24.02.2025 - 02:39 | Son Güncellenme:
YASEMİN ŞENER
YASEMİN ŞENER Geçtiğimiz yıllarda Milano’da lansmanını yaptığın Geospaces, Türkiye’de ilk defa kitapçılarda yer almaya başladı. Kitabının satışa sunulduğu ilk adres de İstanbul Modern Mağaza oldu. Geospaces koleksiyonuna ve mağazadaki pop-up alanına değinmeden önce bu kitaptan biraz söz edelim isterim. Kitap neden Geospaces ismini taşıyor? Hangi fikirlerle ve nasıl bir çabanın sonucunda ortaya çıktı?
ALPER DERİNBOĞAZ Geospaces için biraz retro perspektif gibi kendi mimar ilgi alanlarımın ve meraklarımın altında yatan şeyleri keşfetmeye yönelik yaptığımız bir çalışma, diyebiliriz aslında. Kendi ilgi alanımı oluşturan mimarlık çizgisi ne olabilir diye geriye baktığımda bazı şeyler bir araya gelmeye başladı. Ve onları çok daha geniş bir tarih perspektifinde aldığımda aslında bunların bir anlamı olduğunu ve benim için de önemli şeyler olduğunu anladım. Bunları da Geospaces teması altına topladık. Çünkü Geospaces yerden gelen, “topraktan gelen” demek. Yani mimarlığın aslında nereden geldiğini, bu işin başında yani bizim dünyayla olan bir ilişkimizi düzenlemek başlangıcında mimarlık nerede yer alıyordu, nasıl ortaya çıktı diye merak ettiğimiz bir derleme diyebiliriz. Geospaces bizim bugün mimarlık yapıyor olma biçimlerimizde çok genel geçer ve belli eğilimlerin altında neler yattığını ve onlara karşı bizim nasıl tepkiler verdiğimizi ve bunların nasıl oluştuğunu da araştırdığımız bir şey. Öncelikle tarihimize baktığımızda bir Batı mimarlığı alıntısı ve daha geniş bir tarih perspektifinde de bir barınma meselesini görüyoruz. Barınma meselesi olarak başlayan şey, aslında daha kurumsallaşmış diyebilirim. Enstitülleşmiş, başka bir mimarlıkla biraz görünmez olmuş. Ama bizim coğrafyamızda da çok önemli kalıntıları var. O kalıntıları da bence hepimiz daha iyi anlamalıyız. Bunlarla ilgili de çok az bilgi bulabiliyoruz. Antik dönemden sonrası çok daha iyi araştırılmış ve çok iyi dökümante edilmiş. Bundan öncesiyle ilgili çok az araştırma, spekülasyon veya hikaye var. Biz bunların çok ilginç olduğunu anlamaya, fark etmeye başladık işin içine girdikçe. Çünkü bugün sürdürülebilir mimarlık diye konuştuğumuz şeyler veya işte karbon ayak izimizi azaltmak veya işte daha teknolojik mimarlık yapmak dediğimiz şeylerin çok geçmişe gittiğimizde insanlığın çok test etmiş olduğu ve hayata geçirmiş olduğu şeyler olduğunu görüyoruz. Yani Nevşehir'deki kayalıkların içine oyulmuş yapılardan Göbeklitepe'de gökyüzüyle ilişki kuran dikitlere kadar birçok farklı yerde bunun kanıtlarını görebiliyoruz. Bu anlamda çok kısaca özetleyecek olursak bizim mimarlığı dünya üzerinde bir obje inşa etmek değil de dünyayı yerküreye biraz modifiye ederek, biraz dönüştürerek, biraz değiştirerek sürdürdüğümüz barınma maceralarımızı anlatan bir kitap. Ve bugün kendi yaptığımız yapılarda onlardan nasıl ilham alıyoruz? Bu barınma biçimlerinden nasıl ilham alıyoruz? Biraz da ona dayanan bir kitap.
YŞ Kitap lansmanıyla eş zamanlı olarak Geospaces koleksiyonu ve Salon & Reflect Studio iş birliğinde yürütülen PLAY/MIX/CREATE pop-up alanı da ziyarete açıldı. Geospaces koleksiyonundan söz eder misin? Reflect Studio ile nasıl bir iş birliği gerçekleşti?
