10.06.2020 - 11:02 | Son Güncellenme:
25 Mayıs'ta ABD'nin Minneapolis kentinde polisin öldürdüğü George Floyd son yolculuğuna uğurlanırken, ölümü ırkçılık ve polis şiddeti karşıtı protesto gösterileriyle bütün dünyada yankı buldu.
Floyd, Houston Memorial Gardens Mezarlığı'nda annesinin yanına defnedildi. Cenaze törenine binlerce kişi katıldı. Dört saat süren törende Floyd’un ailesinden çok sayıda kişi ile birçok din adamı ve siyasetçi konuşma yaptı. Konuşmalarda ırkçılık protesto edildi, adalet çağrısı yapıldı.
Sivil hakları aktivisti ve rahip Al Sharpton, törende yaptığı konuşmada "Tanrı Floyd’u dünyayı değiştirecek bir hareketin köşe taşı yaptı. George gibilerin hayatını sona erdirdikleri için birileri bedel ödemedikçe onların hayatının bir değeri olmayacak” dedi.
Bu konuda kasıtlı bir ihmal olduğunu söyleyen sivil haklar hareketi aktivisti Shapton, Floyd’un ailesine, “Uzun erimli olarak yanınızda olacağım. Son TV yayın aracı gittiğinde biz hala burada olacağız” ifadesini kullandı.
"Kurumsal, sistemik bir soruna karşı mücadele ediyoruz" diyen Rahip, ABD Başkanı Donald Trump’ın protestolara tepkisini 'yüksek makamlarda kötülük' şeklinde eleştirdi. Sharpton, Trump’ın polis şiddetini değil protestoları nasıl durduracağı ve protestoların seçimleri nasıl etkileyeceğini konusuna odaklandığını, bu nedenle Amerikalıların yaşamlarını tehlikeye attığını söyledi: "Dünyanın her tarafında köle sahiplerinin torunları, köle sahiplerinin heykellerini deviriyor."
Orduyu sokağa çıkaracağını söyleyerek ABD'deki fay hatlarını yerinden oynatan Başkan Donald Trump'ın ise, ekibinde söz konusu fikri desteklemeyenler yüzünden öfkeden deliye döndüğü bildiriliyor.
Wall Street Journal gazetesi, ABD Savunma Bakanı Mark Esper'in askeri sokağa indirme fikrini desteklemediğini söylemesi üzerine Trump çok kızdı ve Pentagon'un 1 numarasını görevden almanın eşiğine geldi.
Gazeteye göre, görüş ayrılığı ikili arasında derin bir uçuruma yol açtı. Esper'i görevden almaya çok yakın olan Trump, danışmanları ve Kongre üyeleriyle yaptığı istişareler sonrasında bu kararından vazgeçti.
Danışmanları ABD liderine Esper'in görevden alınmasıyla hükümet içindeki krizin daha da derinleşebileceği uyarısını yaptı. Esper'in ise bu duruma hazırlıklı olduğu ve istifa mektubunu yazdığı belirtiliyor.
Trump, orduyu sokağa indireceğini söylerken aynı dakikalarda Beyaz Saray önünde toplanan protestocular biber gazına boğulmuş, ardından ABD lideri La Fayette Parkı'ndan geçerek karşıdaki kiliseye yürüyerek gitmişti. St. John Kilisesi'nin bahçesinde İncil'le poz veren Trump'ın yanında, tahmin edileceği gibi Savunma Bakanı Mark Esper de vardı. Söz konusu skandal poz, tüm çevrelerden büyük tepki çekmişti.
Trump ve Esper arasında soğuk rüzgarlar eserken, ABD tarihinde bir ilk gerçekleşti. ABD Senatosu, General Charles Brown’ın Hava Kuvvetleri Komutanı olarak atanmasını onayladı. Brown, Amerikan ordusunda ilk Afrika kökenli kuvvet komutanı olarak görev yapacak.
