EnÇalışanları alınır diye ofis kurmadı

Çalışanları alınır diye ofis kurmadı

12.10.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

'Ben 'iyi bir aile babası' olarak kariyer yapacağım'

Çalışanları alınır diye  ofis kurmadı





"Önce para kazanmalı, sonra daha da çok para kazanmalısın. Ama para yeterli değildir. Saygın da olmalısın. Sana, 'sayın' diye hitap edilmeli. Etkin derneklerde koltuk sahibi, 'başkan' olmalısın... Ankara'da yüksek bürokratlarla, hükümet adamlarıyla muhabettin olmalı. Açılışlarına başbakan da gelmeli. Zaman zaman memleketin geleceği, teşvikler, yatırım engelleri konusunda demeçler vermelisin. Görünüş de önemli. İşadamı 'ciddi' olur. Koyu renkli, pahalı elbiseler giymelisin. Araban heybetli olmalı, azametine yakışmalı... Şirkete adım attığında çalışanların titremeli. En büyük zafiyet emirlerinin 'tam zamanında' yerine getirilmemesidir. Çalışanla ahbaplık edilmez. Adamın tepesine çıkarlar.
Bu, '...ceksin', '...caksın'lar, '...melisin', '...malısın'lar aslında 'eski kuşak' işadamının iş ve yaşama ilkelerinin kısa bir özeti. Çocukları da babalarından bunları dinledi. Bu öğütlere uymaları, bu hedeflere odaklanmaları istendi...
Ama böyle olmadı. Babası patron olsun veya olması yeni jenerasyon işadamlarının hayat felsefesi büyüklerinden tamamen farklılaştı. "Kısacık bir ömrü bunlar için tüketmeye değer mi?" diye düşünmeye başladılar. İşlerinde 'keyif' aradılar, çoğu hobisini işe çevirdi. Beş yıldızlı otellerde, pahalı restoranlarda eğlenmek yerine dostlarıyla Tünel, Asmalımescit, Ortaköy'de buluştular. Gösterişli kıyafetlerle dolaşmıyorlar. Babaları 'iş' için giyiniyordu, onlar 'kendileri için' giyiniyor. Babaların giysileri, 'ne iş?' yaptıklarını gösteriyordu. Çocukların giysileri 'stillerini' yansıtıyor.
'İş' hayatlarının amacı değil. Kendilerine, eğlenmeye, hobiye ciddi vakit ayırıyorlar. Kimi klasik otomobil koleksiyonu yapıyor, kimi uluslararası maratonlara katılıyor. Uzakdoğu felsefesine kafa yoranlar var. Sahibi oldukları firmalarda 'patronculuk' oynamıyor, 'takım ruhu'na inanıyorlar. Çalışanları ile görüşmelerinde hiyerarşiyi, törenselliği, mesafeyi kaldırıyorlar. Her kapının bir 'müdür'e açıldığı kastlaşmış sistemleri istemiyorlar. Onların tarzı, her kademeden çalışanın 'rahat' olabildiği 'beyin fırtınaları' ile fikir üretmek ve takım olarak hedefleri gerçekleştirmek.


Yaman Erturan, ofis tasarımı ve mobilyaları alanında faaliyet gösteren Mozaik firmasının sahibi. Üst düzey yöneticilerin, işadamlarının ofislerini tasarlıyor, dekore ediyor.
Bununla birlikte, belki şaşıracaksınız ama kendisine ait bir çalışma odası ya da ofisi hiçbir zaman olmamış...

Erturan, bunun nedenini şöyle anlatıyor:
"Kapıları her zaman açık bile olsa, patronun kendine özel bir ofisinin olması benim yönetim anlayışıma ters. Ofis, bence patron ile çalışanlar arasında büyük bir sınır koyuyor. Hiçbir çalışan kapıyı tıklatıp, patronun odasına rahatlıkla giremez, derdini, fikrini ifade edemez."
İşte bu düşünceyle patron ama bir ofisi yok.
Çalışma arkadaşlarıyla birlikteyken, kendini onlardan farklı hissetmediğini, emir vermekten hoşlanmadığını anlatan Erturan'ın çalışan - patron ilişkileri konusundaki

fikirleri de şöyle:
"Biz şirkette bir takım kurduk ve oyunu hep birlikte oynuyoruz. Bu takımda yer alanların birbirinden farkı yok."
Erturan'ın eğlencesi de iş arkadaşlarıyla... Her hafta toplanıp basketbol oynuyorlarmış.