AD Aslında ofisin kuruluşundan itibaren hep yaratıcı iş birliklerine çok inandım ve onun etrafında birçok şey yapmaya başladık. Yıllar önce bunun gibi iş birliklerini çok yaptık. Farklı sanatçılarla ve markalarla bir araya geldik. Reflect Studio’yu da onlardan önemli bir tanesi olarak gördük. Ofis alanlarını ve mağazalarını tasarlamak için onlar bize geldiğinde, biz de onlardan bizim için masamızda olan şeyleri kendi gözlerinden nasıl tasarlarlar, onu merak ettik. Böylelikle birbirimiz için bir tasarım yolculuğuna girdik aslında karşılıklı olarak. Bu MakerTable dediğimiz PLAY/MIX/CREATE de onun bir ürünü. Bu süreçte de en ilgimizi çeken şeyin aslında kreatif paylaşım olduğunu anladık. Birkaç proje çıktı ortaya ama sonuçta o yolculuğa giden birçok kreatif paylaşım oldu ve bunu çok heyecan verici olduğunu düşünüyorum. Kendi hayatımdan biliyorum, bir şeyler yarattığımız dönemlerle sadece tükettiğimiz dönemlerin duygu durumu tamamen birbirinden farklı. Bu MakerTable’ı da aslında insanların küçük de olsa bir şey üreteceği, üretmeyi kolaylaştıran, önünü açan bir nokta olarak tasarladık ve bu mağazalarda çok ilgi çekti, çok önemli bir parçası oldu. İnsanların kendi giyimlerini tasarlama şansları oldu. Bu da standart bildiğimiz “fast fashion”, yani yapılıp tüketilen bir şey değil. Aslında ziyaretçiler veya müşteriler de bu üretim sürecinin bir parçası oldu. Reflect Studio’daki bu uygulama ziyaretçiler tarafından çok beğenilip kullanılınca bunun bir versiyonunu İstanbul Modern’in davetiyle İstanbul Modern mağazada yapmanın iyi olabileceğini düşündük. Bu şekilde bir araya geldik. MakerTable bir senelik bir program dahilinde var. Orada çeşitli workshoplar olacak. Farklı dönemlerde birkaç workshop arka arkaya tasarlanıyor. Hem dönemsel workshoplar için kullanılacak hem de insanların sürekli dilediklerini bir araya getirdikleri bir masa olmuş olacak.
YŞ Geospaces koleksiyonu nasıl geliştirildi?
AD Geospaces, Reflex Studio'nun grafik tasarım ve tasarım yetenekleriyle birlikte neler yapabileceğini merak ettiğimiz bir süreç oldu. Bizim zaten bir kitabımız vardı elimizde. O kitap görsel olarak nasıl hayata geçirilir, onu konuştuğumuz bir süreçti. Böylelikle aslında Geospaces onların bizim için yaptığı bir tasarım olmuş oldu. MakerTable da bizim onlar için düşündüğümüz bir şey oldu. İşte o kitap sürecinde aslında heyecanım bir koleksiyona da dönüştü. O koleksiyonun özel bir ürünü olarak bir piknik örtüsü tasarladık. Çünkü en az fiziksel materyalle dünyada yaratabileceğimiz en basit fiziksel mekan olarak bir piknik alanı düşündük ve onunla başlayan bir tekstil koleksiyonu yarattık.
YŞ New York’ta ve Pratt Graduate School of Architecture and Urban Design'da stüdyo 2023 güz dönemi boyunca, yardımcı eğitmen Luz Wallace ile birlikte İleri Tasarım Araştırma Stüdyosu, Leisure Institute'u yönettin. Stüdyo, yapay zeka devriminin toplum üzerindeki potansiyel etkisini keşfetmeye odaklanıyordu galiba, değil mi?
