanıdık geliyor ki... Dil, tabelalar, Osmanlı eserleri, sokak kedileri ve köpekleri. (Enteresan detay, kedilerin çoğu nedense üç renkli, yani dişi). Bu tanıdıklık bir taraftan çok güzel, insanların Türk olduğumuzu öğrenince sergiledikleri sıcaklık daha da güzel.
Nadirdir, “Türküm” deyince sevgiyle karşılanmak. Özellikle Avrupa’da. Oysa burada insanlara Türkiye’den geldiğimizi söylediğimiz anda hikayeler akıyor, yüzler gül açıyor, özel ikramlar geliyor. Sudi’nin Gülistan’ını şehrin dürüst, sıcakkanlı insanlarında buluyorum. Ne felaketler görmüşler, özellikle kadınları. Ama şimdi onlar o felaketleri dillendirmiyor. Şimdi hayat sıfırdan inşa ediliyor, bütün gülleri ve kıymıklarıyla.

Haberin Devamı

100 yıl önce Bosna 100 yıl sonra Bosna - Saraybosna’da sabah ezanları

Haberin Devamı

Usora ve İllyrialılar
Usora Irmağı’nın ağzında Paleolitik Dönem, Butmir, Donja Mahala, Klakar donji, Kakanj ve Novi Seher gibi merkezlerde neolitik dönem kalıntıları ortaya çıkartılmış. Bosna-Hersek’in bilinen en eski sakinleri ise bir Hint-Avrupa halkı olan İllyrialılar’dır. Roma egemenliğinde Bosna-Hersek, Sava kıyısındaki bölge hariç İllyricum eyaletine bağlanmış. VII. yüzyıldan itibaren bölgeye Slavlar gelmeye başlamış, 960’dan sonra ise Sırbistan’ın geri kalan bölümlerinden ayrılarak bağımsız, siyasal bir birim olmuştur.

Haberin Devamı

100 yıl önce Bosna 100 yıl sonra Bosna - Saraybosna’da sabah ezanları

Haberin Devamı

Bosna’da 1992’de kültürel kimliğin parçası olan camiler, köprüler ve pek çok anıt acımasızca yok edildi.

Adını bir ırmaktan alan ülke
Sadece 1992’de 200 bine yakın Bosnalının öldürüldüğü 1,5 milyon kişinin de evlerinden zorla göç ettirildiği biliniyor. Bosna’da insanlık tarihinin en acı sahneleri yaşandı...


NEZİH BAŞGELEN
Bosna-Hersek eski Yugoslavya’nın altı cumhuriyetinden biriyken 1 Mart 1992’de bağımsızlığını ilan etmiş yeni Balkan devletlerinden birisidir.
Bosna adı, Saraybosna’dan yaklaşık 10 kilometre uzaklıktaki Igman Dağı’nın eteklerinden doğan Bosna Irmağı’ndan gelir. Ülkenin güney bölümünü oluşturan Hersek ise adını 15. yüzyılda kendine Herceq ünvanını veren yerel bir derebeyinden alır.

