27.12.2024 - 03:23 | Son Güncellenme:
Ebru Şevli Mimar
Ebru Şevli, Mimar- Mimarlık, insanların içerisinde bulunduğu dünyayı algılaması için bir düzlem, deneyim kazanmaları ve bu deneyimleri anlamlandırmaları için bir ufuk oluşturarak, aslında doğanın uzantısı gibi davranan insan yapımı bir boyut sunar (1). Tıpkı bir ormanın içerisinde yürümenin duyuların çok sesliliği ile bizi iyileştirmesi gibi; iyi tasarlanmış mekanlar, duyularımıza ve algılarımıza temas eden yapılar da bizim için etkileyici deneyimler barındırır. Rönesans öncesine kadar duyularımız arasından daha çok dokunma ile ilişki kuran mimarlık; resim sanatının gelişimi, özellikle de perspektifin kullanıma başlanması ile yerini, gözün ve görmenin hakim olduğu bir anlayışa doğru bırakır. Gözün görmesini mümkün kılan ışık, mekanların görülebilir ve gizli kalan kısımlarını tanımlar; gözün hareketini kontrol eder ve mekana olan mesafemizi belirlememizi sağlar. Aydınlık olan yerler kadar, gölgenin düştüğü yerleri de belirler. Tıpkı homojen mekanların var olma deneyimini zayıflatması, “yer” algısını silip süpürmesi gibi, homojen olarak aydınlatılmış mekanlar da hayal gücünü etkisizleştirir (2).
Rembrant ve Caravaggio gibi etkili eserler üreten sanatçıların tablolarında, anlatıların en güçlü unsurları ışık ve gölge olarak öne çıkar. Tasvir edilen olayların ve durumların geçtiği mekanlarda gizli bırakılan ve gün yüzüne çıkarılan alanlar bizi tabloların içerisine sürükler, gözün hareketini kontrol ederek zamana ve varoluşa dair algımızı güçlendirirler.
Görsel niteliğin ötesinde, mekanların ışık ile olan ilişkisinin psikolojik, sosyolojik ve hatta politik boyutları da mevcuttur. Çağlar boyunca net ve homojen olarak aydınlatılan mekanlarda, ışık otoritenin temsili olarak da kullanılır, gözlenebilir alanlar sunar, mahremiyet algımızı şekillendirir. Bütün bunların yanı sıra günlük yaşam mekanlarında, yaşama ve çalışma alanlarımızda kullanılan ışık kaynaklarının görünürlüğü, ışığın sıcaklığı ve şiddeti orada geçirdiğimiz vaktin seyrini tamamen etkileyen unsurlardır. Hem psikolojik hem fizyolojik olarak üzerimizdeki etkileri, uyku düzenimizi, duygu durumumuzu ve odaklanma gücümüzü belirler.
Kutsal ibadet mekanlarından modern eğitim yapılarına, varoluşsal algılarımızdan biyolojik saatimizin belirlenmesine kadar tür olarak üzerimizde önemli etkileri olan ve hayatımızı şekillendiren ışığın mekan tasarımlarında bir katman olarak ele alındığı ve deneyimi kurgularken göz önünde bulundurulduğu projeleri bir araya getirdik.
Peter Zumthor’un mimari yaklaşımı, duyuları harekete geçiren mekanlar yaratmaya odaklı olarak tanımlanıyor ve Therme Vals bunun en net görüldüğü örneklerden bir tanesini oluşturuyor. Hamamlar yavaşça deneyimlenecek şekilde tasarlanmış ve ziyaretçileri ışık, gölge, ses ve dokunun karşılıklı etkileşimine kendilerini kaptırmaya teşvik ediyor. Doğal ışık, taş tavandaki dar aralıklardan hamamların içine süzülerek su ve duvarlar üzerinde yumuşak, değişken desenler oluşturuyor. Bu kısacık aydınlanma anları, ziyaretçilere dış dünyayla bağlantılarını incelikle hatırlatarak zamanın geçtiği hissini yaratıyor.