Yapay zeka ve teknoloji konuları geldiğinde her tür teknolojik inovasyonda topluma çok çeşitli etkileri oluyor. Biz tabii burada daha olumlu bir senaryoyu daha belirgin bir şekilde canlandırmak ve işlemek istedik. Olumsuz olanları hayal etmek ve onların önünü açmak daha kolay diye düşünüyorum bu AI devrimi iyi bir noktaya geldiğinde belki. Yapay zekanın insanların sıkıcı, tekrara dayalı bulduğu ve çok yapmak istemediği işleri devralabileceği bir dünyada ideal olarak daha çok zamanımız olacağını düşünebiliriz. Hani iş olarak aslında hiçbir şey yapmıyor olabileceğimiz bir gelecek hayal edebiliyorsak, bu boş zamanı nasıl geçirebileceğimize dair hayaller kurduk. Yani zamanımızı iyi geçirme ve boş zaman kavramını nasıl değerlendirmek gerekir, hayata anlamlı bir katkı sağlamaları nasıl mümkün olabilir sorusu üzerine bir stüdyo oldu. Öğrencilerden karakteristik olarak birbirinden çok farklı öneriler geldi. Örneğin, hayatın derin konularıyla ilgili düşünmeye zaman ayırabileceğimiz, doğadaki daha karmaşık olayları anlamaya, araştırmaya ve anlamını sorgulamaya yönelik mekanlar üretenler oldu. Bazıları insanlarla canlıların bir arada yaşayabileceği yerler tasarlamaya başladılar. Kuşlarla çevrili mekanlar serisi tasarlayanlar oldu. İnsanların bir arada yaşadığı mekanlar serisi tasarlayanlar oldu. Deniz araştırmaları üzerine bir proje çıktı. Deniz ve kara arasındaki o ara yüzü araştırmaya yönelik başka bir tasarım ortaya çıktı.
YŞ Oradaki stüdyo yürütücülüğü süreci sana neler kattı? Nasıl bir deneyimdi senin için?
AD Türkiye’de katıldığım stüdyolara kıyasla öğrencilerin çok farklı olmadığını söyleyebilirim. Ama bence insanların hangi niyetlerle bir yere geldiği çok önemli. Dünyanın birçok yerinden bu işi çok iyi yapmak için bir araya gelmiş insanların nasıl özveriyle üretebildiğini gördüm. Burada öğrenilecek en önemli şeyin “etrafımızdaki limitlerden değil de olanaklardan ilham alarak bir araya geldiğimiz her durumda çok iyi şeyler üretebileceğimizdir” diye düşünüyorum. Böyle bir şey öğrenmiş olabilirim. Çok kreatif bir okul tabii, yaratıcılığa çok önem veren, çok farklı üretimleri bir arada bulundurmaya çalışan bir okul. Bu çok sesliliğin önemini her zaman görüyoruz. Teknolojik araştırmaların bir kültüre dönüşmüş olmasının çok önemli olduğunu görebiliyoruz. Dijital üretim furyasından artık geçtik diye düşünüyorum. Pratt gibi okullarda çok denenen, benim stüdyolarda da denediğim, dijitali tekrar fizikselle bağdaştıran yeni arayüzler bulmak, yeni malzemeler bulmak, yeni iş akışları, yeni prosesler bulabilmek için iyi bir dönem bence.
YŞ New York’ta bir ofis açtın sanıyorum değil mi? Ne tür projeler üretiyorsun bu ofiste?
AD Brooklyn'de bir ofis açtık, orada küçük bir ekip var. Daha çok ofis dışından farklı gruplarla, danışmanlarla iş birlikleri halinde çalışıyoruz. Yeni projeler yapıyoruz tabii. Yeni bir mimarlık okulu üzerinde çalışıyoruz şu anda. Bu okulun bir de topluma katkı sağlayacak bir konut projesiyle bir araya getirilmesi gibi ilginç bir konu var. Yani birçok projede aslında hem kamuya katkı sağlamak hem de özel yatırımcılar için bir alan açmak gibi daha karmaşık programlar var. Oscar Niemeyer'in yapısına komşu, bir konsolosluk renovasyonu projesi var. Manhattan, Brooklyn, Queens ve Los Angeles’ta farklı ölçeklerde projelerimiz var.
YŞ Yeni tamamlanan Quartz Plaza projenden söz edelim isterim. Proje inşaat alanının jeolojik verilerinden ilham alıyor. İstanbul’un oluşumunun coğrafi özelliklerle şekillendiği düşünülerek yapının da bu zamansız tabakayla ilişki kurmak hedeflenmiş. Peki bu ilişki kullanıcıya nasıl yansıyor? Kullanıcı bu bağlamı fark edebiliyor mu?