Trump'ın aday gösterdiği Brown için yapılan oylamaya katılan 98 senatörün tamamı, teklifi destekledi. Orgeneral Brown, bu atama öncesinde ABD Hint-Pasifik Kuvvetleri Hava Unsurları Komutanı olarak görev yapıyordu.
Twitter'dan mesaj paylaşan Trump, "ABD’nin ilk Afroamerikan kuvvet komutanı olarak Orgeneral Charles Brown’ı Hava Kuvvetleri Komutanlığına atama kararım, Senato tarafından onaylandı. ABD için tarihi bir gün. Büyük bir vatansever ve lider olan Orgeneral Brown ile yakın çalışma konusunda heyecanlıyım" dedi. Başkan Yardımcısı Mike Pence ise, siyah komutanın adaylığını 'tarihi' olarak niteledi.
Atamanın George Floyd'un polis şiddeti nedeniyle hayatını kaybetmesinin ardından başlayan yaygın protestolar sürerken ve Floyd'un Houston’daki cenaze töreninde birçok konuşmacının ırksal adalet taleplerini dile getirirken gerçekleşmesi dikkat çekti.
Trump'ın bir başka Twitter mesajı ise yine ABD'yi çalkaladı. ABD lideri, New York eyaletinin Buffalo kentinde polis tarafından itilerek yere düşen 75 yaşındaki Martin Gugino hakkında bir komplo teorisini Twitter hesabında paylaştı.
Trump, One America News televizyonunun bir haberine atıf yaparak, göstericinin faşizm karşıtı Antifa hareketinin provokatörlerinden olabileceğini ve 75 yaşındaki erkeğin polise tezgah kuruyor olabileceğini öne sürdü. Trump, beklendiği gibi Gugino ve örgüt arasında bağlantı olduğuna dair delil ise sunmadı.
One America’nın Gugino’nun cep telefonundaki bir teknolojiyi kullanarak polisin iletişimini etkilemeye çalıştığını öne süren haberine atıfta bulunan Trump, "Polisin ittiği Buffalo’daki protestocu ANTIFA provokatörü olabilir. 75 yaşındaki Martin Gugino polisin ekipmanını işlevsiz hale getirmeyi amaçlıyordu. İtildiğinden daha sert yere düştü. Bu bu bir tezgah olabilir mi?" dedi.
New York Valisi Andrew Cuomo, Trump’ın Twittter mesajlarına tepki gösterdi, yangına benzinle gittiğini belirterek özür dilemesini istedi. Trump’ın tweet’ine Cumhuriyetçiler’den de tepki geldi. Senato’daki en kıdemli ikinci Cumhuriyetçi olan Güney Dakota Senatörü John Thune, "Bu, sadece gerçeklere ve kanıtlara dayanarak ortaya atılması gereken bir suçlama ve ben bunların hiçbirini henüz görmedim" dedi.
Geçen hafta Trump’ı destekleyip desteklememe kararında zorlandığı şeklinde bir açıklama yapan Cumhuriyetçi Parti Alaska Senatörü Lisa Murkowski de, bir gazeteci tarafından Trump’ın tweet’inin gösterilmesi üzerine, "Aman tanrım. Tekrar, neden ateşi körüklersiniz? Bütün diyeceğim bu" ifadesini kullandı.
Buffalo’daki gösteri sırasında polisin 75 yaşındaki Martin Gugino’yu iterek yere düşürmesi de cep telefonu kamerasıyla görüntülenmiş ve sosyal medyada ses getirmişti. Kulağından kan sızan ve hastaneye kaldırılan Gugino’nun durumunun stabil ancak ciddi olduğu belirtilmişti. Olaya karışan iki polis açığa alınmalarının ardından ikinci derece saldırı ile suçlanmıştı.
