MimarlıkYüzyıl Ortası Modernizmi

Yüzyıl Ortası Modernizmi

27.08.2024 - 23:10 | Son Güncellenme:

1950’lerin ortalarında dünyayı etkisi altına alan bir tasarım hareketinin günümüzde popülerliğini koruması ve hatta değerini giderek artırması mümkün mü? Çalışmalarında “mid-century modern” olarak da bilinen “yüzyıl ortası modernizmi” tarzından ilham alan dünyaca ünlü tasarımcı Jonathan Adler’in “İyimserliğin modası asla geçmez!” söylemi bu soruya verilebilecek en iyi yanıt belki de...

Yüzyıl Ortası Modernizmi

Mimarlık, grafik tasarım ve ürün tasarımını kapsayan geniş bir yaratıcı hareketin parçası olan “yüzyıl ortası modernizmi”, temiz ve minimal çizgiler, yumuşak eğriler, geniş açıklıklar, işlevsellik ve akışkanlıkla karakterize edilen, zamansız bir stil olarak geçen yüzyıldan günümüzde hala etkisini sürdürmeye devam ediyor. II. Dünya Savaşı sonrası banliyölerde modern evlere duyulan ihtiyaca yanıt olarak doğan bu akım, 1983’te Cara Greenberg’in “Mid-Century Modern: Furniture of the 1950’s” kitabıyla popülerlik kazanmaya başladı. MoMA'nın 1932’de düzenlediği Uluslararası Stil sergisinin yanısıra Bauhaus hareketi de tasarım dünyasını yüzyıl ortası modern dönemine taşıyan önemli bir basamaktı. Mimar Philip Johnson, müzenin ilk mimari sergisi olan ve Richard Neutra, Le Corbusier, Walter Gropius’un da aralarında olduğu pek çok önemli ismin çalışmalarını içeren serginin direktörüydü. Alvar Aalto ve Marcel Breuer'in çalışmaları -günümüzde yankı uyandırmaya devam eden mobilya tasarımları başta olmak üzere- yüzyıl ortası modern hareketi için biçimlendirici oldu. Arts and Architecture tarafından yaratılan ve desteklenen savaş sonrası Case Study Houses programı da yüzyıl ortası modern evlerinin birçok önemli örneğinin ortaya çıkmasını sağladı. Pierre Koenig, Eero Saarinen, A. Quincy Jones ve Eames'ler bu programa yanıt olarak ev tasarlayan modern mimarlar arasındaydı, ancak evlerin tamamı inşa edilmemişti. ABD'deki yüzyıl ortası modern hareketi, Gropius, Florence Knoll, Le Corbusier ve Ludwig Mies van der Rohe'nin çalışmaları da dahil olmak üzere Uluslararası Stil ve Bauhaus hareketlerinin Amerikan yansımasıydı. Amerikan bileşeni, Uluslararası Stil’den biraz daha organik ve daha az biçimsel olmasına rağmen, onunla diğerlerinden daha sıkı bir şekilde ilişkiliydi. 1930'lar ve 40'larda, Bauhaus Sanat ve Tasarım Okulu’nun Alman hayranları olan Ludwig Mies van der Rohe ve Walter Gropius, ABD’deki tasarım okullarında ders vermek için Nazizm’den kaçmıştı. Çalışmaları, Frank Lloyd Wright, Le Corbusier ve Alvar Aalto gibi önemli isimlerin yanı sıra yüzyıl ortası modernizm stiline öncülük etti. Bu tasarım devlerinin etkisi, akademiyle sınırlı kalmayarak konut endüstrisine yayılacak bir tasarım hareketinin temelini attı. Ardından bu hareket, orta sınıf banliyö evlerinin ötesine geçerek New York City gibi doğu metropol merkezlerinde ve California'daki San Francisco ve Los Angeles gibi batı yakası şehirlerinde daha yüksek binaların ve simge yapıların tasarımını da kapsayacak şekilde büyüdü.