AD Evet, çok güzel bir soru; çok da üzerine düşünmesi gereken bir soru. Şöyle bir örnekle anlatabilirim. Bir David Lynch filmi izlersiniz. Filmin hikayesinden, akışından çok keyif alabilirsiniz. Filmi izledikten sonra David Lynch'in kişisel hikayesini de merak edebilirsiniz. Onu araştırıp, onun yaptığı başka filmleri de merak edebilirsiniz ve bir dünya açılabilir önünüze. Bizim kurduğumuz bağlam da bunun gibi bir şey. Arka planda anlattığımız bu hikaye farklı bir dünyaya davet gibi aslında. Yani her şeyi olduğu gibi görmek değil de daha önemli şeylere davet etmek için bir arayüz diye düşünüyorum. Bu son kullanıcıya da yansıyor bence. Çok ilginç. Aslında yansıyıp yansımayacağını bilmeden yapıyoruz tabii ki bunu. Şöyle şeyler oluyor, çok amiyane, düz bir şekilde anlatmak gerekirse, en kötü ihtimal sokaktan geçen adam, “Abi çok değişik olmuş bu bina, elinize sağlık; ne yaptınız burada, ne düşündünüz?” diye sorabiliyor. Bu merakı uyandırabilmek mesele. Orada da önemli olan o hikayeyi bütüncül olarak projenin sonuna kadar taşıyabilmek. Yani estetiğine yansıması; sürdürülebilirlik gibi bir derdi varsa, karbon ayak izi gibi bir derdi varsa gerçekten orada değişik, özgün bir katkısının bulunması. Yani o hikayenin gerçekliğini son aşamaya kadar taşıdığınızda, bence insanlar yapının da farklı dilinden dolayı bunları merak ederek araştırabiliyor. Yani yapının sahibine sorabilir, internete girip araştırabilir, bir yerde fotoğrafını görüp, oradan araştırabilir. Böylelikle aslında bir yapı insanlarla kurduğu bu tür bir ilişki ile hem bulunduğu coğrafyaya hem kente yönelik anlama, ilgi ve bağ kurma fırsatı sunabiliyor.
Yapının hikayesi bu Basın Ekspres Yolu ve çevresinin mevcut durumu doğallıktan çok uzak. O çevreyi bir referans olarak almak istemedik bu nedenle. Ama bu bölge aslında bir akarsu yatağı, Büyükdere Caddesi gibi, İstiklal Caddesi gibi. Bu akarsu yataklarının da İstanbul'un oluşumunda çok karakteristik bir yeri var. Bu rota da o şekilde oluşmuş aslında. Türkiye’deki yanlış planlama alışkanlıklarından biri de dereleri yollarla kapatmak maalesef. Basın Ekspres Yolu ve daha pek çok yerde böyle. Altında ise önemli bir coğrafi dünya var. Burada da amacımız yerin altındaki bu durumu hatırlatmaktı.
Nasıl bir yerin üzerinde olduğumuz yapının karakterini etkilemeli diye düşünüyorum. Burada da bu karakteri incelemeye başladığımızda aslında bu katmanların çok önemli bir parçamız olduğunu gördük ve bunu da yapı içine taşımak istedik. Zemindeki kaya parçalarında bulunan kuartzların da günümüzde modern saatlerde, zamanı takip etmek için kullanıldığını biliyoruz. Bu çok şiirsel bir hikaye gibi geldi. Zamansız bir şeyi alıp onu yeryüzüne çıkartmayı, yerkürenin bizden daha zamansız olduğunu, bizim zaman algımızdan veya işte çevreyi değiştirme niyetimizden daha üstün olduğunu hatırlatan bir durum gibi algıladık ve bunu yapının genel karakterini belirlemek için kullandık.
YŞ Beymen için tasarladığınız İstinye Park’taki Beymen Sneakers Club hakkında konuşabiliriz. Groove Heaven diye adlandırdığınız bu mekan müziği sadece işitsel değil, mekansal bir deneyim olarak da hissettiren bir anlayışla tasarlanmış. Ziyaretçi burada nasıl bir deneyim yaşıyor?
