EnMustafa Reis ağlarını attı, bekliyor

Mustafa Reis ağlarını attı, bekliyor

31.08.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

Her fırsatta balığa çıkan Mudo'nun sahibi Mustafa Taviloğlu, Sarıyer'in neredeyse bütün reisleri ile ahbap olmuş. Taviloğlu, Mudo'da bu yıl yüzde 55 büyüme ile 95 trilyon ciro bekliyor. "Herkes indirim yapacak. Hakkı olmayan fiyatlar ödeniyordu. Maaşlar, kiralar inecek" diyor

Mustafa Reis ağlarını attı, bekliyor





Söyleşiyi, Mudo'nun Maslak'taki mağazasında yapacağımızı sanırken, kendimizi bir anda Sarıyer'de bir balıkçı teknesini beklerken buluyoruz. Sıcağın altında teknenin kıyıya yanaşmasını tam bir saat bekliyoruz. İçinde Mudo'nun sahibi Mustafa Taviloğlu var.
Meraklı gözlerle yanaşan tekneyi ararken, yanımıza bir balıkçı yanaşıyor. "Kimi arıyorsun abla?" diye soruyor. Tanıyıp tanımayacağı konusunda önce tereddüte düşsem de hemen söyleyiveriyorum. "Şey, Mustafa Taviloğlu'nu.."
"Mudo Mustafa'yı arıyorsun sen. Balıkçılar Çarşısı'nı geç, hemen ileride" diyor.
Tarif edilen yöne gidiyoruz. Taviloğlu, "Torlaklar II" adlı bir balıkçı teknesinden el sallıyor. Derme çatma bir iskeleden tekneye çıkıyoruz. Teknede Ömer, İlyas, İbrahim Reis'lerin yanında ünlü rallici İskender Atakan ve onun konuğu İngiltere BP'de çalışan Faruk Demir var.
Biz röportaj için bir alt kata iniyoruz. Taviloğlu daha önce hiç görmediğim bir neşeyle başlıyor söze:
"İki gündür denizdeyiz. Tatillerimi balığa çıkarak değerlendiriyorum. Karadenize açılmıştık. Röportaj tamamen aklımdan çıkmış. Sen hatırlatınca geri geldik" diyor.
O an Mustafa Taviloğlu'yla değil, Mustafa Reis'le röportaj yapacağımı anlıyorum. Onun bu kadar balık tutkunu olduğunu bilmiyorum.
Aklıma Orhan Veli'nin şiiri geliyor,
"Neler görmüş, neler öğrenmişti kim bilir?
Denizle boğaz boğaza geçen hayatında!
Ağ yamamak, ağ atmak, ağ toplamak,
Olta yapmak, yem çıkarmak, kayık temizlemek..."
Bu tutkunun nasıl başladığını soruyorum...
Anlatıyor:
"Ben küçükken kışları Fatih'te, yazları da Büyükdere'de oturuyorduk. Çocukluğum aklıma gelince hafızamda şöyle bir görüntü beliriveriyor. Elimde kamıştan bir olta, yem ve balık öylece duruyorum. Deniz vardı, denizde balık, bende de olta vardı. Geriye yemi oltaya takmak kalıyordu."
Yanımızdan geçen birine laf atıyor hemen, "Balıklar kokmasın, ne oldu?" Birazdan balık yeneceği için merak etmiş. Pişirilip pişirilmediklerini soruyor.
Sonra anlatmaya devam ediyor:
"Ben sorarım, gözlerim. En iyi balıkçılarla konuşurum. Her balıkçı aynı değildir. Oltacısı, ağcısı, derin su balıkçısı vardır."
Siz hangisinde uzmanlaştınız? diye soruyorum.
"Denizden babam çıksa yerim, denir ya. Ben de her balığı tutmaya meraklıyım. Çocukken çır çır ve horozbina bir başka deyişle "sümüklü" adlı balıkları tutardım. Bu balıkları kimse tutmazdı. Balık tutmayı bilmeyenlerin oltasına gelen bir balıktır. O zaman seçme yapamazdım. Oltayı atardım o gelirdi. Eti de yenmezdi. Sonra bu balıkları tutmamayı öğrendik. Deniz çok şey öğretiyor insana. Hâlâ öğreniyorum."

Artık horozbina yok
Ömer Reis'e sesleniyor bu kez: "Ömer, biz küçükken horozbina tutardık. Artık denizde hiç göremiyorum bu balıkları."
Ömer Reis, "Şimdilerde o balıklardan pek yok" diye cevaplıyor Taviloğlu'nu.
Taviloğlu bana dönüp, "Biraz büyüdükçe kefal yavrularını tutmaya başladık. Kefalı denizi seyrederken pırıltısından farkedersiniz. Taşlarda yosun yer, yerken parlardı. Taşların arasında onları arardık" diye devam ediyor.