Haberin Devamı

Önce İşlev, Sonra Form

Tasarımcı Jonathan Adler, "Yüzyıl ortası modernizmi, gereksiz süsleri çıkarıp bir tasarım hareketinin özüne gerçekten ulaşmakla ilgiliydi. Bu vizyon netliği, doğası gereği iletişimseldir ve insanlar kendilerine hitap eden tasarımları severler. Tasarımcı, gösterişten uzak durarak izleyiciyle doğrudan iletişim kurabilir ve iletişim, nihayetinde iyi tasarımın konusu olur" ifadelerini kullanarak yüzyıl ortası modernizminin en önemli noktalarından biri olan “form, fonksiyondan önce gelmeli” ilkesine atıfta bulunuyordu. Yüzyıl ortası modern evleri, iç mekanlarını sıcak, davetkar tonlar, uyumlu mobilyalar ve sade dekorasyon öğeleriyle pratik İskandinav yaklaşımına göre dekore ediyordu. Bir oturma odası, adının ima ettiği şeyi yapmak için değil, modern bir yaşam tarzı sunmaya elverişli bir alan sağlamak için tasarlanmalıydı. Ürün tasarımı ölçeğinde incelendiğinde de bu dönemin tasarımlarının en önemli özelliklerinden birinin formlarıyla değil, fonksiyonlarıyla ön planda olmalarıydı. Üründeki her bir parçanın orada bulunmasının kesinlikle bir anlamı bulunuyordu. İşlevselliğin ön planda olması ise bu tasarımların zamansızlıkla ilişkilendirilmesini sağlıyordu.

Haberin Devamı

Doğal ve Sentetik Malzemelerin Harmonisi

Geniş açıklıklara sahip, dışarı ve içeri arasındaki sınırların kaybolduğu, bolca ışık alan mekanlar, yüzyıl ortası modern mimari stilin en önemli karakteristikleri arasındaydı. Yapılar, doğanın dengesine bir dayatma olarak değil, onun bir parçası olmak üzere tasarlanıyordu. San Francisco merkezli mimarlık ve tasarım firması Ike Baker Velten'in ortağı John Ike "Bence insanları bugün bile yüzyıl ortası modern mimarisinden etkilenmesine neden olan şey doğal ve sentetik malzemelerin harmonisi, engelsizce birbirine akan mekanlar ve geniş açıklıklardan gelen gün ışığı" diyerek stilin malzeme çeşitliliği, doğallık ve akışkanlık niteliklerine dikkat çekiyor. Bu dönemde kullanılan başlıca malzeme ahşap olsa da, dönemin tasarımcıları plastiği, metali, formikayı, vinili, kontrplağı ve camı bir arada sıklıkla tercih ederek zıt malzemelerle göz alıcı bir uyum yakaladılar. İç mekan tefrişlerinde iri desenler ve güçlü dokuların vurgulandığı bu stilde kimi zaman zıt, kimi zaman nötr renklere yer verilirken temiz ve yalın estetiğin düz hatlı, aerodinamik formlarla yakalandığı ve gösterişten uzak bir görünüm elde edildiği görülüyor.

Haberin Devamı

Konuttan Terminale…

Yüzyıl ortası modern stilin mimari alandaki en önemli örneklerinden biri olan Richard Neutra tasarımı “Kaufmann Evi” oldukça sade hatlarda ve fonksiyonelliğin öncelikli tutulduğu bir anlayışla ele alınmış. İç ve dış mekanlar arasındaki sınırların bulanıklaştığı bu evde cam ve çelik gibi yeni malzemelerin kullanımı iç mekanları aydınlık, havadar ve açık bir atmosfere büründürürken, taşın kullanımı yapının bağlamsal ilişkisini sağlamlaştıran en önemli unsur olarak ortaya çıkıyor.

