02.12.2008 - 01:00 | Son Güncellenme:
Zira kriz, beklenmedik ve hızlı biçimde ortaya çıkan şok edici bir durumu tanımlıyor. Halbuki bugün tartıştığımız bunalım, iki yıla yakın bir zaman diliminde ABD’den yola çıkarak kapımıza, adeta ‘’bakın ben geliyorum!’’ diyerek geldi. Bugün itibariyle, tüm dünyayla birlikte ülkemizi de etkisi altına alan ve en azından 2009 yılının ilk yarısında daha da derinleşeceği yolunda güçlü sinyaller veren bu bunalıma karşı ortak mücadele kaçınılmazdır. Nitekim, dünyanın büyük ekonomileri bu noktada, şimdiye değin alışılmadık biçimde bir dayanışma gereği duymaktadır. Bu bağlamda, biz de ülkemiz boyutunda ortak teşhisler çerçevesinde en gerçekçi önlemleri almak durumundayız. Doğal olarak, bu noktada en büyük görev “ekonomi yönetimine” düşmektedir.
Daha önce yaşadığımız ve ülkemize özgü krizlerdeki konumumuzdan daha güçlü bir ekonomik yapıda olduğumuz kesindir. Ancak, bu kez bunalım tüm dünyayı sarmış durumda; yani, dış dünyadan gelecek güçlü bir desteğe güvenme lüksümüz bulunmamaktadır.
İlk aşamada en öncelikli önlem olarak ‘’güven psikolojisinin yönetilmesini’’ görüyorum. Bu bağlamda ekonomi yönetiminin, konuya detaylı biçimde hâkim olduğunun, dünyadaki gelişmeleri yakından izleyip, bunların ülkemiz üzerindeki olası etkilerini en iyi biçimde tahlil edebildiğinin güvenini piyasaya ve kamuoyuna vermesi zorunludur. Bunun devamında da, özellikle iş dünyasıyla ortak teşhislerde buluşarak, olası olumsuzlukları en aza indirici önlemlerin hızla uygulamaya alınması gerekir. Bu önlemlerin başında, daralan pazarda yaşam savaşı veren reel sektöre likidite akışının sağlanabilmesi için ‘’bankacılık sistemimizin rahatlatılması’’ gelmelidir. Kriz finansal kaynaklı olduğundan, reel sektördeki zararı azaltmak için en hızlı ve verimli yol “yangını yerinde söndürmektir”. Dolayısıyla, Türk bankacılık sistemini sağlam tutacak tedbirler önceliklidir.
Devlet korumasına geçiş
Son birkaç yılda 30-50 milyar dolarlık cari açıklarla büyümesini finanse eden Türkiye’nin, mevcut ekonomik yapısındaki şok daralmanın engellenebilmesi için dış kaynak gereksinimi kaçınılmazdır. Gelişmiş ülkeler başta olmak üzere, ilişki içinde olduğumuz ülkelerin birçoğunda, “mevduatlara tam güvence dahil”, çok ciddi önlemler alınmıştır. Daralan finansal kaynaklardan azami ölçüde yararlanabilmemiz için gereken bu ve benzeri önlemler ülkemizde de hızla devreye sokulmalıdır. Bu bağlamda, “IMF gibi iç ve dış piyasaların kilit oyuncu olarak gördüğü bir kurum ile güçlü bir koordinasyon” içinde olduğumuzun görülmesi, dış pazarlardan sağlanacak kısıtlı finansal olanaklardan yararlanılmasında önemli katkısı olacaktır. Dünya devlerinin bankacılık sistemlerini devlet koruması altına aldıkları böylesi bir dönemde, Türkiye’nin de benzeri bir koruma programını ilan etmesi doğru olurdu. Bu tür bir program, geçici olarak ve önemli bir piyasa distorsiyonu yaratmadan koruma sağlayan özel bir yapıda olmalıdır.
Yeni dengelerin oturması
“Bütçe disiplininin korunması” bu dönemde de piyasalar için çok önemli olmaya devam etmektedir. Ancak, 2009 yılında küçülmenin derinleşmesi halinde, hesapları bütçe içinde şeffaf bir şekilde göstererek ve ayrıştırarak, özel bir “geçici ihtiyat fonu” oluşturulabileceğini düşünüyorum. Bunun enflasyonist bir baskı yaratma olasılığı düşüktür. Nitekim, iç ve dış talebin yanısıra dünyada gerileyen hammadde ve enerji fiyatları artık bir deflasyon ithali ortamını oluşturmaktadır.
2009 yılı için yüksek büyüme hızlarında ısrarlı olup, iç talebi gereksiz düzeyde pompalayacak yollara gitmemek gerekir. 2009 yılına mahsus olarak “Yüzde 23 dolayındaki büyüme hızlarıyla yetinmek”, yeni dengelerin daha sağlıklı oturması açısından doğru bir seçenek olacaktır.
Merkez Bankası, işini ve sorumluluklarını zaten iyi biliyor. Bu dönemde Merkez Bankası’nın da, ekonomi yönetimiyle koordinasyon içinde, hızlı ve esnek uygulamalar geliştirebilmesi çok önemli olacaktır. Bu bağlamda, “FED ve ECB ile USD/YTL swap limitleri” oluşturulmalıdır.
Ek tedbirler alınmalı
Yukarıda belirtilen önlemlerin yanı sıra, reel sektöre bankacılık sisteminden likidite akışını sağlamak için ek tedbirler alınabilir. Ancak, özellikle bugünden sonra alınacak önlemlerin yüzeysel değil, aksine son derecede ‘’dişe dokunur’’ ve gelişmiş ülkeler başta olmak üzere, benzer ekonomik yapılarda olduğumuz ülkelerden geri kalmaması gerekir. Aksi halde, istenilen ‘’güven ortamının’’ sağlanmasında büyük güçlükler çekeriz.
Doğrudan reel sektöre yönelik olarak da, çalışan sayısı artan firmalarda “yeni eklenen çalışanların bir yıl süreyle tümüyle vergilerden muaf olması”; yine bir yıl süreyle “düşük ücretli kesimin istihdam vergilerinden muaf olması” gibi geçici önlemler paketi uygulanabilir. Bunlara ek olarak, “dışsatım, marka ve AR-GE teşviklerinin güçlendirilmesi”, en azından bu dönemde azaltılmaması sağlanabilir.
Bu listeye birçok yaratıcı fikrin daha eklenebileceğini düşünüyorum.
Türkiye son dönemde ilk defa bir büyük sıkıntıya kendisinden kaynaklanmayan nedenlerle maruz kalıyor. Göreceli olarak güçlü bir konumda olduğumuz doğru. Bunalımın boyutunu küçümsemeden, uygun önlemlerin uygulanması halinde, Türkiye’nin bu bunalımı en az zarar ile atlatmasının yanısıra, bulunduğu yurtdışı pazarlardaki payını artırması, yeni pazarlara açılarak bu sıkıntılı dönemi “fırsata çevirmesi” mümkün olabilir.
Hükümetin açıklamak üzere olduğunu belirttiği ekonomik önlemler paketinin en azından yukarıda özetlediğim önlemleri kapsayacağını umarım.