26.04.2023 - 13:31 | Son Güncellenme:
Kneissl ile dış politikadan enerji piyasalarınıngeleceğine kadar geniş bir çerçevede sohbet ettik. Türkiye’nin jeostratejik konumuyla zaten bir enerji merkezi olduğunu belirten Kneissl, enerjiyi demografiyle değerlendirmek gerektiğine, bunun da Doğuya kaydığına dikkat çekti. Kneissl, İstanbul’un bir kez daha dünyaya açılan kapı haline geldiğini, AB’nin ise rekabetçiliğini
kaybetmenin kıyısında olduğunu söyledi.
Fatma G. Kabasakallı
Rusya’yı da iyi tanıyan bir uzman olarak Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Türkiye’yi bir doğalgaz hub’ı yapma teklifini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başkan Putin Türkiye’nin güvenilir bir ortak olduğunu ve Avrupalıların Türkiye’ye minnettar olmaları gerektiği çünkü hala bu gazı alabildiklerini söyledi. Türkiye güvenilir bir merkez. Putin, Türkiye’nin bir gaz merkezi olmasını önerdiğinde dikkate almak gerek, çünkü o ne hakkında konuştuğunu biliyor, en sevdiği konulardan biri de enerji.
Ancak AB bu fikri reddetti...
Konu, bir tarafta Başkan Putin diğer tarafta AB olunca durum çok farklı oluyor. Her zaman Rusya Devlet Başkanını AB liderleriyle birlikte dinlediğinizde, Putin’in gerçeklere ve rakamlara ne kadar ilgi duyduğunu görürsünüz. Putin enerji konusuna özel ilgi duyuyor ve çok iyi bilen biri, birçok AB lideri ise enerjinin öneminin farkında değil. Bakın, 2014 yılına kadar AB-Rusya Diyalogu tamamen bir enerji diyaloguydu. 2014 yılındaki bu diyalog görüşmesi sonrasında yapılan basın toplantısına baktığınızda, Putin’in nasıl net ve çok dikkatli olduğunu, toplantıdaki konuları nasıl özetlediğini, diğer tarafta AB’nin ise nasıl derinliksiz olduğunu görürsünüz. AB liderleri ise “yapıcı bir toplantı yaptık” vs gibi açıklamalarla yetinmişti. Bununla birlikte, geçtiğimiz yıla kadar AB’de her şey sadece iklim politikasıyla ilgiliydi. Kimse asıl mesele olan enerji güvenliği konusunu gerçekten anlamıyordu. Ancak Ukrayna savaşı başladığında enerjinin öneminin daha farkında olmaya başladılar.
İstanbul dünyaya açılan kapı
Bir enerji uzmanı olarak, Türkiye’nin transit merkezi değil de bir doğalgaz merkezi olacağına inanıyor musunuz? Türkiye jeostratejik konumu sayesinde zaten bir enerji üssü. Deniz trafiğine bakın örneğin, çok büyük oranda arttı, İstanbul bir kez daha birkaç yıl önce kimsenin tahmin edemeyeceği ölçüde dünyaya açılan bir kapı ve Türkiye şimdiden bir enerji merkezi. Ve Putin hadi buraya beraber doğalgaz getirelim diyor, bunun bir anlamı var.
Zaten Rus gazını alıyorlar
Peki, AB hükümetleri bir noktada Rus gazı olsa da Türkiye’den bu gazı alırlar mı?
Avrupa hükümetleri gidebilecekleri her yere gidiyor (gaz için). Maalesef sunu anlamadıkları için üzgünüm ama önümüzdeki aylarda piyasadan bu şekilde doğalgaz almaya devam edemezsiniz. Birkaç yıl önceden düzenlenmiş kontratlara bağlıdır bu gaz. Ayrıca bu sadece gaz veya petrolle ilgili değil, ihtiyaç duyulan gemilerle ilgili. Uzun zaman önce LNG yatırımları yapmaya başlayan Katar, bu gemileri kullanmak için tersaneleri kiralama konusunda dünyada bir numara. Öte yandan Avrupa için artık Almanya’da, Polonya’da, İtalya’da tersanemiz yok. Tüm tersaneler doğuya taşındı. Yani LNG gemileri için tersane bulmanız gerekiyor.