Rudolf Schindler tasarımı stüdyo ve yaşam alanlarından oluşan Kings Road Evi’nde de benzer malzemelerin farklı kombinasyonu mevcut. Stüdyolarda her kirişin bir ucu beton duvar levhalarıyla, diğer ucu ise iki ahşap direkle destekleniyor. İç bölmelerde ve verandada cam ve kanvasın yanı sıra, yapısal olmayan kereste de kullanılmış. Ortaya çıkan etki, her stüdyonun yoğun bir opaklık ile dikkat çekici bir açıklıktan oluşan zıtlıklarla tasarlanmış olmasıydı. Yüzyıl ortası modernizminin öncülerinden Mies van der Rohe'nin tasarladığı The Farnsworth Evi ise çatı ve zemin iskeletlerini destekleyen sekiz çelik kolonla yapısal ve estetik bir ifade sunuyor. Etrafındaki orman manzarasına açılan, tavandan tabana geniş açıklıklarla çevrili bu ev, Mies’in çevreyle uyumlu mimarlık yaklaşımının en iyi örneklerinden biri. Gölgelendirme ve mahremiyet çevredeki ağaçlarla sağlanıyor. Evin ortasındaki banyoları çevreleyen duvarlar dışında, katlar tamamen açık planlı olarak tasarlanmış. Charles ve Ray Eames’in tasarladığı Eames Evi, çelik iskeletinin aksine, iç mekanlarında sıcak ve rahatlatıcı bir ahşap zeminle döşenmiş. Doğal malzemeler ve ahşap merdivenler evin doğayla uyumunu artırırken gölgelendirme sağlayan okaliptüs ağaçları ve açık kat planı, özel ve kamusal alanları birbirine yakınlaştırıyor. Yüzyıl ortası modern sadece konut mimarisini etkileyen bir stil değildi. O dönemde inşa edilen pek çok kamusal yapının da bu rüzgardan fazlasıyla etkilendiğini görebilmek mümkün. Eero Saarinen’in Trans World Airlines Terminali, minimal ama cesur çizgileriyle bunun en belirgin örneklerinden biri. Akışkan üst örtüsü, mekansal sınırlamalardan kaçınılan geniş ve serbest plan şeması, kavisli merdivenleri ve mükemmel uyumlu sütunlarıyla yapı, yüzyıl ortası modern mimarinin simgesi olarak ayakta kalmaya devam ediyor.

Haberin Devamı

Şimdilerde Koleksiyon Parçaları...

Haberin Devamı

Yüzyıl ortası modernizmi, mimari ve iç mimari tasarımda olduğu kadar ürün tasarımında derin izler bıraktı. O dönem üretilen mobilya, aydınlatma ve aksesuarlar, dönemin mimarisine benzer bir tasarım mantığına sahipti. Tasarımcılar, işlevselliğe öncelik vererek ve dönemin gösterişten uzak, minimalist ideolojisini koruyarak, savaş sonrası dünyaya en uygun ürünleri yaratmaya çalıştılar. Günümüzde yüksek değerli koleksiyon parçaları olarak müzayedelerde paha biçilemeyen bu ürünlerin tasarımcılarının amacı aslında bir sanat eseri yaratmak değil, bir problemi mümkün olan en fonksiyonel ve pratik şekilde çözmekti. Charles & Ray Eames tasarımı Eames Lounge Chair and Ottoman, Marcel Breuer tasarımı Wassily Chair, Achille Castiglioni tasarımı Arco Floor Lamp, Mies van der Rohe tasarımı Barcelona Chair, Gerrit Thomas Rietveld tasarımı Zig-Zag Chair ve Eero Saarinen tasarımı Tulip Chair gibi kültleşmiş tasarım klasikleri bu eşsiz dönemin zamansız mirası olarak günümüze kadar saygınlıklarını korumakla kalmadılar, geleceğin endüstri ürünleri tasarımına da ışık tutmaya devam ediyorlar.

1/10

2/10

3/10

4/10

5/10

6/10

7/10

8/10

9/10

10/10

1. Kaufmann Evi, Richard Neutra, 1947.
2. Kings Road Evi, Rudolf Schindler, 1921.
3. The Farnsworth Evi, Mies van der Rohe, 1951.
4. Eames Evi, Charles & Ray Eames, 1945.
5. Trans World Airlines Terminali, Eero Saarinen, 1962.
6. Eames Lounge Chair and Ottoman, Charles & Ray Eames, 1956.
7. Wassily Chair, Marcel Breuer, 1925.
8. Arco Floor Lamp, Achille Castiglioni, 1962.
9. Barcelona Chair, Mies van der Rohe, 1931.
10. Zig – Zag Chair, Gerrit Thomas Rietveld, 1934.