30.10.2023 - 03:00 | Son Güncellenme:
YASEMİN ŞENER
YASEMİN ŞENER: Türkiye Tasarım Vakfı olarak deprem bölgelerinde ne tür çalışmalar yaparak işe koyuldunuz?
MEHMET KALYONCU: Türkiye Tasarım Vakfı’nın kuruluşu 2016 senesinde ülkemizde şehirlerle ilgili duyarlılıkların gelişme gösterdiği bir dönemde gerçekleşti. Vakıf olarak bu ortama nasıl faydalı oluruz diye düşünürken aslında faydalı olmanın en anlamlı tarafının yeni fikirler üretmek ve bunları bir alternatif olarak karar vericilere iletmek olduğunu anladık. Yanlış giden şeyleri gördüğümüzde onlara karşı koymak bir yana, onu bir adım ileriye götürüp daha iyisi nasıl oluru anlatmaya çalıştık. Türkiye’nin çok farklı illerinde kendimize vazife edindiğimiz işler oldu. Deprem olduğunda yıkım ne kadar büyük olursa, karşısına o kadar büyük bir birlik, beraberlik, vizyon ve ruh koymak gerekiyor ve bunu koymaya çalıştık. Türkiye’de sivil toplumun şehirlerin oluşumunda bu kadar aktif olduğu bir örnek olmadı. Depremin kendisi başlı başına sivil toplumun Türkiye’de ne kadar geliştiğini gösterdi bize. Sivil toplum kuruluşları daha çok yardım edebilmek için birbirleriyle yarıştı, gerçek bir devlet-millet birlikteliğini yaşadık. Tabii bunu korumak ve sürdürmek lazımdı. Alanımız olan tasarım, planlama ve şehircilik konusunda biz bunu sürdürmeye çalıştık.
YŞ- Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yaptığınız protokollerin kapsamı neydi?
MK- Öncelikle Murat Kurum’un bakanlığı döneminde Hatay ilinin tasarım ve planlamasıyla ilgili sorumluluk aldık. Sonrasında Kültür ve Turizm Bakanlığı bölgede koruma amaçlı uygulama imar planı oluşturma safhasına gelince Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile yaptığımız çalışmadan dolayı daha kapsayıcı ve sinerji oluşturacak şekilde onun da sorumluluğunu üstlendik, uygun görüldü bakanlık tarafından. Bakanlıkta değişim olduktan sonra yine çok büyük bir yıkım olan Adıyaman ilimizin de sorumluluğunu aldık. Dolayısıyla biz Hatay ve Adıyaman mastır planına, merkezlerin detay tasarımına kadar projelendirilmesi, planlandırılması sorumluluğunu almış olduk. Hatay, Antakya tarihi merkezinde koruma planını üstlenmiş olduk. Burada şeffaflık, katılımcılık ve iş birliği prensipleriyle hareket ediyoruz. Aslında bunların en güçlüsü iş birliği. En iyi beyinleri bu sürece katmaya çalıştık ki, böyle bir yıkımdan sonra böylesine tarihi bir süreçte gerçekten en iyi sonuçları üretebilelim. Bu şehirlerin geleceği için Hatay’ın ve Adıyaman’ın yerel tasarım ve planlama ekosisteminden de beslenerek hem Türkiye’den hem dünyadan uzmanların katılımıyla bir ekip oluşturduk ve çalışmaya devam ediyoruz.
YŞ- Hatay ve Adıyaman’ın yeniden ihyası konusunda tasarım ve planlama çalışmaları nasıl bir işleyiş üzerinden geliştirildi?
MK- Tabii insan zor bir sorumluluğu üstlenince, mahcup olmamak için ilk önce en güvendiği kişiyi sürece katıyor. Bu nedenle ben de ilk olarak Kentsel Yenileme Merkezi’nin kurucu ortağı Cem Yılmaz’ı aradım. Sağ olsun ilk uçakla Gaziantep’e geldi. Sonrasında bu işin nasıl altından kalkarız diye toplantılar yaptık; kimler nerede fayda sağlar diye düşündük ve aklımıza gelen herkesi aradık. Katılan oldu, katılmayan oldu. O noktada henüz biz görüşmeden önce bakanlık tarafından Bünyamin Derman ile irtibata geçildiğini öğrendik. Sonrasında, böyle bir sivil toplum bakış açısıyla tasarlama fikrine Bünyamin Hoca da çok sıcak baktı ve aslında biz ilk önce Türkiye Tasarım Vakfı, Kentsel Yenileme Merkezi ve DB Mimarlık olarak yola koyulduk.
