30.03.2023 - 12:35 | Son Güncellenme:
Derleyen: Fazilet Şenol / Milliyet.com.tr - ABD'de 1930 yılında dünyaya gelen Marie Rose Balter, kendine bakmaktan bile aciz annesinin kucağında hayata 'merhaba' dedi. O zamanlar adı Patricia'ydı. Ailesi öyle büyük bir yokluk içindeydi ki çocukların karnı aç kalmaması için anneleri sık sık komşuların kapısını çalıp yemek dileniyordu. Alkol problemi olan anne, zaman içinde üç çocuğundan birinden vazgeçmesi gerektiğine karar verdi. Vazgeçtiği isim Marie Rose Balter'di. Annesi diğer iki kardeşini yanına almış, minik Patricia'yı ise çocuk yurduna teslim etmişti. Çocuk yaştaki Patricia henüz bu kararın hayatını tamamen değiştireceğini ve yaşadıklarıyla filmlere konu olacağını, adını bir gün bütün dünyanın duyacağını henüz bilmiyordu.
Minik yaşta çocuk yurduna bırakılan Patricia'nın buradaki macerası uzun sürmedi. Kısa zamanda İtalyan göçmeni bir çift tarafından evlat edinildi ve adı da Marie olarak değişti. Yoksulluk içinde geçen bebeklik döneminden sonra yeni bir ailenin yanında hayata tekrar başlayacaktı. Ancak Marie'nin çocuk yaşta mutlu bir evde yaşama hayali kısa zaman içinde son buldu. Marie'yi evlat edinen İtalyan göçmeni aile ona sık sık işkenceler uygulamaya başlamıştı. Bir mahzene kapatılan Marie yardım çığlıkları atsa da sesini duyan kimse yoktu.
DIŞARIDAN KUSURSUZ GÖRÜNÜYORLARDI
Marie'nin yaşadıklarına tanıklık edebilecek hiçbir kimse yoktu. Bunun en büyük sebebi onu evlat edinen ailenin dışarıdan kusursuz bir görüntü çizmesiydi. Dışardan bakıldığında Marie'yi evlat edinen İtalyan göçmeni aile müthiş birer anne ve babaydı. Toplum içinde 'örnek aile' imajına sahip canavar ailenin Marie'ye yaşattıkları hiçbir kimsenin aklının ucuna bile gelmiyordu.
Çiftin kusursuz görüntüsü, küçük kızın yaşadıklarını adeta bir perde gibi gölgeliyordu. Marie'ye denk gelenlere göre kızın hiçbir problemi yoktu. Yeni ailesi ona sevimli kıyafetler ve renkli oyuncaklar satın alıyordu. Dışarıdan bakıldığında tüm sevgilerini Marie'ye veren aile akşam eve döndüklerinde ise canavara dönüşüyordu. Kural ve baskılar altında ezilen Marie sık sık işkenceye maruz kalıyordu.
AKIL HASTANESİNE YATIRILDI
Çocukluğu korku dolu bir şekilde geçen Marie, 17 yaşına geldiğinde artık derin bir depresyon içindeydi. Şiddetli bir nefes darlığı yaşıyor, geçirdiği astım krizleri nedeniyle sık sık kaslarında spazm meydana geliyordu. Fiziksel rahatsızlıklarının yanında ruhsal açıdan da zayıf bir dönemden geçiyordu. Sık sık halüsinasyon gördüğü için psikiyatristlere götürülen Marie'ye doktorlar şizofreni teşhisi koymuşlardı. Ancak aslında bu teşhis doğru değildi. Marie'nin hayatındaki kırılma noktası şizofren olmamasına rağmen bu teşhisin kendisine konulmasıydı.