Peki ne zaman alır Avrupalı tüketiciler Rus gazını sizce?
Avrupalılar zaten şu an Güney Akım projesinin daha light versiyonu olan TANAP üzerinden zaten alıyorlar. Nihayetinde petrol de geliyor ve petrolün nereden geldiğini tartışmıyoruz. Başka ülkelerde karıştırılmış veya değiştirilmiş, Avrupalılar zaten Rus gazını Türkiye üzerinden alıyorlar.
AB’nin Körfez ülkelerinden gaz alma gayretlerini ve genel olarak küresel enerji görünümündeki değişimi görüyoruz. Peki bu değişimin bir sonraki aşaması sizce nasıl olacak?
Sıklıkla kullandığım bir alıntıyla bu soruya yanıt vermek isterim. Alexei Miller (Gazprom yöneticisi) sanırım 2002 yılında şöyle demişti: “Rus gazının Batıya akışı bir doğa kanunu değil”. Üstelik bu sözü 21 yıl önce söylemişti. Derslerimde de sürekli olarak enerji piyasasının doğuda olduğu gerçeğini ve bunun sadece gelişmekte olan ülkelerin, endüstrilerin yükselişiyle değil, aynı zamanda demografiyle ilgisi olduğunu anlatıyorum. Japonya yavaşlamış durumda, bunun demografisiyle ilgili olduğunu gördük. Güney Afrika kıtası, büyük ölçüde Doğu Asya, Çin, ki sadece Çin’e odaklanmamak lazım, aynı zamanda Hindistan da var. Tüm bu ülkelerin enerji piyasadaki rollerinin demografiyle ilişkisi bulunuyor. Enerji piyasasının nereye kaydığını öğrenmek istediğinizde, hem demografi hem de ekonomiye birlikte bakmalısınız.
Yani her şey genç toplumlarla ilgili. Çünkü petrol tüketiminin çoğunluğu mobiliteye gidiyor. Nitekim son dönemde Avrupa Konseyi toplantısında bir kez daha içten yanmalı motorlu araçlara son verelim mi vermeyelim mi tartışmasını gördük, ki devam kararı aldılar. Petrolün büyük bölümü mobilitede kullanıyor ve ortalama Avrupalı, örneğin Hindistan gibi ortalama bir gelişmekte olan piyasadan büyük olasılıkla daha mobil olmayacak. Bu yüzden enerji piyasalarının ne yönde hareket edeceğini bulmak için demografiyi takip edin.
Yatırım yapmadan yeşil dönüşümle anılıyor
Ukrayna’daki savaştan sonra AB’nin dayanışmayla daha güçlendiği ve küresel bir güç olduğunu savunanlar var. Özellikle enerjideki durumu dikkate aldığınızda siz ne düşünüyorsunuz?