Japonya’nın Osaka kentinin 25 km dışındaki küçük Ibaraki kasabasında, Tadao Ando’nun imza niteliğindeki mimari eserlerinden biri olan Işık Kilisesi yer alıyor. Işık Kilisesi, Ando’nun doğa ve mimari arasındaki felsefi çerçevesini, ışığın tanımlayabildiği ve yeni mekansal algılar yaratma yoluyla öne çıkarıyor. Ando için Işık Kilisesi bir ikilik mimarisi sunuyor. Varoluşun ikili doğası: Katı/boş, aydınlık/karanlık, sade/sakin. Bir arada var olan farklılıklar, kiliseyi her türlü süslemeden yoksun bırakarak saf bir alan yaratıyor. Işık ve doluluğun kesişimi, sakinlerin kendi içlerindeki ruhani ve seküler olana dair farkındalıklarını artırıyor.
Firminy Kilisesi Fransa
Çarpıcı formu ve etkileyici iç mekan deneyimleriyle tanınan, Le Corbusier’nin Firminy Kilisesi, mimarın uzun yıllar boyunca tasarladığı temel düşünce ve uygulamalarının bir başka boyutunu sunuyor. Bu kilise, Le Corbusier’nin son büyük eseri olması ve 1965’teki ölümünün ardından yarım bırakılması nedeniyle de özel bir önem taşıyor. Ölümünden kırk bir yıl sonra, 2006 yılında tamamlanarak özünü yaşatmaya devam ediyor. Le Corbusier, kentin küçük cemaatinin farkında olarak asarladığı yapıda, beton kullanımını tercih etmiş. Bu malzemenin aynı zamanda ışığa gerçek bir anlam kazandırma hedefiyle hacim ve alanlar üzerinde kontrol sağlamasını umuyor.
Brion Mezarlığı, İtalya
İtalya’nın Treviso kenti yakınlarındaki San Vito d’Altivole’de bulunan Brion Mezarlığı (1968-1978) Carlo Scarpa imzalı modernist mimarinin başyapıtlarından biri. Proje, Scarpa’nın çalışmalarında işleyen anlatı yaklaşımını ve bunun genel olarak mimarideki mitik kaygıları ifade etme potansiyelini incelikle ortaya koyuyor. Scarpa bu projeyi “Şiirsel bir mimari yaratmak için değil ama biçimsel bir şiir duygusu yayabilecek belirli bir tür mimari yapmak için içine biraz şiirsel hayal gücü katmaya çalıştım. Ölüme sosyal ve sivil bir şekilde yaklaşmanın bazı yollarını göstermek istedim ve ayrıca ölümün, hayatın geçiciliğinde ne anlam ifade ettiğini göstermek istedim” sözleriyle aktarıyor.
Parlamento Binası, İskoçya
Enric Miralles tasarımı İskoç Parlamento Binası, İskoç manzaralarının yanı sıra İskoçya’nın mimardan ulusal kahramana dönüşen Charles Rennie Mackintosh’un çiçek resimlerinden motifler ödünç alıyor. Bunlar, binanın kütlesinin ve bahçe lobisindeki ikonik kano şeklindeki tavan penceresi açıklıklarının formunun da temelini oluşturuyor. Tavan baskılarında ve diğer detaylarda Saltire ya da İskoç haçına dair imalar kullanılmış. Parlamento tek bir yapıdan ziyade birbirine bağlı alanlardan oluşan bir kampüs tanımlıyor. Bu ayrı binaları birbirine bağlayan etkileyici, gökyüzü aydınlatmalı bir zemin kat, alanın etrafında sürekli dolaşım sağlıyor.
Yahudi Müzesi, Almanya
Berlin Belediyesi 1987 yılında Berlin’deki orijinal Yahudi Müzesi’nin genişletilmesi için bir yarışma düzenledi. Program, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Berlin’e Yahudi varlığını geri getirmeyi amaçlıyordu. 1988 yılında, Daniel Libeskind, uluslararası üne sahip diğer mimarlar arasından birinci seçildi. Libeskind’in tasarımı, Holokost öncesi, sırası ve sonrasındaki Yahudi yaşam tarzını temsil etmek için kavramsal olarak ifade edici bir araç olarak radikal, biçimsel bir tasarım uygulayan tek projeydi. İç mekan, boş alanların ve çıkmaz sokakların sadece bir parça ışığın mekana girdiği anları güçlendiren betonarme malzemeden oluşuyor.