CEM YILMAZ- Başlangıcı başkanımın söylediği gibi daha bireysel olarak ne yapabiliriz diye başladı. Çünkü depremden sonra herkes elimden ne gelir diye düşündü. Kimisi parasal yardım etti, kimisi oraya gidip insanları kurtarmaya çalıştı. Bizim en iyi bildiğimiz şey ise kentler, tasarım ve planlama. Kentsel Yenileme Merkezi olarak yaptığımız işler de aslında tam olarak bu ölçekte işlerdi. Örneğin, 2012 yılında uluslararası bir grupla birlikte Gaziosmanpaşa Kentsel Dönüşüm Master Planı’nı yaptık. Foster& Partners, Buro Happold, ulaşım danışmanı MIC, su mühendisliği ve peyzaj danışmanı Atelier Dreiseitl gibi uluslararası firmalardan oluşan büyük bir ekiptik. Sonrasında yurt dışında bir başkentin, Taşkent şehrinin konsept stratejik mekansal master planını yaptık. Zannediyorum ilktir bir Türk şirketinin yurtdışında bir şehir planlaması. Onun dışında Türkiye’de bu stratejik kentsel dönüşüm yol haritaları vardır; bunları bakanlık bizim yaptığımız Elazığ çalışmasından sonra resmileştirip yönetmelik haline getirdi. Velhasıl bu konuda Türkiye’de son 10-11 yılda aslında çok çalıştık. Başkanımızla da son üç yıldır GYODER’de beraberiz. Şehirlerdeki eksiklerimizi, yapamadıklarımızı, tüm bunları nasıl tamamlayacağımızı düşünüyorduk. Tabii deprem olunca, çok acı ama bu bakışın uygulanabileceği, kentlerimizi çağdaş bir vizyonla yenileyebileceğimiz bir ortamda bulduk kendimizi. Çok da aslında yıkıcı bir ortamdı, depremin ardından yalnız fiziksel değil duygusal olarak da büyük bir yıkım yaşadık. Neticede bu sorumluluk ve belki tecrübeyle sürece başladık. Sonra da bu projede yer alabilecek aktörlerin, paydaşların kimler olacağını ve onlarla kurgulayacağımız iş birliğinin nasıl olması gerektiğini planladık. Bünyamin Bey ve ekibi bakanlık vasıtasıyla zaten çalışmaya başlamıştı. Sonra o da bize katılınca çok daha güçlü bir yapı haline geldik. Böylece en üst düzeyde stratejik bakış açısından, en altta 1/1 ölçeğinde uygulamaya kadar giden bir süreci tamamlamış olduk aslında. Ardından kendimize paydaşlar, dert ortakları aradık ve çok geniş tabanlı bir katılım oldu. Ekipler büyüdü ve mimarların beklentisizce açık kaynak planlar paylaştığı, kendi fikir haklarını masaya koyup bunu herkes kullanabilir dedikleri bir noktaya geldik. İş birliğinin temelinde böyle bir açıklık ve sorumluluk duygusu var. Bunu da yaratan biz değiliz, bu kadar büyük bir felaketin sorumluluğu bunu yaptırdı diyelim. Bir araya gelip bu sorumluluğu paylaşınca yük dağıldı ama herkes de inandı. Hiç kimse tek başına o riski alamayabilirdi.
YŞ- Projeye hem ulusal hem de uluslararası ölçekte çok sayıda işbirlikçi dahil etmenizin sebepleri nelerdi?
BÜNYAMİN DERMAN- Hatay’ı, Antakya’yı diğerlerinden ayırmak lazım, yani neredeyse orta hasarlı binaları da dahil ederseniz kentin yüzde doksanı yok oldu. Bu da iyi bir planlama olması gerektiği anlamına geliyordu. Bu beraberliğin uluslararası bir ayağı da olmalıydı. Elbette ki bu yerli mimarların ya da plancıların yapamayacağı anlamına gelmiyor ama yapılan işleri dünyaya doğru anlatmak, doğru yerlerden doğru beslenmek de çok önemliydi. Kısaca burada şahıslardan önce işin nasıl yapıldığını rol model haline getirmek gerekiyordu. İtalyan MIC Ulaşım Grubu, İngiliz Foster & Partners Grubu, Bjarke Ingels projeye dahil olan uluslararası firmalar.