Peki, George Floyd'un ölümü ABD'de neden bu kadar büyük bir tepki yarattı? Washington'dan yazan BBC muhabiri Helier Cheung'un analizi, "Binlerce Amerikalı, bazıları hayatlarında belki de ilk defa ırkçılık karşıtı protestolar için sokaklara çıktı. Peki bu trajedi neden özellikle böyle etki yarattı?" cümlesiyle başlıyor:
"George Floyd, polis tarafından öldürülmesiyle protestolara yol açan ilk siyah Amerikalı değil. Tamir Rice, Michael Brown ve Eric Garner da polis tarafından öldürüldükten sonra değişim çağrıları ve eylemler yapılmıştı. Ancak tepkilerin daha yaygın ve sürekli olduğu bu sefer, durum farklı görünüyor. ABD genelinde 50 eyalet ve başkent Washington DC'de ve nüfusun ağırlıklı olarak beyaz olduğu şehirler ve kırsal kesimde de gösteriler yapıldı.
Yerel yönetimler, spor ve iş dünyası bu kez tavır almaya hazır görünüyor. En kaydadeğer etki de Minneapolis Belediye Meclisi'nin polis teşkilatını dağıtma sözü vermesi oldu. Black Lives Matter (Siyahların Hayatları Değerlidir) protestolarına bu sefer diğer ırklardan da eylemciler katılıyor. Giderek daha çok sayıda beyaz ve diğer etnik kökenliler siyahlarla birlikte.
New York Üniversitesi'nde Black Lives Matter hareketi üzerine ders veren aktivist Frank Leon Roberts BBC'ye yaptığı açıklamada, "George Floyd'un ölümü üzerine pek çok farklı faktör bir araya gelip, 'isyan için mükemmel bir fırtına' oluşturdu" diyor. Beyaz polis memuru Derek Chauvin, "Nefes alamıyorum" dediği halde, sonunda tepki vermez hale gelene kadar dizini George Floyd'un boynu üzerinde yaklaşık 9 dakika boyunca tuttu. Olay, net bir şekilde videoya çekildi.
Roberts,''Polis şiddetinin önceki birçok örneğinde belirsiz bir anlatım ihtimali vardı, ne olduğuna dair kısıtlı görüntü veya polis memurunun hayatından endişe ettiği için anlık bir karar aldığı söylemleri vardı'' diyor: "Bu olay ise tamamen açık bir adaletsizlik eylemiydi, insanlar Floyd'un silahsız ve aciz durumda olduğunu görebiliyordu."
Son günlerdeki protestolara katılanların çoğu ilk kez eyleme katıldığını söylüyor; George Floyd'un ölümünü görmek onlara daha fazla evde kalamayacaklarını hissettirmiş. Maryland eyaletinden protestocu Sarina LeCroy BBC'ye, "Videoya çekilmeyen yüzlerce ölüm var ancak sanırım bu videodaki dehşet ve açık nefret insanları uyandırdı'' yorumunu yaptı.
Aynı şekilde Wengfay Ho da Black Lives Matter hareketini desteklediğini, fakat George Floyd'un onu ilk defa sokağa çıkmaya ittiğini söylüyor: "Çok fazla his uyandırdı ve değişim çağrısı şu an her zamankiden daha acil."
Roberts, "Tarih beklenmedik güçler yakınlaştığında değişir" diyor. Floyd'un ölümü, koronavirüs pandemisi sırasında Amerikalılara evde kalmalarının söylendiği ve 1930'lardaki Büyük Buhran'dan bu yana en yüksek işsizlik oranlarının yaşandığı bir dönemde gerçekleşti. Roberts bu durumu şöyle anlatıyor: "Tüm ülkenin kısıtlamalar altında olduğu bir durum var ve daha çok sayıda insan evlerinde televizyon izliyor. Başka bir yere bakıp dikkatlerini dağıtamadıkları için, buna odaklanmaya zorlanıyorlar."
Roberts ayrıca, pandeminin çoktan çalışma ve yaşama alışkanlıklarımızı değiştirdiğini ve ve pek çok Amerikalıyı da kendilerine "normalin hangi kısımlarının artık kabul edilemez olduğunu sormaya yönelttiğini" ekliyor. Ayrıca, ABD'deki yüzde13'lük işssizlik oranı, normalden çok daha fazla insanın işteki sorumluluklarını düşünmeden protestolara katılabilmesi anlamına geliyor.
