MimarlıkHanif Kara: Bizi yeni binalar inşa etmeye iten kapitalizm hakkında daha fazla tartışmalıyız...

Hanif Kara: Bizi yeni binalar inşa etmeye iten kapitalizm hakkında daha fazla tartışmalıyız...

28.08.2023 - 03:35 | Son Güncellenme:

Dünyaca ünlü mimarlarla birlikte projeler geliştiren Strüktür Mühendisi ve İngiliz Mimarlar Kraliyet Enstitüsü Onursal Üyesi Prof. Hanif Kara ile mimarlık ve mühendislik arasındaki ilişkiyi, teknolojinin sınırları nasıl bulanıklaştırdığını, gelişmiş ve gelişmekte olan dünyada sürdürülebilir inşanın ne anlama geldiğini konuştuk.

Hanif Kara: Bizi yeni binalar inşa etmeye iten kapitalizm hakkında daha fazla tartışmalıyız...

Yasemin Şener- AKT II firması nasıl kuruldu ve zaman içinde nasıl evrildi?

Haberin Devamı

Hanif Kara Ofisi yıllar önce birkaç meslektaşımla birlikte kurduk. Şu anda Londra'nın merkezinde 30 farklı milletten yaklaşık 300 kişiyiz. Tasarım odaklı bir yapı mühendisliği firmasıyız. Birçok farklı bina türü, mimar, geliştirici, müşteri ve coğrafya ile çalışan disiplinler arası bir yapıya sahibiz. Ancak her zaman yapı mühendisliğine odaklanmaya çalışıyoruz.

YŞ- Uzun yıllardır mimarlık ve yapı mühendisliği eğitiminde de rol alıyorsunuz. Mevcut eğitim sisteminin mimar adaylarını geleceğin problemlerine hazırladığını düşünüyor musunuz?

HK- 25 yıllık meslek yaşamım boyunca AA’den başlayarak eğitmenlikten hiç kopmadım. Ancak son 14-15 yıldır GSD Harvard'da, yani tasarım yüksek lisans okulunda, mühendislik okulu olmayan bir tasarım okulunda ders vermek benim için oldukça ilginç. Ve bu durum ile profesyonel hayatta yaptıklarımız arasında bir örtüşme var. Mühendis ve mimarların eğitimi hakkında konuşacaksak öncelikle onların gelecekteki rollerinin ne olacağını düşünmek zorundayız. Bugün yaptıkları şeyi yapmalarına, bina yapmalarına, yol yapmalarına gelecekte de gerçekten izin verilecek mi? Yoksa kendi disiplinlerindeki ve mesleklerindeki rollerini, farklı bir noktaya mı kaydırmaları gerekecek? Eğitim sisteminin tam da bu konuda mimarın gelecekteki pozisyonunu düşünerek kendisini yenilemesi gerektiğine inanıyorum. Bu konu üzerinde sıklıkla düşünüyorum. Tasarım alanındaki eğitimin, akademinin didaktik yaklaşımıyla biçimlenmemesi gerektiğine inanıyorum. Bence eğitim ile endüstri ve meslek arasındaki iş birliği, eylemin olduğu yerde gerçekleşmelidir. Çünkü iki tarafa da zarar vermeden bu sınırların bazılarını aşındırdığınızda, çok daha iyi çözümler elde edersiniz, bu da kısmen öğrettiğim şekilde öğretmeyi sevmemin nedenidir. Bu yüzden mühendislik değil tasarım öğretiyorum, çünkü her bir disiplindeki konumumuzu kaybetmeden kırmamız gereken sınırların söylem ve tasarımla ilgili olduğunu düşünüyorum ve aslında başka bir disiplini anlamak, empati duymak ve tamam, bunu anlamam gerekiyor, ama bunu kendi tarafımdan da zorlamam gerekiyor, demek böyle mümkün. Size bununla ilgili çok güzel ve hızlı bir örnek de verebilirim: Yapı kabuğunun, yani cephelerin tasarımında son 100 yıldır bir ikilem yaşanıyor. Kabuğu kim, nasıl tasarlayacak? Bu konu eğitime kadar uzanıyor, çünkü günümüzde okullarda ne mimara ne de mühendise cephe tasarımının ne olduğu öğretilmiyor. Yapı kabuğu her zaman üreticiye bırakılıyor. Son 60 ya da 70 yıldır, herhangi bir binadaki bu bölümün, üreticinin gelip daha sonra yapması için geride bırakıldığını görüyoruz. Üretici iyi ya da kötü bir iş çıkarabiliyor ve bu, binanızın tasarım ömrünü etkiliyor.