MK- Hem Foster & Partners ile hem de BIG ile karşılıklı imzaları atmadan 3-4 aylık bir görüşme sürecimiz oldu. Şunu net söyleyebilirim ki tüm bu mimarlar yaptıkları projelerde anlam arayışı peşinde. Şehirle, mekanla ilgilenen birisi için günümüzde bir yandan çölün ortasına yapay kentler inşa edilirken Hatay’dan daha anlamlı bir uğraş, proje olamaz. Şu an BIG ile bir proje alanı belirledik. Hatay’da yapacağımız çalıştaya katılacaklar ve onların da çalışmalarına Kasım ayı itibarıyla başlangıç vereceğiz. Foster & Partners iki aydır Antakya’nın tarihi kent merkezinin koruma amaçlı planları için aktif çalışıyor. BIG’in kapsamı daha mimari ölçekte olacak, çok fonksiyonlu, Antakyalıların gelecekte buluşma mekanı olacak kültürel ve ticari bir yapı üzerine çalışıyorlar. MIC ise ulaşım danışmanı olarak destek veriyor.
YŞ- Burada görev alan yerli mimarlar, kurumlar ve paydaşlar hangileri? Antakya planlama çalışmaları kapsamında mimari ölçekte proje ve tasarım yapan yerli
MK- Antakya planlama çalışmaları kapsamında mimari ölçekte proje ve tasarım yapan yerli mimarlarımız alfabetik sırayla Adeas Mimarlık, Baka Mimarlık, Bilgin Mimarlık, Boran Ekinci Mimarlık, Çinici Mimarlık, DB Mimarlık, Dome + Partners, I.N.D (Inter.National.Design), Kreatif Mimarlık, NSMH, Rasa Stüdyo, Sour Studio, Stüdyo Fora Mimarlık, Tece Mimarlık, Viva Mimarlık, WE’re Architects ve Yalın Mimarlık olarak sıralanıyor. Peyzaj tasarımı ve proje üretiminde On Tasarım ve Mdesign, ulaşım ve altyapı projelendirmede Proses firması görev alıyor. Ayrıca Yıldız Teknik Üniversitesi, Yapısal Tasarım Hizmetleri, Kentsel Yenileme Merkezi, GEDAŞ ve Bubu Tasarım firmaları da farklı konularda paydaşlarımız arasında.
YŞ- Bu planlama projesinin hayata geçmesi için nasıl bir süreç öngörüyorsunuz?
CY- Uygulama bakanlığın konusu. Teknik olarak yeni bir imar planının çıkması gerekiyor. Öncelikle bölgenin zeminine uygun statik bir anayasa olması, sistematiğin tekrar yazılması gerekiyor. Bunu mühendisler, zemin mekanikçileri, statikçi hocalarımız zaten çalışıyorlar, öyle yürüyor. Fikirsel derinlik de buna paralel ilerlemek zorundaydı. O düşünce sistemini kurabilmek için de çok fazla akıl, zaman ve ekip, çok fazla kafa gerekiyordu. Şimdi gerilim şu noktada başlıyor: Kamu “Hadi bir an önce yapalım” diyor, çünkü umut olmak istiyor, beton dökmek istiyor, o baskıyı mimara, mühendise, tasarımcılara yansıtıyor. Böyle olunca bir anda deforme oluyor oradaki fikirsel derinlik. İşte burada vakıf devreye giriyor. Vakfın ana rolünü hep orada tutmaya çalışıyoruz, o tampon bölgede; o gerilimi, baskıyı yumuşatmak, azaltmak, önceliklendirmeyi doğru yaparak bunu doğru yerlere kanalize etmek için oradayız. Mesela ilk başta çok daha ufak bir alanda uygulama yapmak gibi bir fikir vardı bakanlık tarafında, biz aslında bunu konuşarak ve zamanla şuraya getirdik: Türkiye Tasarım Vakfı olarak; bu pilot bölgeyi örnek alınabilir, ölçeklendirilebilir, hayatın başladığı, devam ettiği, bir insan vücudunun kalbi gibi bir ölçeğe büyütmemiz gerekir dedik ve Hatay’da fiziksel uygulama alanı öyle bir ölçeğe geldi. 20 bin kişinin yaşayabileceği, 6-7 bin bağımsız ticaret alanının bulunduğu bir pilot uygulama alanı haline genişledi. Bu alanın tasarımını şu anda bütün bu ekip yapıyor ve inşaatlarını da kamu üstlenecek. Bizim için Mart ayı sonu bütün planlamaların ve projelerin bitiş süresi. Bir yandan da strateji ve politikalar devam ederken belirli ölçeklendirilen alanlarda da uygulama projelerine kadar gidebilecek şekilde tasarımın önünü açtık, çünkü bazı gruplar hızlı ilerledi. Böylece biz o gerilimi yapmayarak yönetmiyoruz, yapmamız da gerekiyor, sadece önceliklendirmeyi doğru yaparak ve doğru yöneterek yapıyoruz. Onun için de büyük stres var ama birilerinin o yükü alması, o stresi kendi vücudunda veya kendi sisteminde sıfırlaması lazım. Vakıf tam olarak bu rolü üstleniyor.