AD Evet, fırsat buldukça üstünde çalıştığımız bir alan akustik ve ses. Aslında mağaza yapmak çok karmaşık bir şey. Hiçbir konteksti neredeyse olmayan bir şey. Farklı yerlerde tekrar ediyor ve çevresiyle bir ilişki kurması zor. Ama içten gelen bir şey olması gerekiyor diye düşündük. Bu da Sneaker kültürünün başlangıcına biraz gitmek istedik. Sneaker, sokak kültürüyle, sokak müziğiyle de çok bağdaşan bir şey. Ona da “groove” diyorlar. “Groove'a girmek” diye bir şeyden bahsediyorlar. New York'ta da çok popüler yani bu müzik kültürü. Biraz tarihçesine gittiğimizde groove'un aslında plaklardaki oyuklar var ya onlardan geldiğini ve groove'a girmenin de müzikle senkronize olup o müziği yaşamak, tamamen içinde hissetmek olduğunu anlıyoruz. Yani bu sokak kültürü ve sokak müziğini bağdaştıran sneaker kültürünün üzerine de bu duyguyu yakalamak, böylelikle de müzikle bütünleşebileceğimiz bir dünya kurmak istedik. Mekanda da sadece müzik seçkisiyle ve iyi bir ses sistemiyle değil, bunun ötesinde mekanda o müzik ses dalgalarını yansıtan bir kurgu olmasını istedik. Böyle bir bütünleşme yarattık ve kendimizi müziğin içinde kaybettiğimiz bir durumu mekansız olarak canlandırmak istedik.
YŞ Mimarlık-sanat arakesitindeki çalışmaların da bir yandan devam ediyor. Paris’te sergilenen, coğrafi verileri derleyerek üretken yapay zeka ve algoritmik modelleme aracılığıyla üç boyutlu form oluşturma tekniklerini keşfettiğin “Neogene” serisinden söz eder misin?
AD O da aslında benzer tema dediğim gibi. Bu Quartz Plaza'yı çalışırken ortaya çıkmış bir şeydi. Yerin altındaki kaya formlarının nasıl oluştuğunu daha zengin bir şekilde araştırdığımız bir ara çalışma diyebiliriz aslında. Paris'te sergilenen serinin daha ilerlemiş versiyonu Quartz Plaza gibi yapılara dönüşen şeyler oluyor. Bizim sanat işleri aslında mimarlığın başlangıcı ile sonu arasındaki ara süreçte ortaya çıkıyor. Sanki araştırmalarımızın bir sonucu gibi. Bizim yapay zekada gördüğümüz şey hep iki boyutlu. Son dönemlerde üç boyutlu şeyler de yapılmaya başlandı ama iki boyutlu yorumlamalar ve aslında hep internette orada burada gördüğünüz görsellerin üzerinden türetilmiş şeyler. Bizim burada yapmaya çalıştığımız da bir tür AI çalışması. Ama veriler üzerinden, yani referansları toplayıp onlar üzerinden yaklaşık bir şey üretme değil de, daha bilimsel verileri alıp onlar üzerinden üretmek. Mesela işte Quartz Plaza'da yerin altındaki o taşların formasyonunu dijital olarak simüle ediyoruz. Yani o bin yıllar, on bin yıllarca geçen prosesi biz bilgisayarda AI üzerinde çok daha hızlı bir şekilde simüle edebiliyoruz. İki boyutlu şeyleri de üç boyuta kaldırarak ve çakıştırarak daha özgün, daha önce denemediğimiz mimari veya tasarım kütüphanemizde olmayan türde objeler üretme şansımız oluyor. Onlardan da anlamlı olanlar geliştirilip bazıları sanat eserlerine dönüşüyor, bazıları da yapılara dönüşüyor.
YŞ Hem bu seride hem de farklı üretimlerinde “jeolojik zaman ölçeği” kavramını kullanıyorsun. Nedir bu jeolojik zaman ölçeği?
AD Çok önemli şeyler soruyorsun, teşekkür ediyorum. Mimarlar olarak zamanımızın ötesine geçebilecek şeyler yaratmaktan aslında bir tür haz duyuyoruz. Yani insanın bir şekilde zamanı aşma gibi bir meselesi var, ölümle yaşamla ilgili bir meselesi var diye düşünüyorum. Jeolojik zaman da aslında bütün insanlığın yaşamının kısıtlı olduğunu hatırlatan bir şey. İnsanlık olarak da sonsuza kadar burada değiliz. Çok uzun zamandır da burada değildik. O yüzden yerin altındaki jeolojik bulgulara baktığımızda jeolojik zamanın ömrü bir insan hayatına eşse, insanlığın ömrü sadece bir gün gibi müthiş kısa bir süreye denk geliyor. Belki daha da kısa bir süre. Onu da fark etmemizin tek yolu işte bu çok uzak tarihimizdeki çok uzak şeylere bakmak diye düşünüyorum. Onlara baktığımızda bence birbirimize karşı daha barışçıl, dünyaya karşı daha merhametli olabiliriz diye düşünüyorum. O yüzden bunu hep hatırlamaya çalışıyorum.