Haberin Devamı

Hanif Kara: Bizi yeni binalar inşa etmeye iten kapitalizm hakkında daha fazla tartışmalıyız...

2016 Serpentine Pavillion, BIG.

Haberin Devamı

YŞ- Mimarlarla birlikte çalışan, mimarlara ders veren, bir bakıma mimarlığı yaşayan ve soluyan bir mühendis olarak, mimarlığa bakış açınızı nasıl tanımlarsınız?

HK- Mimarinin tarihsel olarak yaptığı şey dünyaya tepki vermek ve onunla ilgilenmek, yaptığımız her şeyle, farklı ölçeklerdeki yaşamla ilgili her şeyle ilgilenmektir. Yani bana göre mimarlık birçok yönden özünde yaşam kalitesi anlamına geliyor. Tarihe dönüp bakarsak -ister Batı merceğinden istersek Doğu merceğinden bakalım- mimarlık hangi ideolojiden başlarsa başlasın, hangi milletin elinde ya da tarzda başlarsa başlasın, özü yaşam kalitesini arttırmaktır. Bence mimarlık budur. Bugüne kadar edindiğim deneyimlerden yola çıkarak mimarlığın sadece mimarlardan ibaret olmadığını söyleyebilirim. Mimarlar kesinlikle yaşam kalitesinin şekillenmesinde rol oynuyor. Mimarlığın 4000 ya da 5000 yıllık bir geçmişi olmasına rağmen, mühendislik son iki yüzyılda, teknoloji hızla geliştikçe ve sanayi devrimi sonrasında, malzemeler kullanılabilir hale geldikçe güçlendi. Ve muhtemelen 19. yüzyılın başlarında bir noktada mimarlık ve mühendislik birbirinden ayrıldı ve mimarlık bir bakıma mühendisliği doğurdu. Bu olumlu bir etkiydi çünkü bu sayede bilim daha iyi yorumlanabilirdi, çünkü biz mühendisler büyük ölçüde bilim insanlarıyız. Ama aynı zamanda bir sorun da yarattı çünkü mimarların işlerinde sahip oldukları bazı sorumlulukları ellerinden aldı. Dolayısıyla mimar-mühendis iş birliği ile ilgili olarak son 200 yılda mühendisler ve inşaatçılar olarak bizler, herhangi bir proje için giderek daha önemli hale geldik ve mimari fikirleri daha ileriye taşıyabildik.

Haberin Devamı

Hanif Kara: Bizi yeni binalar inşa etmeye iten kapitalizm hakkında daha fazla tartışmalıyız...

Bloomberg's European HQ, Foster + Partners

Haberin Devamı

YŞ- Geçen 25 yıl içinde mimariyle ilgili ürettiğiniz strüktürel çözümler nasıl biçim değiştirdi?