YŞ- Hatay’ın kentsel planlama projesindeki temel esaslardan ve tasarım kararlarından söz eder misiniz?
BD- Deprem sonrası Hatay için yapılan kentsel planlamanın temel esasları defalarca yıkılıp yeniden inşa edilmiş bu kentin çok kültürlü, çok katmanlı geçmişine dair yapılan okumalar üzerinden ve makro ölçekten mikro ölçeğe inen bütüncül bir yaklaşımla Hatay’ın kendi hinterlandı içindeki sorun ve potansiyellerin tespit edilmesi, analizi ile ve Türkiye mekansal planlama haritası içinde bölge ve ülke için ihtiva ettiği önem gözetilerek belirlendi. Bu tasarımda Hatay’ın benzersiz kimliği korunurken kentleri deprem riskine karşı dirençli kılmak ve sürdürülebilir bir gelecek için Hatay’ın sahip olduğu konum ve doğal kaynaklar doğru değerlendirilerek kendi kendine yeten, geleceğe hazır ve aynı zamanda bölgeyi ve ülkeyi sosyo-ekonomik ve kültürel olarak besleyen bir merkez olması hedeflendi. Hatay coğrafi özellikleri ve jeopolitik konumuyla M.Ö. 4. yüzyılda Seleukoslar döneminde olduğu gibi bugün de önemini koruyan lojistik bir merkez. Bu itibarla mevcut ulaşım altyapısı analiz edilerek kara, deniz, hava ve demiryollarının birbirlerini desteklediği, Belen Tüneli’nin açılması, deniz ulaşımının hızlı trenle desteklenmesi, havalimanı için yer etüdü gibi önerilerin yer aldığı yeni bir ulaşım planı yapıldı. İl genelinde belirlenen bölgelerde güneş, su ve rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı etkinleştirilerek Hatay’ın sanayi ve tarım üretimi başta olmak üzere ihtiyaç duyduğu enerji gereksinimi desteklendi. Güney Lübnan dağlarından doğarak Hatay’da Habibi Neccar ve Amanos Dağları arasında bir vadi oluşturarak Akdeniz’e dökülen Asi Nehri; Antakya, Defne, Kırıkhan, Samandağ gibi bütün ilçeleri bir araya getiren ana bir omurga oluşturuyor. Gelecekte kuraklık ve açlığın küresel bir sorun olacağı düşünülecek olursa Asi Nehri ve Amik Ovası’nın oluşturduğu bu havzanın bölge ve ülke tarımı için önemli daha iyi anlaşılabilir. Bu itibarla önerilen mastır planda Asi Nehri, Afrin Çayı, Karasu gibi nehirlerin yataklarının rehabilite edilmesi, rüzgar koridorlarının açılması, biyotoplarla su rezervinin arttırılması ve Amik Gölü’nün kurtarılması için öneriler geliştirilerek bozulan ekosistemin yeniden kurulmasına çalışılacak. Kentsel strüktürün yeniden inşasında jeolojik analizler göz önünde bulundurularak kente kimliğini veren özgün dokunun, doğal ve tarihi değerlerin korunmasına çalışıldı; kent bütünlüğünü sağlamak için siluetler, kesitler, coğrafi eşikler etüd edildi; mülkiyet analizleri yapıldı, eski kadastral haritalardan yararlanıldı. Yapı tipolojisi, mahalle kurgusu, sokak dokusu analizlerinden yola çıkılarak kentin kendi değerlerinden yeniden hayat bulması amaçlandı. Yeşil sürekliliği, avlu-sokakmeydan bağlantıları, yaya-taşıt trafiğinin organizasyonu, odak alanlar ve bunlarla ilişkili adalardaki işlevsel dengeler gibi pek çok konu etüt edilerek mastır planda yer aldı. Örneğin, Antakya’da Asi Nehri yatağı 500 yıllık taşma kotları gözetilerek yapılardan arındırılmış rekreasyon