17 YIL BOYUNCA HİÇBİR ŞEY YAPAMADI
Doktorların koyduğu hatalı tanı Marie'nin tüm hayatına mal oldu. Marie, kendisine şizofreni tanısı konulduktan sonraki tam 17 yılını akıl hastanesinde umutsuzluk ve çaresizlik içinde geçti. Tam 17 yıl boyunca ne doğru düzgün yemek yiyebildi ne de hareket edebildi. Bu zorlu yıllarda sürekli aklına kendi canına kıymak gibi tehlikeli düşünceler geliyordu. 34 yaşına kadar devam eden bu süreçte Marie artık yaşayan bir ölü gibiydi. 34 yaşına bastığı gün ise doktorlar, onun mental durumunu tekrar değerlendirme kararı aldılar. Marie'nin 34 yıl boyunca türlü sıkıntılarla geçen ömrü bundan sonra mucizevi bir şekilde iyiye doğru ilerleyecekti.
Büyük sıkıntılarla geçen 17 yılın ardından nihayet doktorlar onun şizofren olmadığına karar verdi. Uzmanlara göre o yalnızca majör depresyon geçiriyordu ve sık sık panik atak yaşıyordu. Marie, sonunda arkadaşlarının ve kendisini seven sağlık görevlilerinin destekleriyle 34 yaşında akıl hastanesinden çıktı.
KENDİ AYAKLARI ÜZERİNDE DURMAYA KARAR VERDİ
Hastanede geçen yıllardan sonra bir anda hayata karışan Marie ilk başta afallamıştı. Artık hayatının geri kalanında nasıl yaşaması gerektiğini pek de bilmiyordu. Hayatının 34 yılını boşa geçirmiş gibiydi. Önce öz annesi tarafından terk edilmişti, daha sonra kendisini evlat edinen aile tarafından işkencelere maruz kalmıştı. Son olarak ise doktorlar tarafından kendisine yanlış teşhis konulduğu için yıllarını hastanede geçirmişti. Bu gerçekleri zaman içinde kavrayan Marie, geçmişini hatırladığı her an büyük bir öfke ve umutsuzluğa kapılıyordu. Önünde devlet yardımı seçeneği olsa da Marie bu teklifi kabul etmedi ve kendi ayakları üzerinde durmaya karar verdi.
'HARVARD YENİDEN DENEMEK İÇİN CESARETLENDİRDİ'
Marie'nin ilk hedefi okula gitmek ve üniversiteden mezun olmaktı ve bunu başardı. 34 yaşında girdiği üniversiteden mezun olan Marie, okulda tanıştığı Joe ile hayatını birleştirdi. Fakat bu evlilik sadece 6 yıl sürdü. Kocası Joe, 6 yıl sonra yaşamını yitirdi fakat Marie yine de yoluna devam etmekte kararlıydı. Lisanstan mezun olduktan sonra yüksek lisans için akademik kariyerine devam etme kararı alan Marie, dünyaca ünlü Harvard Üniversitesi'ne kabul edildi ve burada master yaptı.
"Harvard bana dünyaya geniş bir pencereden bakma şansı ve yeniden deneme cesareti verdi" diyen Marie bu süre zarfında psikiyatrik tedavi gören hastalarla çalıştı, konferanslar verdi ve biyografisini yazmaya başladı.
YANLIŞLIKLA 17 YILINI GEÇİRDİĞİ AKIL HASTANESİNE YÖNETİCİ OLDU
Marie, 58 yaşına geldiğinde filmlere konu olduğu olay yaşandı. Yanlışlıkla tam 17 yılını geçirdiği akıl hastanesine yönetici olarak atanan Marie'nin hikâyesi kısa zaman içinde ülke çapında duyulmaya başlandı. Bugüne kadar hayat hikâyesi belgesellere ve filmlere konu olan Marie, bütün bunların üstesinden nasıl geldiğini bir röportajında şu sözlerle açıkladı:
"Eğer affetmeyi öğrenmeseydim bir adım bile gelişemezdim. Yaşamım ziyan edilmiş bir yaşam olurdu ve bugün bu hastaneye yönetici olarak dönemezdim."