HK- Diyebilirim ki on yıl kadar önce, mimarların uğraştığı tüm karmaşık geometrilerden dolayı geometri dünyasındaydık. Bugün ise ekolojinin artan zorluklarıyla karşı karşıyayız. Mevcut bina stoğuyla ne yapacağımıza dair artan zorluklarla karşı karşıyayız. Aslında bu durum, yapı üretimini durdurmanın bir yolu olmaktan ziyade bir fırsattır. Bu yapı stoğunu nasıl yeniden tasarlayabiliriz? Bu şekilde tasarlanabilecek bir mimariyi nasıl elde edebiliriz? Dolayısıyla teknoloji her geçen gün daha da güçlenirken biz de bu değişim dalgalarıyla birlikte hareket ediyoruz. Ve büyümeye başlayan bu yeni dalgada, yenileme ile ilgili soruları çözmeye çalışıyoruz: Bu binayı inşa etmeli mi, etmemeli mi? Mevcut yapılar yeniden mi kullanmalı? Daha az enerji etkisi yaratacak malzemeler hangileri? Gelecekte daha iyi performans gösterecek ve dolayısıyla bunu iyi bir proje haline getirecek olan malzemeler hangileri? Demek istediğim, benim “aşırı bilgi nüfusu” olarak tanımladığım bir durumun içindeyiz. Hepimiz o kadar çok bilgiye maruz kalıyoruz ki bu bilginin içinde, ekoloji nedir, dünyayı nasıl kurtaracağız gibi konulara gelindiğinde, çok fazla kafa karışıklığı ve yanlış anlama yaşıyoruz. Hepimizin anladığı ortak şey, daha iyi yaşamamız ve dünyaya son 200 yılda yaptığımızdan daha iyi davranmamız gerektiği. Dolayısıyla, benim görüşüm sürdürülebilirlik ve ekolojinin yeni olmadığı yönünde. Sadece şimdi hızlandılar ve biz bunu daha iyi anlıyoruz. Yapmamız gereken şey bu bilgiyi almak ve teslim olmamak. Örneğin, Birleşik Krallık'ta 2050 ve 2030 yılına kadar sıfır karbona ulaşmak için inşaat yapmayı durdurmamız gerektiğini iddia eden bir düşünce var. Bana göre bunu söylemek mümkün değil, bu çok aşırı teslimiyetçilik. Öte yandan, birbiri ardına yeni binalar da inşa edemeyiz. Mevcut binaları nasıl değiştirebiliriz ya da güçlendirebiliriz diye düşünmek zorundayız. Londra'da bu tür dönüşüm projelerinin bazılarından biz sorumluyuz. 26 katlı bir kuleye 12 kat ekledik, mesela. Londra'da ilk çimentosuz beton kazığı da biz yaptık. Mevcut stokla ne yapabileceğimizi, kullanılabilecek yeni malzemelerle nasıl yol alabileceğimizi düşünmek zorundayız. Bizi her 25 yılda bir yeni bir bina inşa etmeye iten kapitalizm hakkında da daha fazla tartışmalıyız.

Hanif Kara: Bizi yeni binalar inşa etmeye iten kapitalizm hakkında daha fazla tartışmalıyız...

Broad Art Museum, Zaha Hadid Architects.

YŞ- Strüktürel inovasyonu nasıl tanımlıyorsunuz? Bu konuda ürettiğiniz çözümlerden önemli bulduklarınız hangileri?

Strüktürel tasarımda inovasyondan bahsettiğimiz zaman söylememiz gereken ilk şey, son zamanlarda büyük ve tek olarak değil, çoğunlukla küçük ölçekli olarak ortaya çıktığıdır. Ancak güncel, önemli ve büyük inovasyonlardan bahsetmem gerekirse, özellikle Londra’da gerçekleştirdiğimiz mevcut yapıların yenilenme çalışmalarını ve ek yapıları örnek verebilirim. Bunlardan biri, 25 yıl önce gerçekleştirdiğimiz 12 katlı bir yapının üzerine 16 katlı bir yapıyı konumlandırmaktı. Başka bir yapının üzerine de 18 kat eklemiştik. İkinci ve muhtemelen en önemli inovasyon örneği olarak ise dünyadaki en iyi mimarlardan biriyle ve yine dünyadaki en zor alanlardan birinde gerçekleştirdiğimiz Bloomberg Headquarters’ı söyleyebilirim. Londra’nın merkezinde yer alan yapının altında birçok tünel, boru ve kazık bulunuyordu. Böyle bir alana yeni bir binayı yerleştirmek için akıllıca bir teknik kullanmamız gerekliydi. Bunların dışında malzemelerin özellikle betonun yeni kullanımlarına olanak sağlayan küçük ölçekli birçok inovasyon da bulunuyor

YŞ- AKT II çatısı altında yürüttüğünüz çalışmaları “design-led” olarak tanımlıyorsunuz. Bu kavramı biraz açıklayabilir misiniz?