alanı olarak düzenlendi. Nehrin doğal bir sınır oluşturarak ayırdığı eski kent ve yeni kent mastır plan çerçevesinde ele alınırken eski kent dokusu korundu, Roma dönemi arkeolojik kalıntılarının olduğu alanın bir arkeopark olarak değerlendirilmesi önerildi. Nehrin diğer yakasındaki yeni kentin strüktürü etüt edilirken Fransız haritalarından yararlanıldı, ışınsal kent planı anlayışı ve ana yollar kentsel bellek izleri olarak korunarak yeni yapı adaları oluşturuldu. Yapı adalarında Antakya’daki avlulu plan kurgusu kullanıldı. Kent merkezindeki yoğunluğun hafifletilmesi amacıyla, merkezden dışa doğru devam eden ışınsal yolları karşılayan yay çeperler üzerinde yeni alt merkezler oluşturuldu. Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemine ilişkin önemli yapılar, arkeolojik alanlar mastır planda tarihi ve kültürel bir gezi rotası içinde birbirleriyle ilişkilendirilerek Antakya’nın tarihsel belleğinin bugüne aktarımı amaçlandı.
YŞ- Geçmişte depremlerde defalarca yıkılan Antakya’da yapılan hatalardan nasıl dersler çıkarıldı ve ne tür önlemler alınıyor?
BD- Antakya tarih boyunca yedi kez yıkılıp yeniden inşa edilmiş. Demek ki bir yerlerde bir eksiklik, yanlışlık var. Belki geçmişte teknolojinin bugünkü gelişmişlikte olmadığı gibi gerekçelerle açıklayabileceğimiz bu sonuç için bugün mazeret üretebilecek durumda değiliz. Yarın yine benzer acıların yaşanmaması için yaşadığımız gerçeği nedenleri ve sonuçlarıyla iyi analiz etmek, bilimin öğretileri ve uzmanların tavsiyelerine göre doğru, planlı bir yeniden inşa süreci kurgulamak zorundayız. Deprem sonrası Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı nezdinde yapılan saha incelemelerinin ardından İstanbul’da yine bakanlığın koordinasyonunda deprem ve yer bilimleri, tarihi ve kültürel miras, coğrafi bilgi sistemleri, kentsel ve kırsal altyapı, yeni yapı teknolojileri, mekansal planlama, sosyal politikalar ve destek hizmetleri gibi on üç tane bilim kurulu oluşturularak konusunda deneyimli 158 bilim ve meslek insanının katkı sunduğu bu kurullar tarafından raporlar hazırlandı, öneriler sunuldu. Bundan sonraki süreçte bu raporların sahadaki uygulamaya yön vermesi çok önemli. Varsa bir yanlış yasalarımız, yönetmeliklerimiz, teknolojimizde değil, uygulamada. Kurallara uyulmamasında, denetim eksikliğinde. Zira bilimin sesine kulak verdiğimizde ve dünyadaki örneklere baktığımızda görüyoruz ki depremin yıkıcı şiddetine karşı kentleri dirençli hale getirebilmek, en azından ölümcül sonuçları azaltabilmek mümkün. Deprem sonrası sahada yaptığımız incelemelerde yıkılan ya da ağır hasar alan yapıların çoğunun dere yatakları üzerinde yapılan yapılar olduğunu gördük. Asi Nehri’nin yatağının değiştirilmesi ve dere yataklarına yakın alanlarda yapılaşmanın artması sonucunda yerleşim, zayıf zeminler üzerinde gelişmiş. Hatay Havalimanı Amik Ovası’nın üzerine kazıklarla yapılmış örneğin. Depremde zemin 1,5 m çökmüş. İskenderun’da zemin sıvılaşması olan yerler var. Kimi yerlerde zeminde 1,5-10 cm arasında çökmeler olmuş. Burada yeraltı su