'Uskumru ağı boşaltır'
Geçmişi anlatırken neşesi bir kat daha artıyor: "Yedi yaşımda 'Tonton' adlı bir sandalım oldu. Benim kadar bir sandaldı. Bir aile yakınımız olan İsmail amca bana ağ atmasını ve olta balıkçılığını öğretti. Onunla beraber defalarca denize çıktım.
Sonra çaparicilik başladı. O dönem Boğaz'da uskumru olurdu. Uskumru çaparisi çok zevklidir. Hüner ister. Çünkü uskumru yakalandığı zaman kendini fişekler. Oltayı boşaltır derler. Yani oltaya yakalandığında kendini yukarıya doğru atar. Ondan önce davranmazsanız olta karışık gelir.
İzmarit de çok akıllı bir balıktır. Yemini iyi takmak lazım. Sonra lüferciliğe başladık. Ağ attık. Tekir ağcılığı başladı."
Yan taraftaki tekneyi gösterip konuyu birden değiştiriyor:
"Burada hummalı bir faaliyet var. Çünkü balık yasağı cumartesi gecesi (dün gece) bitiyor. Bu sene çok balık yenecek."
Az sonra yanımıza Torlak Cemil Reis gelip, Taviloğlu'na 'Hiç balık tutamadınız mı?" diye sordu.
Taviloğlu'nun cevabı, "Ne oynaklara girdik de bir tane tutamadık" oldu.
Cemil Reis'le bizi tanıştırdıktan sonra, "Torlak ailesinin teknesine misafir oluyoruz, dinleniyoruz. Arkadaşım Rallici İskender Atakan'ı da alıştırdım. Torlak ailesiyle beraber balığa çıkıyoruz" diyor.
Ardından gazeteci olduğumuzu öğrenen Cemil Reis söze giriyor: "Balıkçılık hiçbir iş koluna benzemez. Bu işi bırakanlar, diğer işlerde daha fazla para kazanmalarına rağmen geri döndüler. Tutku gibi bu iş. Amatörce yaparsanız keyifli ama bu dönemde biraz meşakkatli. Masraflar çok."

Kazandığımdan çok maaş ödedim
Cemil Reis'in masraflar çok lafı üzerine Taviloğlu, konuyu ekonomiye getiriyor. Bu yıl şirketlerinde yüzde 55'lik büyümeyle 95 trilyonluk ciro bekleyen Taviloğlu:
"Türkiye değişiyor. Eski dönem geride kaldı. Güven ortamı oluşuyor. Başka şansımız yok. Böyle gidemezdi. Her geçen gün daha iyi şeyler olmaya başladı. Bu sene fiyatlar daha ucuz. Herkes indirim yapacak. Çünkü hakkı olmayan değerler ödeniyordu. Maaşlar, kiralar... Yabancılar şaşırıyordu. Her şey yerine oturuyor yavaş yavaş. Bazı yöneticilerime bir müddet benim şirketten bir ayda çektiğim paradan fazlasını maaş olarak ödediğim oldu. Bir saltanat dönemi mi desek. O günleri ileride anlatacağız. Biz inanıyorduk ve son iki senede büyümeye devam ettik. Dokuz yeni Mudo mağazası açtık. Bunlar arasında bahçe mağazamız da var."

'Ağları denize attık'
Satışlar nasıl diye soruyorum:
"Son senelerde kazanmayı unuttuk. Ayakta durmaya çalışıyoruz. Yani ağları denize attık. Denizdeki balıkların pazarlığını dahi yapmıyoruz. İşimize devam ediyoruz. Daha ağları çekmedik. Zarar eden işlerden çıktık. Dört mağazamızı da kapattık. Çocuk işinden çıkıyoruz. Bir yıl önce bize kar getirmeyen Naf Naf'ı bıraktık. Chevignon'u bu yıl sonunda bırakacağız" diye cevaplıyor.

'Lüzumundan fazla tartışıldı'
Sırası gelmişken, "Geçen hafta Naf Naf ve Chevignon markalarını kâr etmedikleri için bıraktığınızı açıklamıştınız. Markaların yeni distribütörü Hamoğlu Holding'den ise bunun tam tersi bir açıklama geldi. Bu tartışmada kamuoyu kim haklı kim haksız karıştırdı. Bu tartışma daha sürecek mi?" diye soruyorum.
"Lüzumundan fazla bile konuşuldu, tartışıldı. Ben bu işin bu kadar değerli olduğunu sanmıyorum. Bu iş ileride konuşulsa daha önem kazanır. Biz yolumuza devam edeceğiz" diye cevaplıyor.
"Bu markaların satışlarınızdaki payı neydi?" diye soruyorum bu kez.
Taviloğlu'nun cevabı şöyle oluyor:
"Bu iş çok önemli bir iş gibi lanse edildi. Karşı taraf için de çok önemli bir iş olduğunu tahmin etmiyorum. Bizim için de iki markanın satışlarımız içindeki payı yüzde 10'u bulur veya bulmazdı. Alana da satan da hayırlı olsun. Bakın benim bugüne kadar aldığım en önemli hediye bir kitap açacağı. Bana bunu eşim almıştı. Üzerinde Churchill'in bir sözü var, "Never never never quit" yazıyor. Yani "Hiç, hiç, hiç vazgeçmeyeceksin" demek. Doğru bildiğin hiç bir şeyden vazgeçmeyeceksin. Ben de doğru bildiğimden vazgeçmem. Benim doğrum ne: Bu memlekette gelecek, yine iş var. Bunlar karşıma çıkınca yolumu mu değiştireceğim yani. Hayır."

Fırını da var
Az sonra İlyas Reis sesleniyor. "Balıklar hazır. Sofraya buyrun." Masada palamut pilaki, istavrit tava var. Yanlarında bol domatesli marul salatası duruyor. Tabii bir de helva. Bütün reisler sofraya toplanmış. Masanın başına Mustafa Reis geçiyor. Biz tok olduğumuz için Taviloğlu'nun balıklarından sadece tadıyoruz. Ancak balıkçıların "Balıktan sonra helva yenir" önerisine karşı çıkmıyoruz.
Taviloğlu yediği ekmeğe bakıp, kendisinin de bir ekmek fırını olduğunu söylüyor. Şaşırıyoruz.
Neşeyle balıkları yemeye devam ediyorlar. Taviloğlu Naf Naf stresini balıkla üstünden atmışa benziyor...



BUSINESS