HK- Mühendisler, genellikle mimarlar yapıyı tasarladıktan sonra ortaya çıkan problemleri çözen kişiler olarak biliniyor. Ancak ben tasarım evresinde de mühendislere yer olduğunu düşüyorum. İyi mimarların bunun farkında olduğu bir gerçek. Mimarlık ve mühendislik arasında kalan alan, aslında bir sınır değil; özellikle son 15-20 yılda birçok etkileşimi ve inovasyonu meydana getiren bir kesişim. Tasarım kavramını ben bu alanda tanımlıyorum. “Design-led” kavramı da bu felsefeye işaret ediyor.

Hanif Kara: Bizi yeni binalar inşa etmeye iten kapitalizm hakkında daha fazla tartışmalıyız...

Generali Tower, Zaha Hadid Architects

YŞ- Mesleki motivasyonunuzu etkileyen yapılar hangileriydi?

HK- Biliyorsunuz, ben Londra’ya Uganda'dan genç bir insan olarak geldim. Babam bir inşaatçıydı. Dolayısıyla betonun kokusu ve bir şey inşa ettiğinizde hayatı nasıl daha iyi hale getirdiği beni bu meslekle ilgili ilk etkileyen şeyler oldu. O zamanlar fotoğraflarından gördüğüm iki bina beni çok etkilemişti: Bunlardan biri Sinan'ın İstanbul'daki muhteşem Sultanahmet Camii, diğeri de Ove Arup'un Sydney Opera Binası'ydı. Her iki projede de müthiş bir hayal gücü ve tarihteki farklı bir ilerleme anının göstergeleri vardı. Her ikisi de harika binalar, her ikisi de sadece teknolojinin ve zamanlarının sembollerini yaratmakla kalmadı, aynı zamanda yapı yapma kültürünü çok ileriye taşıdılar. Sanırım bu iki proje, Sultanahmet Camii ve Sidney Opera Binası, zihnimi en çok etkileyen projelerdi. Sinan’ın yapıları özellikle son birkaç yüzyılda, farklı coğrafyalarda birçok tasarıma ilham verdi. Eğer başarıyı zamanının ötesine ulaşabilmek olarak tanımlarsak Mimar Sinan’ın yapılarını örnek verebilirim. Ancak benim mesleki motivasyonum, büyük ölçüde, meraklı olma, risk alma ve insanları teşvik etme arzusundan etkilenmiştir. Günün sonunda, eğer kendinizi yeterince zorlarsanız, daha iyi binalar yaratabilirsiniz. Bu yüzden diğer meslektaşlarımdan ve farklı kentlerden çok fazla etkileniyorum. Dünyanın her yerine seyahat etmeyi seviyorum.

Hanif Kara: Bizi yeni binalar inşa etmeye iten kapitalizm hakkında daha fazla tartışmalıyız...

Twist Museum, BIG.

YŞ- Türkiye’de son zamanlarda üretilen çağdaş mimarlık örneklerini strüktürel anlamda nasıl değerlendiriyorsunuz?

HK- Türkiye’de son zamanlarda inşa edilen yapıların hepsini bilmiyorum ancak Zorlu Center’ı beğendiğimi söyleyebilirim. Ayrıca yine Emre Arolat’ın tasarladığı Sancaklar Camii’nin de geçmiş ve geleceğin başarılı bir yorumu olduğunu ve normlara meydan okuduğunu düşünüyorum. Mühendislik ve peyzaj mimarlığı gibi farklı disiplinlerin arakesitinde bir yapı tanımlıyor. Bu Sinan’ın da başardığı bir durumdu

YŞ- Çalışmaktan daha çok keyif aldığınız ya da zorlandığınız mimarlar hangileriydi?