kaynakları var ve bu tatlı su, zeminde sıvılaşmayı artırıyor. Oysa bilimin sesine kulak verilse; yapılaşma alanları zemin durumu, fay hattı mesafesi etüt edilmeden belirlenmese; tarım alanları, heyelan bölgeleri yapılaşmaya açılmasa; zemin etütlerine uygun temel ve yapım teknolojisi seçilse; dere yatakları ile oynanmasa bu yıkımın boyutu belki daha sınırlı olabilirdi. Yaşadığımız büyük acı sonrası yıkılan kentlerimizi yeniden inşa ederken geçmişteki bu hatalardan ders çıkararak il, ilçe bazında yapılan mekan analizleri sonucu hazırlanan mastır planlarda yapıların fay hatları, yapı yaklaşım mesafesine uygun olarak konumlandırılması, dere yataklarının beş yüz yıllık taşma kotlarına göre yeniden rehabilite edilerek yapılaşmadan arındırılması, heyelan bölgesi ve zemin sıvılaşması olan alanlarda yapılaşmadan kaçınılması ya da zemin iyileştirmesi yapılması, zemine uygun yapım tekniklerinin belirlenmesi ve yapım teknolojilerinin seçilmesi, bu teknolojinin çeşitlenmesi -ahşap, çelik, betonarme- gibi ilke kararları belirlendi. YŞ
YŞ- Özellikle Antakya’nın tarihi mirası, kültürel zenginlikleri ve farklılıkları bir arada tutabilme kültürü projeyi nasıl etkiledi?
BD- Aslında Hatay, geçmişi neolitik döneme tarihlenen çok eski bir yurt. Önemli ticaret yolları üzerinde olan bu topraklar çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış. Antakya Helenistik dönemden Roma’ya, Bizans’tan Memlükler’e, Selçuklu’dan Osmanlı’ya ve Fransız işgal dönemi sonrası Cumhuriyet Türkiyesi’ne uzanan geçmişinin tarihi ve kültürel izleri, eserleriyle çok özel bir kent. Böyle olunca depremlerle yitirdiğimiz koca bir insanlık medeniyeti aslında. Bu nedenle bu tarihi mirasın korunması, ayağa kaldırılması çok önemli. Tabii kültürel kentsel bellek dendiğinde sadece tarihi yapı ve doku anlaşılmamalı. Zira sürdürülebilirlik üzerine yaptığımız tüm çalışmaların gerçek manada yerini bulabilmesi, başka bir ifadeyle kentsel belleğin ve kültürel kimliğin korunabilmesi ancak yerleşik nüfusun varlığını bütün renkleriyle koruyabilmesiyle mümkün olabilecek bir şey. Hatay farklı etnik köken ve inanca sahip insanların bir arada yaşadığı çok kültürlü bir nüfusa sahip. Çan, hazan ve ezan seslerinin birlikteliği, zengin gastronomi kültürünün ve geleneklerin yaşatılması, bu kentin hoşgörünün bir örneği olabilmesi için bu husus çok önemli. Bu sebeple yaptığımız mastır plan çalışmasında koruma altındaki camiler, kiliseler, idari yapılar gibi tarihi binaların, arkeolojik kalıntıların yanı sıra Uzun Çarşı, Affan Kahvesi gibi kentle kurulan aidiyet ilişkisindeki önemli hafıza mekanlarının da yeniden kent yaşantısına katılmasına önem verildi. Kent yeniden kurgulanırken kentin parçalanmış bütünlüğü sadece mekansal olarak değil aynı zamanda yaşantı olarak da onarılmaya çalışılacak. Doğru bir planlama ve tavizsiz uygulamayla deprem sonrası göç eden Hataylıların tekrar yurtlarına dönmelerini sağlayacak bir mastır plan elde etmek çabasındayız. Kimliğini koruyan, geleceğe hazır, kendi kendine yeten, yaşam kalitesi yüksek bir Hatay.