Babası, Galatasaray camiasının duayenlerinden. Bir dönem kulübün başkanlığını da yapmış bir isim. 36 yaşındaki Mehmet Yalman ise babası Alp Yalman gibi tanınmayı, 'önemli adam' olmayı önemsemiyor. Ailesinden ve Yalman soyadını taşıyan birini bağrına basmaya hazır Galatasaray Kulübü'nden gelen baskılara direnmiş. İsviçre'de eğitimini tamamlayıp döndüğünde babasından 'kuruş bile' istemeden, okul arkadaşlarıyla bir şirket kurmuş. Şimdi, uluslararası projelere finansman aracılığı yapıyor. Son işleri, Sibirya'da devlete ait bir kereste fabrikasının yapımı için kredi bulmak.
'Kendi başına var olma isteği ve tarz farkı' ile açıklıyor tutumunu. "Babam ve dedemin ulaşmak istediği basamaklar, hedefler benimkinden kat kat yüksekti" diyen Yalman, ailesinin iki kuşağı arasındaki farkı şöyle anlatıyor:
"Ben babam gibi büyük hırsların adamı olmadım. Galatasaray'a yönetici olmak yerine, sıradan bir taraftar olmayı, milletvekili olmak yerine iki çocuğumla sakin bir hayatı tercih ettim. Gece gündüz çalışıp milyonlarca dolar kazanmak yerine yılda iki kez ailemle tatile çıkmayı seçtim."
Yalman, her insanın hayatta, parlak bir kariyer veya çok para kazanmak ile iyi bir aile kurmak ve huzurlu bir yaşam sürmek arasında tercih yapmak zorunda kaldığını belirtiyor. Kendisinin de iyi bir aile babası olmak için kariyer yapacağını belirten Yalman, işlerini iki yıl içinde geri plana atıp ailesiyle daha fazla zaman geçirmek istiyor.

Antalyalı Eyilik ailesinin kızları Fulya, eğitimini tamamlar tamamlamaz baba tezgâhının başına geçti. Ne kadar çabuk pişerse, o kadar iyiydi. Turizm ve medya şirketlerinin yönetimini devraldı. Ama iş dünyası sert ve acımasızdı. Ruhunun derin yaralar almaya başladığını hissetti, kendini dine verdi. Beş vakit namaz kılan, oruç tutan iyi bir
Müslüman oldu.
Ailesinin tüm muhalefetine rağmen, çıktığı yolculuk onu Hindistan'a sürükledi. "Burada Sufilerle, Budist rahiplerle bir araya geldim. Kendimi tanıdım, zaaflarımı ve onları kabul etmeyi öğrendim, insan olduğumu hatırladım" diyen Fulya Eyilik, Türkiye'ye 'eski Fulya'yı gerilerde bırakarak döndü. OWO Yoga'yı kurdu. "Artık ailemin bir zamanlar olmamı istediği gibi hırslı değilim. Gözü dönmüş bir şekilde trilyonlarla oynamak bana aykırı. İşimi yaşamımın bir parçası olarak görmek, keyif almak benim için ön planda" diyor.
29 yaşındaki Fulya Eyilik, babasıyla arasındaki en önemli farkın da bu olduğunu belirterek, şunları söylüyor:
"Babam ve onun kuşağından işadamları dünyayı 'aldım, sattım' hesabıyla algılıyor. Babam şirkete girdiğinde herkes ürker, gerilim yaşar. O da babasından öyle görmüş. Ama ben arkadaş olmaya çalışıyor, takım ruhu yaratmaya gayret ediyorum. Hiyerarşiye inanmıyorum, 'patronun kızı' olduğum için özel olduğuma inanmıyorum. Kimseyle patron - çalışan ilişkisi kurmuyorum. Bir zamanlar soyadımdan dolayı kendimi üstün görmek gibi bir illüzyona kapılmıştım. Bu bana mutsuzluk verdi. Sıradan yaşıyorum, ailem bu tercihime destek veriyor."

Metin Aroyo, ofisboy olarak başlamıştı, yola reklam dünyasının başarılı şirketlerinden Piramit Ajans'ın patronu olarak devam ediyor. Mesleği öğrendiği 'abiler'den çok farklı bir portre çiziyor. 'In' mekânlardan uzak duruyor. Konuşurken İngilizce cümleler kurmuyor. "Reklamcıların çoğunda, nedense üzerlerine yapışıp kalan snob bir hava var. İnsanlara tepeden baktıkları doğru. Ben bu üsluptan uzak duruyorum. En önemli erdemin tevazu olduğunu biliyorum" diyen Aroyo'nun övündüğü tek özelliği 'iyi bir sosyal demokrat' olması.
Aroyo, bu özelliğinden ötürü reklamlarını tasarlarken 'ürünü nasıl sattırırım'dan önce toplumsal sorumluluk duygusunu ön plana çıkardığını ifade ediyor. "Topluma zarar vereceğini düşündüğüm bir projeyi parası ne olursa olsun kabul etmem" diyen Aroyo, çalışanları ile de kurduğu farklı diyaloğu ise şöyle anlatıyor.
"Ben bu işe yerleri süpürerek başladım. Patronculuk oynayamam. Zam döneminde personelin ne hissettiğini benden iyi kimse bilemez." Aroyo'nun şirketinde çalışanlar patronlarına imzalı mektup yazarak zam isteyecek kadar cesur!
Bazen reklamcılığının da önüne geçen bir hobisi var. Maraton koşuculuğu! Her sabah iki saat koşuyor. Türkiye'de yapılan maratonlarda dereceler almış. Bu yıl ilk kez uluslararası Atina Maratonu'nda koşarak Türkiye'yi temsil edecek. Koşmadığı zamanlarda dalış yapıyor.