HK- Bu enteresan bir soru. Birkaç yıl önce de buna benzer bir soru sorulmuştu, çünkü o zamanlar Zaha Hadid ile çalışıyordum. Zaha Hadid beni çok destekledi ve bir dönem insanlar benim için “Zaha Hadid’in mühendisi” demeye başlamıştı. Ben de cevap olarak bu tür mimarlık ürünleri üzerinde çalışmanın kolay olduğunu söylemiştim. Çünkü hayata geçirmek için yalnızca bir çözüm var. Chipperfield ve Foster gibi mimarlarla çalışmak da oldukça ilginçti. Çünkü strüktürün ne olduğunu iyi biliyorlar ve karşılıklı diyaloglarla çözüm daha da iyi bir hale gelebiliyordu. Benim işim mimarın kimliğinden bağımsız olarak tasarımlarını hayata daha başarılı bir şekilde geçirmek.

YŞ- Mesleğinizin ilk yıllarında kariyerinize yön veren ve kariyerinizin zirvesini temsil eden çalışmalarınız hangileriydi?

HK- Kariyerimin ilk yılları için iki önemli projeden söz edebilirim. Biri geçen sene hayatını kaybeden Will Alsop’un tasarladığı, İngiltere’deki RIBA Stirling Prize ödüllü Peckham Kütüphanesi. Muhtemelen benim ve ofisim için kırılma noktası oluşturan diğer proje de Zaha Hadid ile Wolfsburg, Almanya’da hayata geçirdiğimiz Phaeno Science Centre projesi. Yapı, betondan yapılmış tek bir yüzeyden oluşuyordu. Çok iyi parametrik tasarım bilgisi gerektiren, zorlayıcı bir projeydi. Son zamanlardaki projelerimden ise yine RIBA Stirling Prize sahibi Bloomberg Headquarters’ı örnek verebilirim. Dünyadaki en çevreci ofis yapılarından biri. Norman Foster’ın da bu projeyle kariyerinin zirvesine ulaştığını düşünüyorum. İşveren de bir dünya deviydi. Şüphesiz, para kazanmak için yapılan bir işin ötesindeydi. Dolayısıyla o da kariyerimde birçok şeyi değiştiren projelerden biri oldu.

Hanif Kara: Bizi yeni binalar inşa etmeye iten kapitalizm hakkında daha fazla tartışmalıyız...

Kingston University Town House, Grafton Architects.

YŞ- Aslında basit strüktürlerle de kaliteli mimarlığa imza atılabiliyorken, tasarımcıların yapım tekniklerinin sınırlarını sürekli zorlama dürtüsü sizce neden kaynaklanıyor?

HK- Çok iyi bir soru. İnsanoğlunun yerinde duramayan bir tür olduğunu düşünüyorum. Bilim adamları bir problemin nereden kaynaklanabileceğini biliyor ve olası problemleri tahmin edebiliyor. Fakat tasarımcılar için aynısı söz konusu değil. Bana göre sınırları zorlama ihtiyacı icat etme/yaratma ihtiyacından kaynaklanıyor. Öte yandan “kalite” sözcüğünü “sıra dışı” sözcüğü ile yer değiştirirseniz farklı bir anlam çıkıyor. Çünkü sıra dışı denen yapıların sadece %10’u aynı zamanda kalite teşkil ediyor. Kalite daha çok para harcanan, daha büyük anlamına gelmiyor. Dolayısıyla “kaliteli” sözcüğünü bilinçli bir şekilde kullanmak gerekiyor.