Bogomillerden Boşnaklara
Ülkenin yüzölçümü 51 bin 129 m2, nüfusu ise 2009 yılı sayımına göre 4 milyon613 bin 414. Bosna-Hersek’in doğusunda ve güneydoğusunda Sırbistan ile Karadağ, kuzeyinde ve batısında Hırvatistan yer alır. Devletin başkenti Saraybosna, yüksek dağlarla çevrili önemli bir kış turizm merkezi.
Osmanlıların Bosna’ya ilk gelişleri 1386’ya denk gelir. Pek çok savaştan sonra 1463’de Fatih Sultan Mehmet bölgeyi Osmanlı topraklarına kattı. Kırsal halkın çoğunluğunu oluşturan Bogomiller Osmanlıları sevinçle karşıladı. Çoğu İslamiyet’i ve Osmanlı egemenliğini benimsedi. Bosna-Hersek’te kökeni Slav ,Sırp-Hırvat olup bu dilleri konuşan Müslüman bu halk Boşnak adıyla anılmaya başlamıştır.
Rumeli Eyaleti’nin uç sancağı olmasından dolayı ilk kurulduğundan itibaren Bosna’nın sancakbeyleri beylerbeyi gibi itibar görmüşlerdir. 1580’de kurulan Bosna Eyaleti 1864 yılında kabul edilen Teşkil-i Vilâyet Nizamnâmesi ile kaldırıldı ve yerine Bosna Vilayeti kuruldu. Eyaletin ilk beylerbeyi Gazi Ferhad Paşa’dır. Eyalet paşa sancağı Saraybosna başta olmak üzere, İzvomik (Zvornik), Saray Bihke (Bihac), Banyaluka, Travnik ve Hersek olmak üzere altı sancaktan oluşmaktaydı. 1876’da Hersek ayrılarak önce bağımsız mutasarrıflık, sonra vilayet oldu. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşından sonra Berlin Antlaşması’yla Bosna-Hersek Osmanlı vilayetleri olarak kalmakla birlikte yönetimi Avusturya-Macaristan’a bırakıldı. 1908’de Avusturya-Macaristan burasını tamamen ilhak etti. 1918’de Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı’nın bir parçası olarak Sırbistan ile birleştirildi. 1946’da Yugoslavya’nın altı halk cumhuriyetinden biri oldu.

Yugoslavya dağılınca
1990 sonrası Yugovlavya dağılmaya başlayınca federe cumhuriyetler de bağımsızlıklarını ilan ettiler. Sırbistan’ın eski Yugoslavya’ya tek başına sahip çıkma politikası büyük bir krize yol açtı. Kanlı çatışmalar da tüm ülkeyi bir iç savaşa soktu. 1991 Şubat’ında Hırvatistan ve Slovenya’nın bağımsızlık kararlarını Sırbistan yönetimi tanımadı. Ancak Almanya ve AT’nin yoğun baskıları sonucu iki ülkenin statüsü belirlendi. Bosna-Hersek 12 Temmuz 1991’de Hırvatistan’ın, Yugoslavya’dan ayrılması durumunda birlikten ayrılacağını duyurdu. 15 Ekim 1991’de Müslüman ve Hırvat milletvekillerinin oyları ile “Bosna-Hersek’in egemenliği ve yakın gelecekte Yugoslavya Federasyon’dan ayrılması ilan edildi.
Oylamaya katılmayan Sırp milletvekilleri tepkilerini 4 Kasım 1991’de “Kuzey Bosna Özerk Sırp bölgesi”, 9 Ocak 1992’de “Bosna-Hersek Sırp Cumhuriyeti”ni ilan ederek gösterdiler. Bosna-Hersek Cumhuriyeti’nde ise bağımsızlık kararı 1 Mart 1992’de halkoylamasında yüzde 99.4 kabul oyuyla tescil edildi. Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri ve AT ülkeleri bağımsızlığını tanıdı ve Bosna-Hersek Birleşmiş Milletler üyeliğine de alındı.
Bağımsızlığı tanımayan Sırplar Bosna-Hersek’in toprakları üzerinde hak iddia ederek bir savaş başlattılar. Çeteci Sırp milisler, Federal ordunun açık desteği ile 1992 Nisan’ında Bosna-Hersek’e saldırıya geçtiler. Sivil halk acımasızca öldürüldü. Kültürel kimliğin bir parçası olan camiler, medreseler, köprüler, imaretler ve diğerleri, pek çok anıt acımasızca hedef alınıp yok edildi. Sadece 1992 yılı içinde 200 bine yakın Bosnalı’nın öldürüldüğü 1 milyon 500 bin kişinin de zorla göç ettirildiği biliniyor.
Toplama kamplarında insanlık dışı işkencelere maruz kalan genç kız ve kadınlar vahşice tecavüz edilerek öldürüldü. Başkent Saraybosna Sırplar tarafından kuşatıldı. Bosna’da insanlık tarihinin en acı sahneleri yaşandı.

100 yıl önce Bosna 100 yıl sonra Bosna - Saraybosna’da sabah ezanları

Savaş sırasında binlerce kitabın yandığı tarihi kütüphane restore edildi.

Yarın: Avrupa’nın Kudüs’ü Saraybosna, Gazi Hüsrev Bey, Sefaradlar, Osmanlı egemenliğinin sonu