Türkiye'nin ilk elektronik markalarından Grundig'in kurucusu Goldenberg ailesinin üçüncü kuşak üyesi Aksel Goldenberg, kendi kanatlarıyla uçmayı tercih eden patron çocuklarından. Önce alternatif otomotiv yakıtları ile ilgili çalışmalar yaptı, LPG'yi Türkiye'yle tanıştırdı. 1 milyondan fazla araç bugün LPG'li. Gece yaşamına tutkusu yüzünden İstanbul'un ünlü kulüpleri Dada, A la Krep, Bobo's'u kurdu. Vaktinin önemli bir bölümünü antika araba koleksiyonu için harcıyor.
Kendisine itaat eden değil, işini çok iyi bilenlerle çalışmayı seçiyor. Her kademeden çalışanları günün her saatinde onu cepten arayabiliyor.
Herkes çalışma saatini kendisi belirliyor. İşe saat kaçta gelip kaçta çıktıkları önemli değil. Önemli olan verimli çalışmaları.
"Bizim şirkette patron anlayışı yok, benden deneyimli insanlarla çalışıyorum. Abi kardeşiz. Birbirimizin evinde buluşur, hem eğlenir hem beyin fırtınası yaparız" diyen Goldenberg'in anlayışında
'şu müdürü, bu müdürü'
yok. Hiyerarşiyi kaldırmış. Goldenberg, şöyle diyor:
"Dede yoktan var etmiş, baba ağır krizler atlatmış, tedbirli yaklaşıyor. Biz ise işe anarşist bir ruhla yaklaşıyoruz. Konvansiyonel 50 firmanın içinde 51. olmak niyetinde değilim. 50, artı 1 şeklinde, 'alternatif bir şirket'
olabilmek önemli."

İnal Dinçer, son yıllarda dünya gençliğinin en önemli giyim trendi olan "street wear' (sokak giyimi) tarzında başarılı bir Türk markası yarattı. Yasha, bugün ABD'nin ünlü Diesel, Lee, Replay mağazalarında satılan ve aranılan bir marka. Zara, Best Seller gibi markalar 'Yasha'yı koleksiyonlarına kattılar. Yasha markalı ürünlerin en tutulan özelliği ise etiketinin gizli olması. İmajlardan, trendlerden, sıradanlaşmaktan uzak duruyor.
Dinçer, bugünlere 'gecesini gündüzüne katarak' gelmemiş. 30 yaşında iş hayatına atılan Dinçer, 'yaşamak'tan taviz vermemiş. Şimdi 42 yaşında. Canı sıkılınca 'iş miş demiyor', en önemli toplatıları bile askıya alıp uzun seyahatlere çıkıyor, fotoğraf çekiyor, sokaklarda geziyor, farklı kültürleri keşfediyor, gençlerin takıldığı mekânlarda eğleniyor, reiki, meditasyon ve yoga yapıyor, sağlıklı yemek yiyor.
"Yöneticiliği bilmiyorum, hiçbir zaman da öğrenmek istemiyorum" diyen Dinçer, "Yasha eşittir ben ve benim gibi insanlardan oluşan ekibimin ruhunu taşıyor. İlhamımızı moda ve trendlerden değil, bizzat sokaktan alıyoruz" diyor.
'Patron' lafını itici bulduğunu belirten Dinçer'in iş felsefesi şöyle: "Mutluluk nakit akışından ibaret değil. Her gün yeni bir şeyler öğrenmek,
hiç bir şeyi ciddiye almadan, strese kapılmadan, keyif
alarak yaşamak."



BUSINESS


Herkes daha çok para için yarışta
Talih kuşu, bana konsana
Hayatını sünnet kontrolü kurtardı
İlaç gibi ciro: 1 milyar dolar
Her başarılı markanın arkasında başarılı bir reklamveren var
Dr. Nejat Eczacıbaşı'nın hayatından kesitler bir filmde ve bir kitapta toplandı
Yurdum esnafı, 'cici bey'lere perakende dersi verecek
Patron çocukları, kendi şirketinden 'patronu' kovdu
Dikkat pazarda genel müdür var!
Hükümet gibi otelci
Düsseldorf'ta gördüğü makinenin fotoğrafını çekip, kendisi üretti
Fon payı kalktı ama kesintiye devam ediliyor
Doğramacı '15 milyon dolara çıkar' dedi, Koç'a 500 milyon dolara mal oldu
Elli yıldır golden yemekten bıktık, toprak da bıktı
Sanal âlemde 10 milyon dolarlık kumar teklifi
Fransa, tüketicisini euroyla beraber İspanya'ya kaptırdı
Kendisi küçük, içi büyük