YŞ Peki, bu bakış açısı mimarlık yapma biçimlerimizi nasıl etkileyebilir?
AD Daha geniş ölçeklerden baktığınızda, şehre de zamana da uzaktan baktığınızda bence daha temel problemleri düşünmek için fırsatınız oluyor. Zaman gözlüğü takmak gibi bir şey. Uzağı göremiyoruz diye düşünüyorum insanlık olarak. Varoluşsal bir problem bu, günü görebiliyoruz. Evet, zamanın içinde kalalım, anı yaşayalım vesaire ama genelde ne kadar uzağa bakarsak bakalım çok uzak zamanı göremiyoruz. Mimarlık da dünya üzerindeki varoluşu en uzun vadeli şeylerden bir tanesi. Mimarlık bir ara ölçek ve mimarlıktan sonra da jeolojik ölçek, işte tarih ölçeği, arkeolojik ölçek ve zaman ölçekleri de başka tür gözlükler. O yüzden bu gözlükler, bu zaman boyutunu anlamamıza iyi gelecek optik araçlar, filtreler diye düşünüyorum. Bu nedenle de onları bütün işlerimizde gündemde tutmaya çalışıyorum.
YŞ Yapı sektörü karbon emisyonlarının en büyük sorumlularından biri. Ancak iklim krizinin yarattığı sorunların toplumu etkileyiş biçimi adil değil. Küresel ısınmanın ve çevresel sorunların etkilerine en çok maruz kalan kesim ekonomik gelir seviyesi düşük, kentlerin en kırılgan bölgelerinde yaşayan topluluklar. Kentlerin ve mimari yapıların iklim adaletine olan etkisini yeniden düşünmenin yöntemleri sizce neler olabilir?
AD Mimarlık alanında, yapı sektörü alanında müthiş bir sorumluluğumuz var ve çok fazla şey değiştirebiliriz. Sadece küresel ısınma olarak da görmüyorum ben; etik olarak, çalışma disiplini olarak, inşaatların yapılış biçimi olarak, insanların çalışma koşulları olarak çok farklı eşitsizlikler söz konusu. Çok büyük bir ekonomi olduğu için ve büyük de bir karbon zinciri olduğu için çok büyük bir mesele. Ama bir o kadar da az tartışılan ve iyileştirilen alanlardan bir tanesi. Tabii ki hepimiz daha iyi bir mimarlık yapmaya çalışıyoruz ama bu çabalar dünyadaki problemlerle karşılaştırdığımızda çok küçük bir yerde kalıyor. Mimarlık, metodik olarak hep az çalışılan, az fonlanan, az değer verilen bir konu. Niye böyle olduğunu bilmiyorum. Amerika'da, Avrupa'da enerji bir problem değil, bu bizim problemimiz. Enerji ülkemizde problem olduğu halde, bunun ekonomik de bir çözümü olduğu halde, biz bu konuyu en az düşünen ülkelerden bir tanesiyiz. Yani oradan bakınca biz hem mali olarak anlamsız bir iş yapıyoruz, çok daha akıllıca şeyler yapabiliriz; hem sürdürülebilirlik açısından belirli şeylerde önderlik edebiliriz. Yapı işlerini çok iyi yapıyoruz, daha esneğiz, daha özgün şeyler hayata geçirebiliriz. Yani çok olanak olduğu halde çok az hayata geçiriyoruz. New York-İstanbul kontrastından böyle bir şeyi rahatlıkla söyleyebilirim. Çok yapıyoruz ve çok da kolay yapıyoruz ama bir o kadar da az değerlendirmiyoruz bu potansiyeli.
YŞ Davetli bir yarışma ile elde ettiğin, bir süredir inşaat süreci devam eden İstanbul Kent Müzesi’nin son durumu nedir?
AD Kısa süre önce uygulama ihalesi verildi. Yaklaşık bir sene içinde tamamlanması bekleniyor inşaatın. Tabii kapsamlı ve büyük bir iş. Yani kamu ölçeği için aslında özellikle belediye ölçeği için büyük bir proje, o yüzden zaman alıyor. Meşakkatli yapılıyor. Çok da şanslı bir dönemdeyiz. Belediye yetkilileri çok sahiplendiği ve çok iyi bir şekilde hayata geçirmek istedikleri için her zaman görmediğim veya benim rastlamadığım detaycılıkta ilerliyor. O yüzden umutluyuz.