YŞ- Liderlik ettiğiniz tasarım ve planlama çalışmalarına Hatay’dan sonra Adıyaman kentiyle de devam ediyorsunuz...
BD- Objektif kalabilmemiz için bütün resme bakmamız gerekiyordu. O nedenle biz Adıyaman’ı da kendi bakışımızın ve ilgi alanımızın odağına aldık, orada da yine bu yaptığımız iş birliğini modelledik. Tıpkı Hatay için olduğu gibi Adıyaman için de çalıştaylar düzenledik. Hatay çok daha fazla katılımcıyla gerçekleşmişti ama Adıyaman da açık bir çalıştayla gayet iyiydi. Belediye başkanı dahil, hem akademik taraftan hem sivil toplum tarafından Adıyaman’a da büyük katılım vardı.
YŞ- Savaş ve doğal afetler gibi sebeplerle yıkılan kentlerin rehabilitasyonu ve yeniden inşasında yıkım bölgeleri birer inşai pazar yerlerine dönüşebiliyor. Kentler rant kültürü ve soylulaştırma döngülerinin pençelerine düşebiliyor. Deprem bölgesinde de böyle riskler var mı? Olmaması için ne tür önlemler alınıyor?
MK- Tamamen katılıyorum, doğru kaygılar. Hatay için de bu kaygılar pek çok kez dile getirildi. Bunun için pilot proje alanında, mülkiyet sahibi olanlara anahtarları geri verilecek şekilde bir planlama var. Orada dışarıdan birine mülk satmak gibi bir amaç yok ve olmayacak, zaten bunu bakanlığın kendisi böyle açıkladı. Çok acı bir durum ama mirasçısına ulaşılamayacak mülkler mevcut. O zaman dahi hazineye devir söz konusu olacak ve o mülkün satışı uzun süre mümkün olmayacak. Herhangi bir mülk satışı, dışarıdan nüfus transferi olmayacak. Orada mülkiyet sahibi olanlara icmal listeleriyle hazırlanan mülkiyet doku haritalarıyla ve yapılacak projelerde onun dağıtımının da sağlanmasıyla hak sahipliği sağlanacak, şu anda durum bu. Hatay için özellikle kat sayısı da düştü. Örneğin zemin artı 4 kat yapıyoruz, zaten öyle bir ekstra üretim olmayacak. Soylulaştırma için dışarıdan nüfus gelmesi gerekir, yeni mülkiyet yaratmanız gerekir, bir yer değişimi söz konusu olur yani. Sosyolojik ve demokratik dokunun da değiştirilmesi tabii ki onunla birlikte söz konusu olur. Şu anki pilot proje alanımızdan başlayarak kesinlikle böyle bir yaklaşım ne bizim ne de bakanlık tarafında bulunmuyor.
BD- Deprem sonrası yapılan çalışmalarda hem kentleri kimliklerine uygun olarak ayağa kaldırmak hem de hak sahiplerinin hak kaybına uğramasını önlemek önemli parametrelerdi. Endişeleri anlamakla birlikte Hatay için yaptığımız mastır planın ranta dönük bir soylulaştırma projesi olmadığını söyleyebilirim. Mülkiyet analizleri yapılarak hak sahiplerinin mülkünü mümkünse yerinde, depremsellik nedeniyle yapılaşmaya uygun olmayan yerlerdeyse eski mülküne en yakın yerde karşılamak üzerine çok titiz bir çalışma yapıldı. Tabii ki bu mastır plan sadece bugün için değil kentlerin önümüzdeki on yıllardaki tahmini nüfus sayıları ve buna bağlı gereksinimleri de göz önünde bulundurularak ele alındı. Kentin bir bütünsellik içinde nasıl gelişmesi gerektiği bu planlara işlendi. Hatay mastır planı tamamlanmış donuk bir resim değil, özgün kimliği korunarak potansiyellerinin değerlendirilmesiyle yaralarını sararak geleceğe hazırlanan dirençli ve sürdürülebilir bir yeniden doğuş sürecidir.
YŞ- Eklemek istediğiniz bir son söz var mıdır?
MK- William Shakespeare’in şu anlamlı sorusuyla bitirelim: What is the city but the people? Yani, şehir insanlardan başka nedir ki?