Floyd'un ölümü, Ahmaud Arbery ve Breonna Taylor ölümlerinden kısa süre sonra geldi. 25 yaşındaki Arbery, 23 Şubat günü Georgia'da koşarken bir hırsıza benzettiklerini söyleyen komşuları tarafından vurulmuştu. 26 yaşındaki Breonna Taylor ise polisin Kentucky'deki evine girip 8 el ateş etmesi sonucu hayatını kaybeden bir sağlık çalışanıydı.
İkisinin de ismi son Black Lives Matters protestolarındaki pankartlarda yer edindi, protestoculara Taylor'ın ismini de haykırmaları çağrıları yapıldı. Roberts, George Floyd'un ölümünü 'topluluklar için bardağı taşıran son damla' olarak tanımlıyor ve olayın yaz aylarında, insanların dışarı çıkmak istedikleri bir dönemde gerçekleştiğini hatırlatıyor. Bu yıl başkanlık seçimi yapılacak olması da siyasetçilerin daha fazla yoğunlaşıp bu olaylara tepki verme ihtimalini arttırıyor.
Protestocuların etnik kökenleri üzerine yeterli bilgi olmasa da göstericilerin büyük oranda siyah Amerikalı olmadıkları görünüyor. Örneğin Washington DC'de on binlerce insan cumartesi günü sokaklara döküldü ve kalabalığın neredeyse yarısı siyah değildi. Çoğu protestocu özellikle harekete destek veren pankartlar getirmişlerdi. Bu kısmen, kamuoyundaki görüş farklılığından kaynaklanıyor olabilir.
ABC'nin yaptırdığı ankete göre Amerikalıların yüzde 74'ü Floyd'un öldürülmesinin polisin siyah Amerikalılara karşı muamelesindeki daha yaygın bir sorunun bir parçası olduğunu düşünüyor. ABC, bu durumun Michael Brown ve Eric Garner'ın ölümünden sonra 2014 yılında yapılan benzer bir ankete kıyasla, büyük bir artış gösterdiğini söyledi. Bu anketteki oran yüzde 43'tü.
Roberts, Black Lives Matter hareketinin daima çok çeşitli unsurlar barındırdığını, ABD'deki beyazların ırk sorunlarından bahsetmeye yedecek kelime hazineleri olmadığını söylüyor: "Bu onlar için rahatsız edici; ırkçılıkla ilgili herhangi bir konuşmayı kendi varlıklarına saldırı olarak görüyorlar veya birilerini gücendirebilirler diye konuşmaya haklarının olmadığını düşünüyorlar." Ancak Roberts, şimdi daha çok sayıda beyaz destekçinin bu duruma karşı çıktığını ve 'rahatsız olurken rahat ettiklerini' söylüyor.
Büyük şehirlerdeki büyük gösterilere ek olarak, aralarında Illinois eyaletinin en ırkçı yeri olarak tanımlanan Anna ve Teksas'taki Vidor gibi küçük yerleşimlerde de protestolar yapıldı. Vidor bir zamanlar Ku Klux Klan hareketinin kalesiydi. Floyd'un öldüğü koşulların net olarak görülmesi, insanların birleşmesini de kolaylaştırmış olabilir.
Gazeteci Judy Mueller, ''Benim küçük, beyaz kasabam bir protesto eylemi yaptı. Yalnız değiliz.'' başlıklı köşe yazısında Norwood, Colorado'daki bir anma töreninde 40 kişiyi gördüğünde 'şoke olduğunu' söyledi. Anma törenini organize edenler 'polis ve Black Lives Matter hareketine destek vermenin birbiriyle çelişmediğini' söylerken, Cumhuriyetçi Partili yerel siyasetçi Candy Meehan, "Bunun siyasi bir mesele olduğunu düşünmüyorum, yanlış yanlıştır" dedi.