Asıl mesele sanayide, vergileri ödeyen vatandaşların gözünde nasıl çekici kalacağınızdır. Sanayinizle demografik yapınızla küresel düzeyde rekabet edebiliyor musunuz, bu çok önemli. 2020 yılında otomotiv endüstrinin ve enerji dönüşümünün geleceği konusunda bir kitap yazdım. O dönemde de hepimizin yeşil dönüşümü ve elektrikli araçlara geçeceğimize inanma konusunda çekimserdim. Çünkü muazzam bir yatırım ve altyapı gerektiriyor. Örneğin Almanya eski başbakanı Angela Merkel, 2015’te sınırları göçmenlere açtığında çok sert bir şekilde eleştirildi. Ama o zaman da düşünüyordum ve haklı da çıktım, hepimiz gördük ki göçmen konusuyla hatırlanmadı ama enerji kararlarıyla, yatırım yapmadan yeşil dönüşümle hatırlanıyor. Enerji sektörüyle ilgilenenler bilir ki, otomotiv sanayi ile petrol piyasası birbirinin aynasıdır, her şey arz-taleple ilgili. Ve Alman otomotiv sanayi de çok güçlü. Almanya AB yatırımlarının ve sanayinin omurgası durumunda, ama bugün bu gücünü kaybetme noktasına gelmiş durumda, üstelik sadece savaş nedeniyle değil. Böyle bir gücü kaybettiğinizde, geriye sanayide ne kalır ki. Güç sağlayan üretimdir. Ancak bugün enerji durumundan rekabet edemediğimiz yüksek enerji fiyatları varken, nasıl üretim merkezi olarak kalabilirsiniz? İşçi maliyetleri, sosyal güvenlik, vergilendirme daha yüksek olduğundan, geriye rol oynayacak tek faktör uygun fiyatlı enerjidir. Ve bu diğer tüm faktörlerin yanı sıra, özellikle Almanya için Rus gazıydı. Bunu (Rus gazını) kaldırdığınızdaysa, enerji maliyetleri yüzde 40-50 artar, çünkü LNG fiyatı daha yüksek ve üretim sürecinde ilave maliyetler söz konusu. Gördüğüm kadarıyla diğer bir konu da AB içindeki bankaları ne olacağı. Bankalara güven yok. Son günlerde, her şeyin merkez bankalarıyla ilgili olduğunu söylemeye devam ediyor. Bu noktada da şu an yaşadığım Lübnan’dan önemli dersler almamız gerekiyor.
Çin için yaptırım ihtimali
AB’nin rekabetçiliğindeki sorunlardan bahsettiğiniz. ABD’nin Enflasyon Azaltım Yasasına AB’den tepkiler gelmişti ve Avrupalı liderler Washington’a bu konuyu görüşmek için gittiler.
Uzaktan gözlemlerime göre, Almanya Başbakanı Olaf Scholz’dan Washington’a gelmesi istendi. Enflasyon Azaltım Yasası pek konuşulmadı ama Çin’e dikkat etmeleri konusunda hazırlıklı olmaları, Çin’in farkında olmaları söylendi. Avrupa’nın Çin’den ekonomik olarak daha fazla ayrıldığını görmek isteriz dendi. Dolayısıyla bir sonraki yaptırım listesi Çin’le ilgili olabilir.
AB alternatif istedi başaramadı
Bu ABD ekonomisini de olumsuz etkilemez mi?
Haklısınız, ancak tamamen farklı bir ayrılma (ekonomik olarak) yönetmine hazırlanıyorlar. Öte yandan, enerji anlamında şeyl gaz da ABD’ye çok yardımcı oluyor. Ancak bu noktada şeyl gazın sonsuza kadar olmayacağını, şeyl gazı bir devrim değil başkaldırı olarak gördüğümü belirtmeliyim. ABD’ye küresel finansal sistemi yönetmesi de yardımcı oldu. 2018 yılında finansal kriz ABD’de başladığında, o dönemin Avrupa Komisyon Başkanı Jean- Claude Juncker SWIFT’e alternatif sistemler geliştirmek için bazı fikirlerin bulunduğunu söylemişti. Böylece AB finansal sistemini ve pek çok başka alanı daha gelişmiş, daha bağımsız hale getirmek, özgüvenle hareket etmesini istedi. Bu konu da çok fazla tartışılmıştı o dönem. Ancak bu yönde uygulamanın çok az olduğunu gördük. ABD’nin Enflasyon Azaltım Planı ise geçen sene yasalaştığında, kimse dikkate almadı. Ancak aralık ayına gelindiğinde farkına varıldı, anlamaları biraz zaman aldı diyebiliriz.