YŞ- Mimarların strüktürel beklentileri sizce tasarımların hayata geçirilmesinde gereksiz iş gücü ve kaynak kullanımına sebep oluyor mu? Bir strüktür tasarımcısı olarak mimarların yarattığı formları hayata geçirirken etik ve ekonomik konularda sürdürülebilirliği nasıl ele alıyorsunuz? Yapıları tasarlayan ve uygulayan öznelerin çevre konusunda sorumlulukları sizce neler olmalı?

HK- Son 15-20 yılımızı teknolojiyi kullanarak geçirdik ve bunu genellikle bir amaç uğruna değil, gösteriş için, sırf teknoloji buna imkan tanıyor diye yaptık. Günümüzde çevreye karşı duyarlı olmak zorunlu hale geldi. Şimdi “Nasıl tasarlanır?”, “Nasıl inşa edilir?”, “Ne tasarlanır?”, “Ne inşa edilir?” gibi sorunlara çözüm arıyoruz. Bu farkındalığı kazanmamızda kısmen teknolojinin de payı olduğunu söylemek gerekir. Dolayısıyla teknolojiyi tamamen hayatımızdan çıkaramayız. Ancak teknolojiyle şekillenen tasarım anlayışını bazı yönleriyle yeniden değerlendirebiliriz. Özellikle mimarlar bu konuda epey suçlu. Yapıların kabuğunun tasarımıyla fazla ilgilenmeyip müteahhitin tasarrufuna bırakıyorlar. Artık yapıları her yönüyle ele almamız gerekiyor. Kendini bu değişim sürecinden soyutlayanlar malesef gelecekte var olamayacaklar.

YŞ- Türkiye’de strüktür tasarımı konusuna mimarlık eğitimi sürecinde sadece üstünkörü değiniliyor ve yeterince önem verilmiyor. Uzun yıllardır önemli okullarda eğitimcilik yapan biri olarak bu konuda nasıl bir yol haritası önerirsiniz?

HK- Mühendislik lisans eğitiminde (özellikle strüktür mühendisliği) matematik ve fizik dersleri veriliyor; fakat iki disiplinin de temel bilimlere daha çok zaman ayırması gerektiğini düşünüyorum. Bunun yanında mimarlık ve mühendislik öğrencilerini birbirleriyle daha çok konuşur, iletişim kurar hale getirmek gerekiyor. Bu durum, birbirlerinin yaptıkları işler hakkında daha yetkin olmalarını sağladığı gibi meslek hayatına atılınca disiplinler arası iletişim kurabilme becerisini de artırıyor. 12 yıldır, Harvard’dan mimarlık öğrencilerim ile MIT’den mühendislik öğrencilerime aynı sınıfta ders veriyorum ve onlara tasarım ve uygulama sürecinde nasıl erken iletişim kurulabileceğini göstermeye çalışıyorum. Ek olarak mimarların teknik becerilerinin günden güne azaldığını düşünüyorum. Mimarlar, mühendisliğin rolünü kavrayamıyor ve olası problemleri tasarım sürecinde öngörmekte zorlanıyor. Netice olarak iki disiplinin eğitim sisteminin de revizyona ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.

YŞ- Doğal malzemeler geleceğin mimarlığında ne şekilde yer alacak?

HK- Doğal malzemeler günümüz yapılarında yakın geçmişte olduğundan çok daha fazla kullanıyor. Ahşap malzeme önemli bir geri dönüş gerçekleştirdi ve kullanımı geçmişteki gibi yaygınlaştı. Eğer sürdürülebilir bir çözüm olduğunu ispat edebilirsek doğal taş için de ileride aynısı söylenebilir. Gelişen uygulama teknikleriyle taşın kullanımı daha başarılı ve efektif hale getirebilmek mümkün olabilir. Günümüzde doğal malzemelerin başarısız şekilde kullanıldığı birçok örnek görüyoruz. Bunda bir diğer etken de bu malzemeleri nasıl uygulayacağını bilen zanaatkar sayısının azlığı.