Siyah eylemciler, büyüyen desteği memnuniyetle karşılıyor. Başkent Washington DC'de yaşayan Eric Wood, 2012 yılında Trayvon Martin'in ölümünden sonraki ve bu yıl başlarında Breonna Taylor'ın ölümünden sonra yapılan eylemlere katıldığını söylüyor. Fakat Wood'a göre, son günlerdeki protesto eylemleri, şu ana kadarki en büyükleri: "Siyah Amerikalılar ve azınlıklar ırkçılığı yıllardır protesto ediyor. Beyazların yardımı olmadığında, bizim sesimizin, bu kadar çok duyulmadığı açık." Roberts ise, "Tarih açıkça gösteriyor. Sular barajı yıkıp geçmeden önce önce değişmesi gerekenler, mevcut sistemlerden faydalanan insanlar" diyor.
ABD genelinde protestolar oldukça barışçıldı ve bazı yerlerde polisler de destek verdi. Yine de protestocular ve polis arasında bazı çatışmalar yaşandı. Geçen hafta yetkililer barışçıl göstericileri zorla Beyaz Saray önündeki meydandan dışarı çıkardı. Kısa süre sonra Başkan Donald Trump, kilisenin önünde fotoğraf çektirmek için sokağın karşısına geçti. Protestoları haber yapan onlarca gazeteci, güvenlik güçlerinin biber gazı, plastik mermi ve göz yaşartıcı gaz kullandıklarını bildirdi. Bazı göstericiler polisin aşırı güç kullanımını protesto için sokaklara çıktı.
Ben Longwell ve Justine Summers, polisin aşırı güç kullanımı nedeniyle, sosyal mesafe kuralına uymanın zor olmasına karşın başkentteki eylemlere katılan iki sağlık çalışanı. Summers eylemlere katılmayı planlamadığını fakat 'polisin ne kadar vahşileştiğini duyduğunda bunun yapması gereken bir şey olduğunu hissettiğini" söyledi.
CNN için yapılan bir ankette, Amerikalıların yüzde 84'ü siyah Amerikalılara yönelik polis şiddetine karşı barışçıl eylemleri meşru gördüklerini ifade etti. Katılımcıların yüzde 27'si de protestocuların şiddet eylemlerini meşru gördüklerini söyledi. Roberts, ''Gerçek şu ki kimsenin incinmesini istemiyoruz. Fakat siyaset ve medya stratejisi olarak, iyisiyle kötüsüyle isyan çıkarmanın kameraların konuya odaklanmasını bir yöntemi olduğunu fark etmemiz lazım" diyor.
Çoğu gösterici belirli değişimler istiyor. Polislerin vücutlarında kamera bulundurmasının zorunlu olması, bütçelerinin azaltılması gibi. Roberts, mevcut protestoların kalıcı bir değişiklik getirip getirmeyeceğini görmek için çok erken olduğunu söylüyor ve ''1950-60'ların sivil haklar hareketinin 10 yıldan fazla sürdüğünü hatırlayın. Ama yine de umutluyuz. Yalnızca Rosa Parks gibi bir kişinin işlerin değişmesine yettiği bir ülkede yaşıyoruz.''
Rosa Parks 1955 yılında beyaz bir adama yerini vermeyi reddettiği için tutuklanmış ve ardından gelen boykot ve geniş çaplı hareket, 1964'te medeni haklar kanunuyla sonuçlanan sürecin kıvılcımını tutuşturmuştu.
Başkentteki pek çok protestocu hafta sonu tarihi bir anın eşiğinde hissettiklerini söylüyor. "İşlerin gerçekten değişebileceği bir noktadayız" diyen Laura Hopman, dokuz yaşındaki iki oğlunu beraberinde getirdiğini anlatıyor: "Onların da, kendilerinin ve başkalarının hayatını değiştiren bu olayın bir parçası olmalarını istiyorum." 10 yaşındaki Dylan Pegram da ilk yürüyüşünde babasıyla birlikte oradaydı: ''Biraz stresli buldum ama aynı zamanda iyiydi de, çünkü değişime ihtiyacımız var.''